20 Haziran 2025 Cuma
DMM'den Fatih Altaylı'nın tutuklanmasına ilişkin açıklama:
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Türkiye kıyılarında son yıllarda siyasi ve sermaye gücüyle derin bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşüm ne doğal bir afetin sonucu ne de açıkça ilan edilmiş bir değişim süreci. Bu, kamusal alanların özel sermayeye devredildiği, doğanın metalaştırıldığı bir işgalin adıdır. Bu işgal çıplak gözle sahillerde izleniyor.
Sahilin çitlerle çevrilip halkın dışlanması
Anayasa ve Kıyı Kanunu açıkça belirtir: Sahiller halkındır, özel mülkiyete konu olamaz. Ancak bugün Ege’den Akdeniz’e, Karadeniz’den Marmara’ya kadar uzanan kıyılar otellerin, beach club’ların, marinaların…, parsellediği alanlara dönüşmüş durumda. Plajlar çitleniyor, girişlere turnikeler, özel güvenlik konuluyor, halkın denize ulaşması paralı, “izinli” hale getiriliyor.
Bu sadece bir çevre meselesi değildir. Bu, doğaya erişim hakkının gaspı, hukuk tanımama, yasaları hiçe sayma, aynı zamanda ortak değerler üzerinde sınıfsal bir ayrıştırmadır.
Ekolojik talan!
Kıyı işgalleri sadece sosyal bir adaletsizlik yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda ekosistemlere de ağır zararlar veriyor. Sahillerin doğal yapısı, kumullar, lagünler, deniz canlılarının üreme alanları, otel inşaatları ve yapay düzenlemelerle tahrip ediliyor. Denizin ritmini bilen her yerli size söyleyebilir: “Eskiden burada carettalar yumurtlardı.” Bugün o alanlarda sahne kuruluyor, kokteyl veriliyor, ve doğa susturuluyor.
Özelleştirme!
Özelleştirme artık sadece fabrikaların satılması, yol, köprü, okul, hastaneler, maden ruhsatlarının devredilmesiyle sınırlı değil. Bugünün neoliberal politikaları, yaşam alanlarımızı ve doğal varlıklarımızı sermayenin hizmetine sunan yeni kapılar aralıyor. Sahiller resmi, gayri resmi olarak: Birkaç şezlong, bir DJ kabini ve bir VIP alanla kamu alanı korsan yöntemlerle özel mülkiyete dönüşüyor. Bu gelişmelere duyarsız kalanlar, bu talanı, hukuksuzluğu, işgali “hizmet” sanıyor.
Karşı durmak!
Bu topraklarda hala doğayı savunmak için direnen insanlar var. Sahil işgallerine karşı yerel inisiyatifler kuruluyor, hukuki mücadeleler veriliyor, Toplumsal dayanışma büyüyor, çevreci oluşumlar kamuoyu oluşturuluyor. Bugün sermayenin gücü hukukun üstünlüğünü hiçe satarak, halkın direncini kıracak siyasi destek alıyor. Bu gücü halkın haklı gücüne dönüştürmek için, yarınlara daha örgütlü, daha güçlü hazırlanmak gerek.
Ne yapmalı?
Kıyılar, sadece deniz değil!
Kıyılar aynı zamanda bir kültürdür. Bir çocukluğun, bir yaz tatilinin, bir balıkçının, bir göçmen kuşun hafızasıdır. Onları kaybedersek, sadece denize değil, bir kimliğe de veda etmiş oluruz.
Bu yüzden, sahil işgalleri sadece sahillerde yaşayanların, çevrecilerin değil, Türkiye halklarının meselesidir.
Sonuç olarak…
Deniz bir lüks değil, haktır. Sahillerin çitlerle, şezlonglarla, masalarla, rezervasyonlarla işgal edilmesine izin vermeyelim. Sahiller halka aittir ve öyle kalmalıdır. Sahil ve deniz bir manzaranın çok ötesidir. Korunup yaşatılması gereken ortak geleceğimizdir. Ortak gelecek ancak birlikte mücadeleyle savunularak kendi doğası içinde yaşatılır.
Hadi hayırlısı…