”Bizim ortak bir tartışma kültürüne ihtiyacımız var”

”Bizim ortak bir tartışma kültürüne ihtiyacımız var”

ABONE OL
17:34 - 16/06/2019 17:34
”Bizim ortak bir tartışma kültürüne ihtiyacımız var”
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

”Bizim ortak bir tartışma kültürüne ihtiyacımız var”

Berlin Neukölln Belediyesi Uyum ve Göç Sorumlusu Arnold Mengelkoch ile uyum sorunu üzerine bir söyleştik.

MOCCA:
Sayın Mengelkoch, Neukölln Belediyesinin uyum ve göç sorumlusu olarak başka belediyelere nazaran entegrasyon sorunu ile her gün yüzleşmektesiniz. Bu konuda şahsi tecrübeleriniz nelerdir ve bu alandaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mengelkoch: 60’lı ve 70’li yıllarda farklı ülkelerden burada çalışmak için çağrılan insanların, geri dönecekleri fikri, insanların kafasında hakimdi. Yapılan sözleşmeler böyle tasarlanmıştı ve dolayısıyla Almanların bakış açısı da bu şekilde belirlenmişti. Daha sonra işi öğrenmiş, tecrübe sahibi olmuş insanları her iki üç senede bir yeni işçilerle değiştirmenin çok akıllıca olmadığı fark edildi. Böylece sözleşmelerin vaadi uzatıldı. Tabii gelinler kaldı ve ailelerini yanlarına aldılar. Entegrasyon süreci işte böylece başlamıştır fakat kontrolsüz gelişmiştir. Zira „biz bir göç ülkesi değiliz“ denilmekteydi. Buna paralel olarak Yakın Doğu ve eski Yugoslavya’da savaşlar çıkınca büyük kitleler halinde savaş mağdurları da buraya geldi. Fakat kafalarda, savaş maduru olarak gelen bu insanların da sadece kendi memleketlerinde barış ve huzur sağlanana kadar burada kalacakları fikri vardı. Böylece yeniden bir fırsat daha kaçırılmış oldu. Sonra iki Almanya birleşti ve Neuköln’deki şirketlere verilen devlet yardımı kesildi. İlk önce çıraklar işten çıkarıldı. Sonra üretim yurtdışına taşındı. Sonra sürekli büyüyerek gelişen ve çoğalan tabandan gelen baskıya dayanamayan devlet ve eyaletler Entegrasyon stratejileri geliştirmeye başladılar. Şimdi sürekli projeler üretiliyor, bakanlıklar en güzel projeler için rekabet halinde, ama asıl entegrasyon sıkıntısını çeken bölgelerde hala bir kıpırdama yok. Buralarda atılan adımlar yeteri kadar cesur atılmadı ve hala atılamıyor.

MOCCA: Yani Alman toplumu için „entegrasyon“ kavramı çok yeni bir kavram öyle mi?

Mengelkoch: Hayır! Almanya’nın tarihine bakıldığında bu söylenemez. 1737 yılında Prusya kralı Wilhelm ilk Bohemya’lı din kaçaklarını Neukölln’de (Rixdorf) yerleştirdi. Yeni şartlara ayak uydurma arzusu ve kendini ispatlama hırsı bu insanlarda çok çabuk uyandı. Bugün için yeni olan şey bu hırsın artık otomatik olarak başlamaması. Neukölln’ün kuzeyindeki bazı kitleler çok fazla büyüdü. Artık kendilerine yetmeye başladılar ve dışarıdan gelecek bir etkileşmeye ihtiyaç duymuyorlar. Hatta bu insanlar için çocukların okula gitmesi bile rahatsızlık vermeye başladı. Çünkü çocuklar onlara göre buralarda „dış etkiler“ altında kalıyorlar. Bizim için entegrasyon artık bir görev oldu. Eğer her gün artan eğitim fakirliğine karşı koymak istiyorsak iyi bir taslağa, bir stratejiye ihtiyacımız var.

MOCCA:
Ama o zamanki göçler bugün yaşadığımız gibi bir entegrasyon tartışması ortaya çıkarmadı?

Mengelkoch: Hayır! O zamanlar ki göç hareketi parmakla sayılacak kadar küçük bir insan grubunun hareketiydi ki bunlar hemen uyum sağladılar. Mesela Bohemyalılarda olduğu gibi, ki onlar dinleri yüzünden takip edilmedikleri için sevinmekteydiler. Uyum dediğiniz işte böyle olur. Bunun üzerine kendilerine toprak verildi, dinlerini özgürce yaşayabiliyorlardı ve dillerini de nesilden nesile muhafaza ettiler. Bugün bile Richardplatz’ın çevresinde bu insaların 12’inci, 13’üncü nesilden torunları aynı evlerde oturmakta. Hiç kimse onlara dinlerini ve dillerini bırakmaları, unutmaları için zor koşmadı.

MOCCA: Son 30 yıl içerisinde entegrasyon sözünün manası değişti mi sizce?

Mengelkoch: Gayet tabii. Ama bunun globalleşme ile ilgisi de var. Mesafeler kısaldı, şirketler artık uluslararası çalışıyor. Bunun neticesinde insanlardan mekanlarına bağımlı olarak çalışma yerine daha bağımsız çalışmalar bekleniyor ve bu beklenti birçok insanda tedirginlik ve güvensizlik yaratıyor. Entegrasyon artık insanlar için, „ben çalışıyorum, paramı kazanıyorum ve bağımsızım“ anlamına gelmiyor. Daha çok „iyi bir eğitim görmedim, işsizim, Harz4 alıyorum, bağımsız değilim dolayısıyla kendimi güvende hissetmiyorum“ anlamına geliyor. Böylece insanlar güveni gruplarında, soylarında, milletlerinde ve dinlerinde arıyorlar. Elbette işsizlik entegrasyon için çok büyük bir engel teşkil etmekte ve bu yoldaki bütün çabaları ister istemez boşa çıkarmaktadır.

MOCCA:
Entegrasyon için sizin tanımınız nedir?

Mengelkoch: Bu manzara karşısında entegrasyon kavramını yeniden tanımlamak gerekir. Çünkü bugün biz, bir devletin kendi halkıyla birlikte azınlık bir grup nasıl yaşar, orta yolu nasıl buluruz konusunu tartışamayız. Büyük insan kitlelerinin birbiriyle uyum içinde yaşamak zorunda oldukları bu globaleşen dünyamızda entegrasyon karşılıklı bir etkileşim olmalıdır. Bunun şartları ise paylaşım ve tartışma. Bugün entegrasyon şudur ya da budur demek mümkün değildir. Entegrasyon ancak karşıdaki insanın kim olduğunu bilmekten geçer. Biriyle konuştuğunuzda muhatabınızın kim olduğu çok büyük önem arzeder. O bir işçi ailesinin ikinci veya üçüncü neslini mi, yoksa savaş madurlarını mı temsil ediyor? Olumlu bir etkileşim için bunların hepsini göz önünde bulundurmak gerekir. Ve Almanlar da bu anlamda harekete geçmelidirler. Ama işte çok zor olan şey budur.

MOCCA:Entegrasyonun bugün ancak karşılıklı bir etkileşim olarak anlaşıldığı takdirde bir çözüme götürebileceğinizi söylüyorsunuz. Göçmenlerin uyumunu sağlamak için bir çok projeler faaliyete geçiriliyor ve bu projelere çok paralar harcanıyor. Peki ama karşı tarafta neler oluyor? Almanlar için de benzeri projeler yapılıyor mu?

Mengelkoch: Almanlara yönelik projelerde büyük sıkıntı yaşanmakta. Zira Almanlar kendilerini çok soyutluyorlar. Bunu okul eğitim alanında faal olan eğitimci ve öğretmenlerden, JobCenter’deki memurlardan ve yaşlılarla ilgili kurumlardan elde ettiğim bilgilere dayanarak söylüyorum. Almanların göçmenlerin hayatı hakkında bilgi edinmeleri için imkanlar yok değil ki. Ama bunun için onlarla ilgilenmek, soru sormak ve onları dinlemek gerekir. Bu aslında çok basit bir şey. „Ben senin dediklerinin hepsini anlayamıyorum ama seni dinliyorum“. Bir eğitimci öğrencisine sadece bunu hissettirebilirse çok şey kazanılmış demektir. İnsanlar kendilerini başka kültürlere açmaya çoğu zaman hazır değiller. Mesela İslam hakkında birşeyler öğrenmek veya bir savaş maduruna empati göstermek zor gelebiliyor. Bu duruşta elbette bir bozukluk vardır, dengesizliktir vardır ve hiç de iyiye gitmiyor.

MOCCA:Peki o halde bu tür projelere daha fazla para ayırmak gerekmez mi?

Mengelkoch: Hayır, bu şart değil. Gerekli olan şey sadece insanların tutumunu, dünyaya bakış açılarını değiştirmek. Bu ise toplum olarak istenilen bir şey olmalıdır, bu zorla olmaz, bunu zorla yapamazsınız.

MOCCA:Peki bu nasıl başarılır?

Mengelkoch: Eğitim düzeyini geliştirmek ile olabilir mesela. Biz buna Fortbildung diyoruz. Bununla yöneticilerin, okul müdürlerinin eğitilmesi kastediliyor. Çünkü yönetici makamı bir kurumun nereye gideceğini belirleyen makamdır. Bir kurum olarak şunu demek gerekir; „biz okul olarak Yakın Doğu sorunu ile ilgileniyoruz, bunu görmezlikten gelmiyoruz.“
Duvarın yıkılması ile birlikte doğu semtlerinde birçok okul kapatıldı. Böylece Türk ve Arap gençleriyle hiç çalışmamış, bu alanda tecrübesiz öğretmenler Neukölln’de ders vermeye başladı. Bu mutlaka düzeltilmelidir.

MOCCA: Peki ama yukarıdan aşağı emirle başlatılan bir hareket başarılı olabilir mi? Aslında bunun tam tersi olması gerekmez mi?

Mengelkoch: Bunun ne kadar iyi işlediğini gösterecek en tutarlı örnek polis örneğidir. Bu hareket Neukölln’de başladı. Polis yönetimi „kültürler arası açılım“ fikrini benimsedi ve böylece polisin bütün mevkilerinde bir hareketlenme başladı. Bütün memurlar eğitimden geçti. Her biri kendi tutumunu sorgulamak durumunda kaldı ve kendisini göçmen bir işcinin ve savaş madurunun yerine koymasını öğrendi. Vergi paralarıyla işleyen her kuruluşta aynı mantıkla davranılmalıdır. Yani çocuk yuvaları, okullar, belediyeler, JobCenter gibi kurumlarda çalışanlar da aynen böyle bir eğitimden geçmelidir. Bunun engellenmesi olacak iş değildir.

MOCCA: Bir insan hakkında „bu entegre olmuştur“ diyebilmemiz için ondan asgari olarak ne beklemeliyiz? Yani „entegre-olmuş“luğun özü nedir? Herhangi bir vatandaşı bütün sıfatlarından soyutlayalım, ırkını, vatandaşlığını, dinini vs. ondan ayıralım ve bunun üzerine ona bir sıfat ekliyelim ki o temelde entegre olmuş bir insan olsun. Bu mudur entegre olmak? Nedir?

Mengelkoch: Haklarını bilmeli ve istemeli. Ama aynı zamanda diğer insanların da hakkını gözetmeli. Bir toplum anlayışına sahip olmalı. Sivil topluma katkıda bulunmalı, menfaatlerini savunmalı ve onun yararı için çalışmalı. Bu aynı zamanda Almanlar için de söz konusudur. Onlar da faal olmalı, herkes düşünmeli, beraberce çabalamalı ve sorumluluğun yükünü tamamıyla siyasetçilerin üstüne atmamalı. Çünkü onlar sadece kısa zaman dilimleri içinde düşünürler. Fakat bir toplum kendini öbür toplumdan soyutlayarak, öbürüyle kendini bir toplum olarak algılamazsa; işte bu çok çetin bir şeydir ve çok sıkıntı veren bir durumdur. Herkes kendisini kendi ırkı yada soyuyla özdezleştirirse, kendi ırkından olmayanlara öbürü gözüyle bakarsa „biz burada bir toplumuz“ hissi nasıl uyanacaktır ve oluşacaktır.

MOCCA: Sanırım İngiltere’de bu Almanya’dan daha başarılı uygulanıyor. Hint’li otobüs şoförü geleneksel kıyafetleriyle rahatça işini görürken, Harrods mağazasındaki başörtülü işçi insana kendisini bir İngiliz olarak görüyormuş hissini veriyor. Öte yandan müslümanları Cuma namazında kendiliğinden ingilizce vaaz verirken görüyoruz. Peki bu burada neden olmuyor?

Mengelkoch: Mesela Glasgow’un İslam ile yaşamakta 60 yıllık tecrübesi var. Buradaki biraradalık uzun yıllarda birikmiş tecrübeye dayanmaktadır ve dolayısıyla planlamada bir güven söz konusudur. Ama unutmayalım ki İngiltere’de bizde olduğundan daha fazla terör eylemi yaşanmıştır. İngiltere’de şehrin heryerinde kameralar var. İngiltere‘de bir gözetim furyası hakimdir ki burada bu hiç düşünülemez. Buna rağmen müslümanlar 60 yıllık bir beraberlik süresince toplumun merkezinde bir yer edinmişlerdir. O Müslümanlar siyasi alanda faaldirler ve aralarında başarılı, zengin insanlar vardır ki hepsi bu terör eylemlerinin çilesini paylaşmışlar hep birlikte bu anlamda faaliyet göstermişlerdir. Neukölln’de ise daha bu derece bir gelişim yok. Göçmen kökenli siyasetçiler nerede mesela veya okul müdürleri ve memurları nerede?

MOCCA:
Hayır! Almanya’da böyle insanlar yok değil ki. Ama bunların toplumda yine de pek bir değişlik yarattığı söylenemez.

Mengelkoch: Evet, ama bunların sayıları kaç ki? Bu çok daha tabii birşey olmalı. Bir müslüman vatandaşın belediyede müslüman bir memurla karşılaşması çok daha tabii olmalı mesela.
Ben hiçbir gelişmenin olmadığını söylemiyorum. Maalesef daha hızlı adımların atılmasını engelleyen bürokratik bir tıkanma da söz konusu, bu bir eksikliktir. Gerçek olan, bizim bu göçmen asıllı önder şahsiyetlere acilen ihtiyacımızın olduğudur. Çünkü onlar özellikle ve öncelikle kendi halkları için birer örnek, birer sembol olmalıdırlar. Ve bugün bu semboller eksik. Bu durumda neşeli, gülümseyen göçmen yüzlerini sergileyen afişlerin de hiçbir anlamı ve faydası yok. Bu insanlar iş sahibi olmalılar ki gülümsemelerinin bir anlamı olsun.

MOCCA:Fakat tek sorun iş alanında yaşanan sıkıntı değil ki. Göçmen statüsü hep bir engel teşkil etmekte. Zira burada doğup büyümüş, tahsilini burada yapmış, yani tamamen bu toplumun bir parçası olmuş işsiz göçmen akademisyenler var, JobCenter bunları entegrasyon kurslarına göndermekte. Peki ya buna ne demeli?

Mengelkoch: Evet. Bu çok aptalca. Bu sistemde bir arıza. Tabii ki onlar onlara yeniden iş hayatına atılmayı kolaylaştıracak kurslara gönderilmeli. Hatta Göç ve Mülteci (Flüchtling) Bakanlığı şimdi bir adım attı ve konuyla ilgili bir program başlattı. Fakat akademisyenler için bu daha pek tatmin edici değil. Bu girişimler çoğu zaman çok kabaca tasarlanmış olmakla beraber bazen okul mezuniyeti bile olmayan insanlar akademisyenlerle aynı kurslara giriyor. Bu hiçbir işe yaramaz.

MOCCA:Bu durumda çok daha sıkı girişimlerde bulunmak gerekmez mi? Çünkü bu entegrasyon sürecinde açıkca bir geri adımdır ve mesafeyi arttırmaktadır.

Mengelkoch: Evet. Çok daha akıllıca ve cesur manevralar yapılmalı. Zekice tasarlanmış taslaklar değil eksik olan – siyaset ve yönetimde ikna edebilen, sözünü geçirebilen dahi insanlar eksik. Para fazlasıyla mevcut. Ama bu para JobCenter ve başkaları tarafından bekleme kuyruklarında harcanıyor. Ve öte yandan kuralların değişmezliği sistemi tıkamaktadır. Biz meslek sahibi olan ve olmayan insanları önce devlet yardımına muhtaç hale getirtiriyoruz ve sonra besliyoruz. Bu yanlış bir politikadır. Bu daha önce de sözünü ettiğim bürokratik tıkanıklıklardan birisidir. Bunu değiştirmeliyiz.

MOCCA:Sayın Mengelkoch, bu çok ilginç söyleşi için teşekkür ederiz. Son olarak okurlarımıza hangi mesajı vermek istersiniz?

Mengelkoch: Paylaşım, etkileşim ve tartışma! Bizim ortak bir tartışma kültürüne ihtiyacımız var. Yani birlikte tartışma edebilmeliyiz. Kafaları birleştirip çıkarlarımız için gerekli olan ortak noktaları tesbit edip medenice pazarlık yapabilmeyi öğrenmeliyiz.

Röportaj: Hureyre Kam
Tercüme: Hüseyin Bozkurt
Tashih: Zülfikar kam
Son Kontrol: Önder Coştan

ha-ber.com

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.