Türkiye’deki bürokratik yapının ne kadar çürüdüğünü görmek için sadece birkaç adım atmak yeterli. Devletin en üst kademelerine, liyakatten ziyade “ne kadar iş bitirir, ne kadar para kazandırır” sorularına göre seçilen bürokratlar, ülkenin her köşesini kendi kişisel çıkarlarına hizmet eder hale getirmiş durumda. Bu bürokratlar, adeta devleti bir “kişisel zenginleşme aracı” olarak görüyorlar. Bakanlar ise kendi çetelerini kurarken, halkın cebinden alınan paralarla devleti yandaşlarına peşkeş çekiyor. İktidarın rüzgarında savrulan bu çeteler, halkı yoksullaştırırken, kendi lüks yaşamlarına kayıtsızca devam ediyorlar.
Sağlık sektörü, bürokratik çetelerin en büyük vurgun alanlarından biri. Sağlık Bakanlığı’nda işler, sadece sağlık değil, aynı zamanda para kazanma stratejilerine dönüştü. Şehir hastaneleri, pandemi dönemindeki maskeler ve aşılarla sağlık bürokrasisi devasa paralar kazandı. Maskeler halkın cebinden alınarak, yandaş şirketlere fahiş fiyatlarla satıldı. Aşılar ise etkili olup olmadıkları tartışılırken, dev bütçelerle satın alındı. Burada tek kazanan, halk değil; devasa rantlar oluşturulmuş ve halkın sağlığı sadece daha fazla para kazanma aracına dönüştürülmüştür.
Yeni doğan bebeklerin sağlığı üzerinden kurulan oyun, insanlık dışı bir hale gelmiş durumda. Bebekler, gereksiz tedavilere tabi tutuluyor ve bu sayede devletten on binlerce lira tahsil ediliyor. Sağlık raporları sahte bilgilerle dolu ve bu sahtekar sistemin içinde bebeklerin hayatları birer ticaret malı haline geliyor. Hem vicdan hem de etik bu düzende hiçe sayılıyor. Bunu bilip ses çıkarmayan denetlemeyen sağlık bakanlığı bürokratları .
Eğitim sektörü, belki de bu çetelerin en acımasızca sömürdüğü alanlardan biri. Eğitim bütçeleri, asla öğrencilerin eğitimi için kullanılmıyor; okul yapım ihaleleri, temizlik hizmetleri ve güvenlik alımları yandaşlara aktarılıyor. Bu şekilde, çocukların geleceği üzerinden dönen büyük bir ticaretin parçası haline geliniyor. Eğitimi lüks yaşamlar ve zenginleşme aracı olarak kullanan bürokratlar, çocukların daha kaliteli eğitim almasını değil, kendi çıkarlarını ön planda tutuyorlar.
Tarım ve Orman Bakanlığı ise başka bir felaketin kaynağı. Yandaşlara sağlanan tarım destekleri, gerçek çiftçileri ve üreticileri borç batağına sürüklüyor. Orman yangınları? Her yıl daha fazla orman yanıyor ve bu yangınlar yine yandaş firmalara peşkeş çekilen yangın söndürme ihalesiyle geçiştiriliyor. Bakanlık, doğayı korumak yerine, tahrip edilmesini sağlayarak doğayı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor.
Eski bir Sanayi ve Ticaret Bakanı, bir yandan ülkenin ticaretini yönetirken, diğer yandan kendi ticari işlerini sürdürüyor. Bakanlık kaynakları kullanılarak yapılan ticaretin ardında bakanın kişisel çıkarları yatıyor. Bu şekilde, devletin imkanları tamamen bakanın ticaretine alet ediliyor. Bakan, kendi bakanlığına ait ürünleri satarken, bu işleyişin ardında halkın ihtiyaçları değil, sadece kendi kazancı yatıyor. Elbette bu da halkın değil, sadece bakanın ve çevresindeki çetenin işine yarıyor.
Yollar, köprüler ve havaalanları gibi projeler halkın cebinden alınan paralarla inşa ediliyor. Ancak, bu projeler halkın yararına değil, sadece bürokratik çetelerin kazanç sağladığı projelere dönüşüyor. Yap-işlet-devret modeliyle inşa edilen köprüler, halkı geçiş ücretleriyle soyarak sadece yandaş firmaların zenginleşmesine olanak tanıyor. Bu projelerde halkın sırtına yüklenen geçiş ücretleri, yalnızca bürokratik çetelerin lüks yaşamlarını finanse ediyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, beton lobisinin en güçlü hizmetkârı haline gelmiş durumda. İstanbul’un yeşil alanları AVM’ler ve rezidanslar için yok edilirken, bu sürecin içinde çevre bakanlığı başı çekiyor. İmar değişiklikleri ve kentsel dönüşüm projeleri, yalnızca yandaşların cebi için dönüyor. Ormanlar ve yeşil alanlar yok olurken, beton bloklar arasında halkın parasıyla yapılan bu projeler beton lobisinin işine yarıyor.
Turizm ve kültürel miras alanında da büyük bir çete var. Kültürel mirasın restorasyon ihalesi, sadece yandaşların cebine para aktarmak için şişirilen bütçelerle yapılırken, gerçekte yapılan hiçbir restorasyon işe yaramıyor. Yandaş oteller, devletin sağladığı teşviklerle kazanç sağlarken, gerçek kültürel koruma ise sadece göstermelik kalıyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, doğal kaynakların talan edilmesinde önemli bir rol oynuyor. Yandaş firmalara verilen maden ruhsatları ve yapılan çevre katliamları, doğanın talanına yol açıyor. Çevre denetimlerinin rüşvetle temizlendiği bu sistemde, halkın suyu, toprağı kirlenirken, bürokratik çeteler daha fazla servet elde ediyor.
Türkiye, bürokratik çetelerle dolu bir ülke haline geldi. Devletin bütün imkanları, bu çetelerin elinde şekil alıyor. Halk fakirleşiyor
Çorlu’da yaşanan tren kazası, bürokratik ihmallerin sonuçlarından sadece biri. Hızla alınan kararlar, ihmaller ve denetimsizlikler yüzünden 25 kişinin hayatı kaybetti. Sorumlular kim? Hiçbir hesap verme sorumluluğu olmadan, aynı sistem devam ediyor.
Soma ve Zonguldak’taki maden kazaları da benzer bir sorumsuzluğun sonucu. Çete, kar elde etmek için işçi güvenliğini yok saydı. Bu kazalarda yüzlerce işçi hayatını kaybetti, ama sorumlular hala özgür. Madenin derinliklerinde ölen işçilerin yerine, bürokratik çeteler hala işlerine devam ediyor.
Erzincan’daki maden kazasında da güvenlik önlemleri hiçe sayıldı. İşçiler öldü, ama bürokratlar koltuklarında oturmaya devam etti. Bu kazada da, işçi güvenliği sağlanmadığı için canlar gitti.
Bolu’da ruhsatsız bir otelde çıkan yangın, devletin denetim yoksunluğunun sonucuydu. Oteller, bürokratik çeteler tarafından denetlenmeden bırakıldı, yangınlar can aldı. Yangın güvenliği yoktu, hayatlar kaybedildi, fakat sorumlular yine hiç hesap vermedi.
Ve ülke sömürü ve zenginleşmeyi hizmetin üstünde gören liyakatsız bürokratların elinde ziyan ediliyor olan masum halka oluyor. Ölümler ,talan ve rant üçgeni devam ediyor. Türkiye’nin bu karanlık bürokratik yapısından kurtulabilmesi için, öncelikle yeni bir iktidara ve liyakatli kadrolara ihtiyacı vardır. Onurlu bürokratlar, halkın çıkarlarını gözeten, çıkar gruplarına ve çetelere karşı dik duran, dürüst ve vicdanlı bir yönetim anlayışıyla devlete yeniden şekil vermelidir. Bürokrasi, devleti halk için çalışan bir makineye dönüştürmeli, her bir bürokrat, yalnızca halkın hizmetkârı olmalı, çıkarlarını değil, sadece halkın menfaatlerini gözetmelidir. Bu düzenin son bulması için, yolsuzluğa ve çeteleşmeye karşı en büyük silah, liyakatlı kadrolarla inşa edilecek adil bir yönetim olacaktır. Gerçekten halkı düşünen, onurlu bürokratlarla dolu bir Türkiye’nin kapıları, yeniden umutla açılacaktır.
DÜNYA
1 saat önceALMANYA
1 saat önceAVRUPA
3 saat önceALMANYA
4 saat önceAVRUPA
5 saat önceAVRUPA
6 saat önceAVRUPA
7 saat önce