GÖÇMEN YUSUF’UN HİKÂYESİ

ABONE OL
15:30 - 23/01/2024 15:30
5

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Değerli Dostum Hüseyin SITKI’ya ithafen…*

Yeşillikler içerisinde, güzel manzaralı, mis gibi kokan bereketli toprakları olan kırsal bir bölgede yer alan şirin bir köyde, kendi hallerinde fakir bir aile yaşıyordu. Bu ailenin bir de Yusuf adında çocukları vardı. Yusuf çok çalışkan ve büyüklerine saygıda kusur etmeyen güzel meziyetlere sahip bir çocuktu. Yeterli toprakları ve malı mülkü olmadığı için Yusuf’un ailesi sürekli maddî sıkıntılarla karşı karşıyaydı. Yusuf her gün elinden geldiğince çalışıp çabalayıp ailesinin geçimine yardımcı olmaya gayret ediyordu. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar masallarda denildiği gibi bir arpa boyu bile yol alarak hayatlarının akışında bir değişiklik olmuyordu. Yusuf ailesi ile birlikte bu zorluklarla mücadele ederken bir taraftan da daha iyi yaşam koşullarına erişme konusunda arayış içindeydi. Yaşı da ilerlemiş kendi ayakları üstünde duracak hâle gelmişti. Artık kendine bir hedef belirlemenin de vakti gelmişti. Bu hedefe ulaşmak için kararlıydı ve kendi kendine söz vermişti. Durmadan araştırıyor, sorular soruyor, gazeteleri inceliyor, kitaplar okuyordu. Hayallerini gerçekleştirme umuduyla sürekli arayış içindeydi.

Daha parlak bir geleceğe yönelik yoğun duygular ve düşüncelerle hayaller kuran Yusuf, nihayet hayallerine uygun bir yer keşfetti. Duydukları onu bu ülkeye doğru itekliyordu. Hatta orada yaşayan o köyden biri olan Hasan emmi dedikleri biri ile mektuplaşmış ve ondan pek çok bilgi edinmişti. Artık daha fazla beklemenin, zaman kaybetmenin bir anlamı yoktu. Evinden binlerce kilometre uzakta, yaşam koşullarının çok iyi olduğu ve “fırsatlar ülkesi” diye tanınan bu ülkeye doğru maceraya atılmaya karar verdi. Ailesi de buna razıydı. Babası her zaman “Hayal etmesini bilen kişi, hayallerinin peşinden de yılmadan gidebilmeli.” derdi. Babasının bu sözleri ona sanki yol gösteren pusula olmuştu. Bu söz doğrultusunda o da “Hayaller, hayal olarak kalmamalı.” diyordu. Bu duygularla, yüreğinde umut, gözlerinde kararlılık pırıltılarıyla ailesine gözyaşları içinde veda ederek hayatının akışını değiştirecek olan sonu meçhul bir yolculuğa çıktı.

Yusuf, çok arzu ettiği hayalindeki bu yabancı ülkeye varıp trenden indiği anda kendisini ormanda kaybolmuş bir çocuk gibi hissetti. Büyük bir kalabalık vardı, ama bu kalabalığın içinde âdeta yapayalnızdı. Sanki çevresindeki herkesin gözü onun üstündeydi. Bu bakışlar altında eli ayağına dolaştı. Kafasında binlerce soru işareti uçuşmaya başladı. Acaba yanlış bir iş mi yapmıştı? Gelmemeli miydi? Çelişkili duygular içinde olduğu yere donmuş bir halde çakılıp kaldı. Ne yapacağını bilemedi. Çevresindekilerin bakışlarındaki, yabancı olduğu için kendisini küçümseyen ve aşağılan ön yargıyı hissedebiliyordu. Üstelik doğal olarak bu yeni yerdeki insanlar farklı bir dille konuşuyor, farklı geleneklere sahip ve üstünlük havası taşıyorlardı. Gördükleri karşısında Yusuf şimdiden göçmenliğin yükü altında ezilmeye başlamıştı. Ancak kesin kararlıydı. Hiçbir zorluk onu hayallerinden vazgeçiremezdi. Bu günlere geldiğine şükrediyordu. Sabır ve sebat ile kişiliğinden ödün vermeden topluma uyum sağlayarak kişiliğini kanıtlayacaktı. Bundan en ufak şüphesi yoktu. Kendine son derece güveniyordu. Sadece zamana ihtiyacı vardı.

Kısa bir süre sonra Hasan emmi geldi. Yusuf’un bekleyişi çok sürmedi ama asırlar gibi gelen o sürede bakışların altında âdeta erimişti. Hasan emmi onu evine götürdü. “Hele bir işe başla, maaşını al o zaman sana ev kiralarız.” dedi. Ertesi gün onun çalıştığı yere birlikte gittiler. Hasan emmi patronla konuşmuş ve Yusuf’tan söz etmişti. Hemen vasıfsız, sıradan bir işçi olarak işe başladı. Yorulmadan her gün çalıştı, elleri nasırlaşmıştı. Gün boyu yüzü terden sırılsıklamdı. Her ne kadar iş arkadaşları onunla alay etse ve kendi dillerini anlamakta zorlandığı için onunla dalga geçse de Yusuf yılmadan ve onlara aldırış etmeden çalışıyor, işini hiç aksatmıyordu. Elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret ediyor, aldığı paranın karşılığını vermek istiyordu. Güçlü iradesiyle günden güne, işinin inceliklerini kavrayarak öğrendiklerini uygulamaya, üretmeye kararlı bir şekilde devam etti. Zaman zaman Hasan emmi “Çok çalışıyorsun, kendini bu kadar yıpratma oğul!” diye uyarıyordu. Yusuf ise “Hasan emmi, eğer yaptığım iş içime sinmezse ben huzursuz oluyorum. İşin hakkını vermek gerekir. Üstelik böylece kazancımız hem helâl hem bereketli olur.” diyordu. Hasan Emmi de “Aferin oğlum. Sakın bu görüşünü ve kişiliğini değiştirme.” diye onunla gururlanıyordu.

Geçimini zar zor sağlamakla yetinmeyen Yusuf, “Bu ülkede yaşayacaksam mutlaka bu ülkenin dilini öğrenmeliyim.” diyerek kendine yeni bir yol çizdi. İş yerinde öğrendiği üç, beş sözcükle bir yere varamayacağını biliyordu. Bu düşünceler doğrultusunda akşamları okula gitmeye karar verdi. Uzun ve yorucu iş günlerinin ardından, bilgi ve becerilerini genişletmeye kararlı bir şekilde ders kitaplarını elinden bırakmıyordu. Her gece, sabahın erken saatlerine kadar kendini yeni kelimeler ve alışılmadık dilbilgisi kuralları üzerine çalışmaya adadı. Okula başladığında sınıf arkadaşlarının alaycı sesleri zihninde yankılanıyordu, ama eğitim arayışında kararından vazgeçmedi.

Yıllar geçti ve her geçen gün Yusuf’un dayanıklılığı, sabrı ve azmi meyvelerini vermeye başladı. Çalışkanlığı ve zekâsı, üstlendiği her işte kendisini ön plana çıkarıyordu. Bir zamanlar kendisiyle alay eden ve onu küçümseyenleri geride bırakarak eğitim basamaklarını tırmandı. Onu dışlayanlar, şimdi onun kaydettiği ilerlemeye hayranlıkla bakıyor, meydana gelen gelişim ve dönüşümü kıskançlık duyguları içerisinde bir türlü kavrayamıyorlardı.

Yusuf’un başarısı, seçtiği meslekte gelişmeye devam etti. Adanmışlığı ve sarsılmaz çalışma ahlâkı, onu kıdem ve nüfuz sahibi pozisyonlara getirdi. Yetenekleri ve bilgileri sayesinde çalıştığı fabrikanın gelişmesine, büyümesine de pek çok katkıları oldu. Bu inanılmaz katkıları nedeniyle, bir zamanlar işçisi olduğu fabrikanın sahibi, onu fabrikaya ortak yaptı. Daha sonra da tamamen Yusuf’a devretti.

İş hayatındaki bu başarılarına karşın, bir zamanlar katlandığı mücadeleleri, nerden geldiğini, dilini, kültürünü asla unutmadı. Bu kazanımları maddî ve manevî olarak sürekli köydeki ailesiyle paylaşarak onların rahat bir hayat sürmelerini sağladı. Çevresindekilerin “Aileni de buraya getir.” demelerine karşın, o buna hiç yanaşmadı. Karınları tok, huzurları yerinde olanların şükredip kendi topraklarında, vatanında, aile ocağında sevdikleriyle, kendi kültürleriyle ve kendi dilleriyle yaşaması bir başka güzellikti. Hırsa kapılıp düzen bozmanın hiçbir anlamı yoktu. Çiçekler, kendi toprağında güzeldi ve güzel kokardı. Onu toprağından, dalından koparmak sadece kuruyup solmasına neden olurdu. Var olanla yetinmeyip hırsa kapılmanın hiçbir anlamı olamazdı. Gurbet hasretiyle yıllardır ailesinden, sevdiklerinden, vatanından uzak yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi bildiğinden bunları ailesine de yaşatmak çok anlamsızdı. Çok şükür tüm zorlukları geride bırakmış ve muradına ermişti. Sayesinde artık ailesi de refah içindeydi. Zaten bir süre sonra vatanına dönmeyi planlamaya başlamıştı bile.

Toplumda edindiği yere, onca başarı ve kazanımlara karşın Yusuf, hâlâ kendisini bu ülkeye geldiği ilk gündeki gibi yalnız hissediyordu. Bu his bir kor gibi yüreğini yakıyor bir türlü sönmüyordu. Hani bülbülü altın kafese koymuşlar da o yine de çalı çırpıdan olan yuvasını arayarak “Ah, ille de vatanım.” demiş ya, işte Yusuf’un yüreğindeki bülbül de aynen öyle sesleniyormuş. Fakat o, şimdilik bu sese pek aldırış etmiyordu. Daha burada işi bitmemişti. Kendince tasarladığı, kafasına koyduğu bazı planları vardı. Onları gerçekleştirmeden bülbülün sesini dinlemeye hiç niyeti yoktu. Ne zaman o işleri de planladığı gibi gerçekleştirirse, işte o gün gönül rahatlığıyla vatanına dönecek, elde ettiği birikimlerini çevresindeki insanların, dolayısıyla ülkesinin yararına değerlendirmeye çalışacaktı.

İtibarı arttıkça Yusuf, özellikle farklı ülkelerden gelen, sosyal haklardan mahrum göçmen çocukları desteklemeye yönelik bir program başlatma görevini üstlendi. Kafasındaki plan buydu. Ortak deneyimleri ve daha iyi bir gelecek hayalleriyle birbirine bağlanan bu çocukların hem eğitim hem de yardım alabilecekleri güvenli bir sığınak yarattı.

Yusuf’un hayırseverlik çabalarıyla ilgili haberler her yere yayıldı. Artık kıskançlığın ötesinde herkes, onun varlığından ve onunla aynı ortamları paylaşmış olmaktan gurur duyuyordu. Toplumun her kesiminden insanlar onun kararlılığını ve özverisini övüyor, başarılarını kutluyordu. Başlangıçta onu küçümseyen kişiler şimdi ona hayranlıkla bakıyorlardı, tavırları tamamen değişti.

Yusuf, nazik doğası ve alçakgönüllü ruhuyla, zorluklarla karşı karşıya kalan herkes için bir umut simgesi haline geldi. Başarının sınır tanımadığını örnekleyerek, kişinin değerinin kökenine göre değil, karakterinin gücüne ve ruhundaki tutkuya göre belirlendiğini kanıtladı.

Bugün Yusuf’un hikâyesi, insanın zorluklarla karşılaşsa bile bu zorlukların üstesinden gelebileceğinin sürekli bir hatırlatıcısı ve ilham kaynağı olarak varlığını sürdürüyor. Onun bu mirası, gelecek kuşaklara mantık çerçevesi dahilindeki hayallerinin peşinden koşmayı, sabır, sebat ve şükretmeyi bilerek kendi savaşlarını fethetme cesareti aşılıyordu. Sonuçta başkalarının yargılarına kapılıp yılgınlığa düşmeden, irade gücünü ön plana çıkarmanın önemi kendini bir kez daha kanıtlamış oluyordu.

Tahsin MELAN

Not: Hikâye kahramanının adı aslında “Hüseyin”dir. Fakat yanlış anlaşılmalara mahal bırakmamak için burada farklı bir isimle anılmıştır.
***
Hikâyenin sesli sunumu için bağlantı:

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.