20 Haziran 2025 Cuma
DMM'den Fatih Altaylı'nın tutuklanmasına ilişkin açıklama:
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Açlık, yoksulluk, sosyal-siyasal haklardan yoksun iş güvencesi ve güvenliğinden mahrum, ekonomik zorluklar altında inim inim inliyorlar.
Özel hastane ve özel okulların sırtları sıvazlanırken, ülkenin omurgası olan sağlık ve eğitim alanlarında sürdürülen siyasallaşma sağlık ve eğitimde çözümsüzlüğü derinleştiriyor.
Çalışanların, işsizlerin, emeklilerin maaşları ev kiralarına yetmiyor. Eşit gelir dağılımı, herkes için adalet…, sorunlar birlikte mücadele edilerek çözülür.
1 Mayıs, yalnızca bir takvim günü değil; yüzyıllardır süren bir mücadelenin, emeğin, eşitliğin ve mücadelenin dayanışma günüdür.
Bugün Türkiye’de milyonlarca emekçi, hayatın her alanında üretmeye devam ederken, haklarını dile getirdikleri bu simgesel günün her yıl aynı keyfi yasaklarla gölgelenmesi artık kabul edilemez.
Meydanlara çıkmak, taleplerini haykırmak isteyen işçi ve emekçilerin karşılarında polis/jandarma barikatlar, kuruluyor. Emekçiler açısından yasın ve direnişin adı olan Taksim Meydanı inatlaşma tutumuyla on yıllardır işçi ve emekçiler kapatılıyor.
Emeği bastırmak değil, görünür kılmak gerekir
Devlet, üretimin temel gücü olan işçiden, emekçiden korkmamalı. Meydanlara çıkan işçi ve emekçiler geçmişlerinin yükünü taşıyan, geleceğe umut olan ülkenin onurlu insanlarıdırlar. Onları susturmaya kalkışma yeşeren umuda ayaz vurgunudur.
1 Mayıs 2025’te yasakçı anlayış değişmelidir. Taksim dâhil olmak üzere Türkiye’nin tüm meydanları, yolları, alanları emekçilere açılmalı; ülkenin dört bir yanında 1 Mayıs, birlik, dayanışma ve mücadele ruhuyla bayram coşkusuyla kutlanmalıdır. 1 Mayıs yasaklar, baskılarla, korkularla unutturulacak kadar yapay zeka üretimi değil. Nice karanlıklarda yol bulunmuş, rüzgara karşı yürünmüş, dalgalara karşı kulaç atmış, serden geçmiş, kökleri derinlerde, damarları dünyayı sarmış, dipten gelen dalgadır.
Geleceği emek belirler.
Bu toprakları inşa ve ihya edenler; işçiler, memurlar, sağlıkçılar, öğretmenler, mühendisler, kadınlar, gençlerdir. Onların sesi ne kadar kısılıyorsa, demokrasi o kadar zayıflıyordur. İşçi ve emekçiler ne kadar örgütlü bir güç olursa, ülkeler de bir o kadar ekonomik ve siyasal olarak güçlenir kalkınırlar.
Bugün, işçi ve emekçilerin; haksızlığa, hukuksuzluğa, emek sömürüsüne karşı, yan yana, omuz omuza birlik olmanın, iş, ekmek, özgürlük mücadelesinin ön saflarında yer almak için kendisiyle yarışması günüdür. Türkiye’nin işçi ve emekçileri: omuz omuza vererek, her sokağı, caddeyi, işyerini, meydanları, alanları; birlik, mücadele, emek ve dayanışmanın bayramı 1 Mayıs’ı coşkuyla kutlamalılar.
Meydanlar halkındır.
Gece, gündüz, karda, boranda, kavurucu sıcakta alın teri dökerek emekleriyle yaptıkları meydanlar, sokaklar, caddeler işçi ve emekçilere kapatılamaz.
İşçiler emekçiler kim?
Bu ülkeyi inşa edenler, ülkenin asıl sahipleridirler. İşçilere meydanları kapatanlar, yasak koyalar kim? İşçilerin emekçilerin vergilerinden maaş alan devlet memurlar.
Mesele ne?
Hiç!
Asıl mesele:
Bugüne kadar uygulanan yasaklardan, yaşanılan arbedelere karşı işçi ve emekçilerin; emek sömürüsü, hak, hukuk mücadelelerinin direncininin daha çok güçlenmesine tahammülsüzlük inatçı ve yasakçı anlayışın sürdürülmesinden kimse kazançlı çıkmadı.
Ne oldu?
Türkiye kaybetti! Türkiye’nin kaybetmesi Türkiye halklarının kaybetmesidir. Yoksulluk her geçengün derinleşirken; iş, ekmek, özgürlük mücadelesi kendi doğası içinde güçleniyor.
Sonuç olarak!
İşçilerden emekçi devlet yönetimlerinde söz sahibi olmaktan uzaklaştırıldıklarından devleti yönetenlerle işçi ve emekçiler arasında sınıf farkı ortaya çıkar. Yaşam alanları, yaşam şekilleri, beslenmeleri, giyimleri, konumları, söz hakları, eşit yurttaşlık hakları ortadan kalkar. Eşit gelir dağılımı, herkes için adalet, eğitim, sağlık hakkı ortadan kalkar. Ülke yönetimini ele geçirenler sermaye sahipleri olurlar. Yasaları, yönetimi kendileri belirler, çalışanlarını adeta köleleştirirler. Bu sistemi kabullenenler ülkelerin yoksul halkları olurlar.
Kuşkusuz işçi ve emekçilere düşen sorumluluk: Birlik, dayanışma ve mücadele geleneğini sürdürerek, üretimden gelen güçlerini kullanmak, ülke yönetiminde etkili ve yetkili olmaktır.
Hadi hayırlısı…