Prof. Dr. O. Can Ünver

Prof. Dr. O. Can Ünver

27 Mayıs 2018 Pazar

    SOLİNGEN’İN 25. YILINDA ALMANYA

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    SOLİNGEN’İN 25. YILINDA ALMANYA
     
    Solingen faciasının üzerinden tam 25 yıl geçti. 29 Mayıs 1993 günü bu kentte faşist katillerin katlettiği beş günahsız vatandaşımızın (Gülsün İnce, Hatice Genç, Hülya Genç, Saime Genç ve Gülistan Öztürk) dinmeyen acılarını yüreklerimizde hissediyor ve onları rahmetle anıyoruz.

    Solingen bir ilk değildi, son da olmadı. Bir rastlantı sonucu gün yüzüne çıkan NSU teröristlerinin cinayetleri ve belki de üstleri şu veya bu şekilde örtülen başka cinayetler günümüzde Almanya’nın yüzleşmek zorunda olduğu bir iç sorunudur. Ne var ki, bu ülkenin demokrasisi ve kamusal huzurunu da ciddi biçimde tehdit eden, şiddete başvurmaktan çekinmeyen, şiddeti oluşturduğu kamuoyu ile teşvik eden aşırı sağcı siyasal akımlarla ciddi bir mücadele bugün ne bürokrasi ve siyaset ne de yargı kurumları tarafından ciddiye alınmamaktadır. Nitekim Almanya parlamentosunda ana muhalefet konumuna kadar yükselen AfD’ye bakacak olursak adeta bir kabullenme, içine sindirme ve aşırı sağa meşruiyet kazandırma kültürü bu ülkenin iç siyasetinde egemen olmaya başlamıştır. Yazdığı Türk ve göçmen karşıtı kitapla satış rekorları kıran ve SPD üyeliğinden çıkarılmasına dahi ihtiyaç duyulmayan demagog Sarrazin, AfD adına parlamentoda konuşmaya davet edilebilmektedir. Yıllardır bıktırıcı biçimde devam eden ve sonuna gelinen, ancak kimseyi tatmin etmeyecek olan NSU davasında ortadan kaldırılan belgeler, “intihar” eden tanıklar ve devlet kurumlarının üstü örtülen rolleri aşırı sağcı şiddetle mücadelenin başarısızlığını en açık biçimde göstermiştir. Bu da Almanya’daki durumun ne denli vahim olduğunun en somut kanıtıdır.

    2015 yılında yayınladığım “Alman Kışı” kitabımda Almanya’daki ırkçılığı ele almış, “Nasyonal Sosyalist Yeraltı” teröristlerinin cinayetlerinde bazı devlet kurumlarının mensuplarının en fazla “ihmalinin” olduğunu, bunların sistematik ve kurumsal paylarının bulunmadığını ileri sürmüştüm[1].

    Polisin ilk cinayetten itibaren maktullerin ailelere karşı takındığı kuşkucu ve suçlayıcı tavır bile bu düşüncemi değiştirmemişti[2].

    Demokratik bir hukuk devletinde, hele Almanya’da bu türden bir devlet tavrı olamazdı. Şimdi bu düşüncelerimde yanılmış olabileceğim kuşkusunu taşıyorum. Dava sırasında olan biteni görünce meselenin o kadar da basit olmadığı anlaşıldı. “NSU davasının müdahil avukatlarından Mehmet Daimagüler savunmasını içeren “Kızmak Yetmez” adlı kitabında “Alman devletinin aşırı sağ terörle mücadelesinde başarısız olduğunu” açıkça yazmış ve artık bu gidişata “halkın dur demesi” gerektiğini vurgulamıştır[3].

    Fakat acaba halen kamuoyunda bir çığ gibi büyüyen Türk ve Türkiye aleyhtarlığının böyle bir mücadeleye izin vermesi mümkün müdür? Bence sürekli açık veya gizli biçimde desteklenen terör örgütlerinin etkisiyle köpürtülen nefret ortamı sadece aşırı sağın ekmeğine yağ sürmekte, ana akım siyaset kurumu da buna seyirci kalmaktadır. Bu yüzden de aşırı sağ parti Almanya Federal Cumhuriyeti’nde bugüne kadar görülmemiş bir başarı kazanmış ve Neonazi hareketine karşı çıkmanın kendisine oy kaybettireceğini düşünen “merkez” partileri popülizmlerinin kurbanı olmuştur. Bu popülizmin Almanya’da başta Türkler olmak üzere diğer (özellikle Müslüman) göçmenlere verdiği huzursuzluk ve güvensizliğin yanında tüm toplumu da etkileyeceği hiç dikkate alınmamaktadır.

    Dediğim gibi, Solingen faciası bir ilk değildi. 1988’de Schwandorf’da, 1992’de Mölln’de yine Türkler gece uykularında faşist katillerce yakılarak katledildiler. Hatırlıyorum, Schwandorf’da CSU’lu belediye başkanı bu kundaklamanın “Neonazilerin işi olmadığını” kanıtlamak için büyük çaba sarf etmişti. Mölln’deki kundaklamadan sonra Schleswig-Holstein’ın demokrat halkı tepki ve mağdurlarla dayanışma gösterdi. Fakat anlaşılıyor ki, bu tepkiler asıl önlem alması gereken devlet kurumlarının üzerinde bir tesir bırakmamış. Bıraksaydı Solingen faciasını yaşamazdık. Hatta faili veya sebebi meçhul bazı başka ölüm vakaları da olmayabilirdi.

    Oy kaygısı ile aşırı sağa prim veren popülizmin Almanya’ya özgü olmadığını biliyoruz. Avusturya, Hollanda ve bazı İskandinav ülkeleri, bu tuzağa düşmüş durumdalar.  “Zamanın ruhu” (Zeitgeist) deyip geçenler de var, bununla etkin mücadele edilmesini talep edenler de. Aslında geç kalınmakta ve yeni trajedilerle karşılaşma olasılığı hiç kaybolmamaktadır. Almanya, en büyük Türk kitlesinin yaşadığı, üstelik de bu kitlenin uyumlu, yasalara saygılı ve barış içerisinde on yıllardır topluma katkı sağladığı bir ülke. Bu ülkedeki insanları ve toplumun genel huzurunu bozacak oluşum ve gelişmelere göz yummanın kimseye yararı olabilir mi?

    Almanya aynı zamanda kendi iç huzurunu tehdit eden bu meselede bile bozulan Türkiye ilişkilerini de devreye sokmakta ve Solingen anma toplantısına katılacak Türkiye Dışişleri Bakanı’nın Almanya’ya gelişini dahi tartışma konusu yapmaktadır. Eski Cumhurbaşkanı ve bilge insan Johannes Rau’nun müşfik ve anlayışlı tutumundan sonra bugün nereye geldiğimizin acaba hiç farkında olan var mı? Rau’nun yangında canlarını yitiren Solingenli Genç Ailesi’ne nasıl “babalık” yaptığını anımsayan var mı? Bugün yitirdiği yurttaşlarını anma törenine katılması dünyanın en doğal işi olması gereken Türk bakanın tartışıldığı bir ortama nasıl gelindiğini görmek çok da zor olmasa gerek. Son iki yıldaki Alman basınına bir göz atmak yeter bunun için.

    Velhasıl Solingen’in 25. yıl dönümünde durum hiç de iç açıcı değil. Sürekli olarak Türkiye’yi ve Türkleri tartıştıran, rasyonelliği duygularıyla yer değiştirmiş bir medya ve onun peşine takılmış olan siyaset kurumu ile durumun düzelmesini beklemek gerçekçi olamaz. Almanya’da faşist terörün kurbanı olan herkese rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yetkililerle onları yönlendirenlere de acilen akıl fikir temenni ediyor, bir daha böyle acılar yaşamamızı diliyorum.

    Doç. Dr. O. Can Ünver

     
    [1] O. Can Ünver (2015), Alman Kışı. Neo-Liberal Çağın Almanya’sında Irkçılığın Hedefindeki Göçmenler. Nika Yayınevi. Ankara
     
    [2] Semiya Şimşek (2013) Schmerzliche Heimat. Deutschland und der Mord an meinem Vater. Mit Peter Schwarz. Rowohlt. Berlin
     
    [3] Mehmet Daimagüzler (2017), Empörung reicht nicht. Unser Staat hat versagt. Jetzt sind wir dran. Lübbe. Köln