TURİZM GEMİSİ BATTI, KAPTAN AÇIK BÜFEYİ TERK ETMİYOR!

TURİZM GEMİSİ BATTI, KAPTAN AÇIK BÜFEYİ TERK ETMİYOR!

ABONE OL
23:50 - 10/06/2025 23:50
TURİZM GEMİSİ BATTI, KAPTAN AÇIK BÜFEYİ TERK ETMİYOR!
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bir zamanlar Avrupa’nın dört bir yanından turist akınına uğrayan Türkiye, bugün ne yazık ki turizm alanında bir çöküşün eşiğinde. Göz alıcı plajları, zengin tarihi mirası ve eşsiz doğasına rağmen Türk turizmi artık beton yığınlarının, sahte içkilerin ve vasat kalitedeki açık büfelerin cenneti haline geldi. Oteller büyük ama ruhsuz, personel bol ama eğitimsiz, yemekler çok ama tatsız. Kısacası her şey var ama hiçbir şey yok.

Bu tabloya baktığımızda, kaptanın hâlâ açık büfenin başında olduğunu görüyoruz. Gemi batıyor ama büfede dondurmanın eriyip erimediğiyle ilgileniyoruz. Oysa etrafımızda, aynı coğrafyanın sunduğu nimetleri çok daha iyi değerlendiren ülkeler var. Hırvatistan, Yunanistan, Arnavutluk ve Karadağ… Hem daha ucuzlar, hem daha kaliteli. Üstelik turisti müşteri değil, misafir olarak görüyorlar.

Türkiye ise turiste bir “paket” satıyor. Girişte bilekliğini takıyor, üç öğün yemeğini veriyor, havuza sokuyor ve bir hafta sonra evine uğurluyor. Ne çevreyi tanıyor, ne kültürü öğreniyor, ne de bir deneyim yaşıyor. Turist otelden dışarı adım atmadan, klimalı kafeste konaklayarak ülkesine dönüyor. Böylece yerel esnaf para kazanamıyor, yöresel lezzetler tanınmıyor, gerçek Türkiye anlatılamıyor.

Bu kısır döngünün temelinde “her şey dahil” anlayışı yatıyor. Başta kulağa hoş geliyor olabilir: Sınırsız yemek, içki, eğlence… Ama bu sistemin maliyeti sadece ucuz etli iskender ya da 3. sınıf viski değil. Bu sistem aynı zamanda doğanın talan edilmesi, emek sömürüsü ve kültürel yozlaşma anlamına geliyor.

Butik Otellerin Katli !

Oysa Türkiye için asıl umut, butik otellerdi. Yıllar önce Booking.com’un yasaklanması, bu küçük ama nitelikli işletmelerin belini kırdı. O dönem sessiz sedasız başlayan bir yıkım süreci, bugün artık yüksek sesle çınlıyor.

Butik oteller, doğayla uyumlu mimarileri, yerel malzemeye dayalı mutfakları ve kişisel ilişkiler üzerine kurulu hizmet anlayışlarıyla Türkiye’nin uluslararası alanda fark yaratabileceği en güçlü turizm kozuydu. Bu işletmeler, bölgenin ruhunu yansıtırdı. Sabah kendi yaptığı reçeli sunan bir teyze, bahçeden taze yumurtayı toplayan bir amca, gölgeye hamak kurup kitap öneren bir genç… İşte gerçek deneyim buydu. Bu insanlar sayesinde turist Türkiye’yi yaşardı.

Ama ne oldu? Biz küçük olanı küçümsedik. Girişimciliği, bireysel emeği, samimiyeti yok saydık. Dev zincir otellere teşvikler verdik, ruhsuz yapılara ruh satmaya çalıştık. “Turizm geliri” adı altında kişiliksiz bir sektöre dönüştük. Müşteriyi sadece sayılarla ölçen bir mantık benimsedik. Ve sonuç ortada: Tatilci memnun değil, çalışan mutsuz, doğa ise suskun.

Bir diğer büyük sorun da nitelikli insan kaynağı eksikliği. Turizm personeli sayıca fazla olabilir, ama bu kalifiye oldukları anlamına gelmiyor. Asgari ücretle, uzun saatler çalışan, sezonluk ve sigortasız istihdam edilen personel, ne yazık ki hem kendini geliştiremiyor hem de kaliteli hizmet veremiyor. Eğitimli turizm emekçileri ya başka sektörlere kaydı ya da yurt dışına kaçtı.

İşin dramatik yanı şu: Türkiye’nin dört bir yanında turizm ve otelcilik okulları var, ancak bu okulların mezunları ya sektöre giremiyor ya da girdikleri anda hayal kırıklığı yaşıyorlar. Çünkü sistem, liyakati değil ucuz iş gücünü tercih ediyor. Turizmde kaliteyi artırmanın ilk adımı, çalışanı insan yerine koymaktan geçiyor. Ama biz hâlâ personele “müşteri şikâyeti gelmesin de ne olursa olsun” gözüyle bakıyoruz.

Ve tabii doğa… Kıyılarımız artık betondan tanınmaz halde. Bir zamanlar caretta carettaların yumurtladığı sahillerde bugün şezlongdan geçilmiyor. Ormanlar kesiliyor, dereler kurutuluyor, koylar özelleştiriliyor. “Turizm yatırımı” bahanesiyle yapılan bu tahribat, sadece bugünü değil, yarını da yok ediyor.

Doğaya saygı duymayan bir turizm anlayışı, uzun vadede sürdürülemez. Hırvatistan gibi ülkeler bu dengeyi çok daha iyi kurmuş durumda. Kıyılarına sabit yapı yapılmasına izin vermiyorlar. Yat limanı yerine kano istasyonu kuruyorlar. Çünkü turistin doğayla bağ kurmak istediğini biliyorlar. Biz ise her boş araziye beton dökerek kendimizi kurtardığımızı sanıyoruz.

Tüm bu sorunlar bir araya geldiğinde Türk turizmi dev bir gemiye benziyor: Lüks, gösterişli ama yönsüz. Mürettebat yorgun, yolcular şaşkın, rotası belirsiz. Ve kaptan hâlâ açık büfenin başında! Hangi tatlı daha çok yenmiş, karpuz taze miymiş, dondurma yeterince soğuk mu… Bunlarla meşgul. Gemi su alıyor ama kimse farkında değil.

Artık radikal bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. “Her şey dahil” yerine “herkes dahil” diyebileceğimiz bir anlayışa geçmeliyiz. Doğayı, kültürü, emeği, yerel halkı içine alan bir sistem kurulmadıkça, bu gemi karaya oturacak. Kaptan isterse hâlâ büfede dursun; ama bu yolculuk böyle devam edemez.

Butik oteller yeniden desteklenmeli, Booking.com gibi platformlar yeniden açılmalı, personel eğitimi milli bir politika haline gelmeli, doğa koruma turizmin ana şartı sayılmalı. Yoksa elimizde kalan tek şey, boş tabaklar ve yıkılmış bir sektör olacak.

Inal

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP