Türkiye’nin sosyolojisini anlamış durumdayım. Artık fazla bir beklentim yok. Hamur belli. Bu hamurdan bir Güney Kore çıkmaz. Bir Japonya veya Almanya da çıkmaz. Gerçekler acıdır. Türkiye’nin sosyo-politik yapısı, tarihsel miras ve toplumsal dinamikler göz önünde bulundurulduğunda, öyle bir toplum yapısına dönüşme ihtimali yok. Neden mi? Çünkü toplumun hamuru, yıllar içinde şekillenen ve zamanla yoğrulmuş bir yapıdır. Ve bu hamur, ne kadar değişim geçirmek istense de, bazı temel özelliklerinden asla vazgeçmez.
Toplumların hamurları uzun bir zaman diliminde olgunlaşır. Bir toplumun gelişimi, sadece biyolojik değil, kültürel, toplumsal ve siyasi tecrübelerle şekillenir. Toplumların yaşadığı sevinçler, acılar, savaşlar, zaferler ve kayıplar bu hamuru yoğurur. Nasıl bir hamurun doğru kıvama gelmesi için, zamanın doğru bir şekilde yönetilmesi gerekirse, toplumlar için de aynı şey geçerlidir. Geçmişte yaşanmış her bir olay, toplumu bir adım daha ileriye götürür veya geri bırakır. Ancak zamanın doğru ayarı, belirleyici bir faktördür. Erken pişen hamur, yüzeysel ve eksik kalır; geç pişen hamur ise yanar, kavrulur.
Türkiye’nin hamuru da bu kurallara tabidir. Anadolu’nun coğrafyası, binlerce yıl boyunca farklı medeniyetlerin izlerini taşır. Bu topraklarda Hititler, Frigler, Bizanslılar, Osmanlılar, Selçuklular gibi büyük uygarlıklar hüküm sürmüştür. Her biri, bu coğrafyaya kendi kültürel ve siyasi mirasını bırakmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Mustafa Kemal Atatürk, tüm bu mirası dikkate alarak, yeni bir formül ortaya koymuş, halkı çağdaş bir ulus haline getirecek bir toplum mühendisliği yapmıştır.
Atatürk’ün formülü, Türkiye’nin toplumsal yapısını şekillendiren temel taşları içermekteydi. Laiklik, eğitimde reformlar, kadın hakları, sanayileşme ve batılılaşma gibi ilkeler, Cumhuriyetin temellerini oluşturan unsurlar arasındaydı. Ancak son yıllarda bu temellerin sorgulanmaya başlandığı, Atatürk’ün mirasından sapıldığı bir döneme girildi. 2000’li yıllarda AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, Atatürk’ün koyduğu ilkeler birer birer terk edilmeye başlandı. Laiklik, eğitimdeki eşitsizlik, adaletin zayıflaması ve özgürlüklerin kısıtlanması, toplumun hamurunun bozulmaya başlamasının ilk işaretleriydi.
Bu noktada şunu unutmamalıyız: Türkiye Cumhuriyetini kuran kurucu irade ve cumhuriyetin mayası, sadece Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) etrafında şekillenen bir anlayışa dayanmaktadır. CHP, hem Atatürk’ün ilkelerini yaşatmaya hem de Cumhuriyetin kazanımlarını korumaya yönelik tek siyasi harekettir. Bu sebeple, Cumhuriyetin ve laikliğin korunması için yalnızca CHP’nin vizyonuna sarılmak gerekmektedir. CHP dışında başka bir kurtuluş reçetesi yoktur. Atatürk’ün mirası, yalnızca CHP etrafında hayata geçirilebilir ve Türkiye’nin modernleşme yolunda ilerlemesi sağlanabilir.
Cumhuriyet, bu toprakların hamurudur. Bugün, bu hamuru yaşatmak için ne pahasına olursa olsun Cumhuriyet’e sarılmalıyız. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri, halkı modernleştirmek, özgürlükleri savunmak ve laik bir düzen kurmak üzerine inşa edilmiştir. Laiklik, Cumhuriyetin en temel ilkelerinden biriyken, zaman içinde bu ilkenin zayıflaması, toplumu geri götüren bir etki yaratmıştır. Laikliğe sarılmak, Cumhuriyetin özünü yaşatmak, halkın bir arada özgürce yaşayabilmesi için gereklidir.
Cumhuriyetin mayası, ancak laiklik ve çağdaşlık ilkeleriyle varlığını sürdürebilir. Her ne kadar tarihsel bir birikim ve bazen toplumun alışkanlıkları bu ilkelerle çelişse de, gerçek çözüm sadece Cumhuriyetin ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmaktan geçer. Eğer Cumhuriyet, laiklik ve özgürlükler gibi temel taşları kaybederse, toplumun hamuru bozulur ve Türkiye’nin geleceği karanlık olur.
Toplumların zamanla şekillenen bir kimliği vardır. Ancak bu kimlik, toplumsal değerlerin zayıflamasıyla dağılabilir. Türkiye’de son yıllarda toplumsal değerler erozyona uğramıştır. Özellikle, siyasi kutuplaşma, toplumu derinden sarmış ve her kesimi karşı karşıya getirmiştir. 2010’ların başından itibaren, iktidar ve muhalefet arasındaki çatışmalar, halkı ikiye bölmüş, toplum iki kutba ayrılmıştır. Bu durum, halkın ortak değerleri üzerinde de derin bir yarık açmıştır.
Kutuplaşma, toplumun tek bir hedef etrafında birleşmesini zorlaştırmakta, insanların birbirini anlamasını engellemektedir. Bu durumun en belirgin örneklerinden biri, 2017 referandumu ile Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişin kabul edilmesidir. Referandum öncesinde, halk arasında büyük bir ayrışma yaşanmış, toplum ikiye bölünmüştür. Aynı şekilde, 2023 seçimlerinde de, toplumsal kutuplaşma en üst seviyeye çıkmıştır. Bu kutuplaşma, sadece siyasi değil, aynı zamanda kültürel bir ayrışma yaratmıştır.
Türkiye’nin geleceği, zamanın nasıl kullanılacağına bağlıdır. Geçmişte yapılmış hatalar, toplumun gelişimini engelleyebilir. Eğer toplumlar geçmişten ders almaz, gerekli reformları yapmazlarsa, bu hamurun şekli bozulur. Eğitim, adalet, özgürlük, ekonomi gibi temel unsurların doğru bir şekilde şekillendirilmesi gerekir. Ancak Türkiye’de bu unsurlar birer birer zayıflamaktadır. Zaman, aleyhimize işlemektedir. Eğer bu noktada doğru müdahale yapılmazsa, toplumun geleceği karanlık olacaktır.
Cumhuriyetin temellerine sarılmalıyız. Türkiye’nin hamuru bozuldu, ancak hâlâ umut var. Toplumun yeniden şekillenmesi, doğru adımların atılmasına bağlıdır. Bu adımlar, eğitimde, hukukta ve adalette yapılacak reformlarla başlayabilir. Ayrıca, toplumda birlik ve beraberlik sağlanmalı, kutuplaşmanın önüne geçilmelidir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, ancak CHP’nin laiklik ve çağdaşlık vizyonuyla yaşatılabilir. Türkiye’nin geleceği, bu temel ilkelerin savunulmasıyla şekillenecektir. Eğer bu adımlar atılmazsa, Türkiye’nin geleceği bir çıkmazla sonuçlanacaktır. Zaman hızla geçiyor, bu hamurun şekil alması için acele edilmelidir. Aksi takdirde, bu toplumun geleceği kaybolur ve Türkiye, tarihsel fırsatları kaçıran bir toplum olarak kalır.
ALMANYA
1 saat önceALMANYA
1 saat önceALMANYA
4 saat önceDÜNYA
6 saat önceDÜNYA
6 saat önceALMANYA
6 saat önceAVRUPA
7 saat önce
“Türkiye’nin sosyolojisini anlamış durumdayım. Artık fazla bir beklentim yok. ” Okan bey, boyle bir makaleyi baska hic bir gazetede yayinlamazlar. Ilk cumlenizde umutsuzluk satiyorsunuz. Bir ulkeye ve dunyanin en eski halkina boyle bir yakistirmada bulunmaniz sizin bu ulkeyi ve halki ve tarihi hic bilmediginiz veya bilmemekten geldiginiz anlamina gelir sanirim. Sizin yazilarinizda,kisiliginizde ve dusunce seklinizde cok derin mezhep nefreti yatiyor gibi. Anadolu gibi dunyada tarih boyunca butun inanclari ve kulturleri baris icinde yasatmis bir ulke varmi dunyada? Belki bir tatile ve dinlenmeye ihtiyaciniz var!