Kur’an aileye bir kurum gözüyle bakar. Toplumun üzerinde yükseldiği önemli bir kurumdur, yani toplumun temelidir. Bir kadın bir de erkek bu ailenin çekirdeğini oluşturur. Bu çekirdek evlilik yolu ile oluşur ve kanunlar ile korunur. Evlilik bağı, bir insanın hayatındaki en önemli ve ciddi bağlardan biridir. Bu yüzden evlilik ve aile kurumları, hem bireylerin hem de toplumun huzuru ve sürdürülebilirliği için dikkatle korunmalıdır.
Bir toplumun sağlıklı ve dengeli bir şekilde gelişebilmesi için aile kurumunun sağlam temeller üzerine inşa edilmesi gerekir. Aile, bireylerin ilk sosyal deneyimlerini yaşadığı, değerleri ve kültürleri öğrendiği, sevgi, saygı ve sorumluluk gibi duyguların geliştiği bir yer olarak çok önemli bir kurumdur.
Ailenin birliğini ve dirliğini tehdit eden her türlü değişiklik, hem bireylerin hem de toplumun geleceği açısından büyük riskler taşıyabilir. Bu bağlamda, aileyi korumak ve evliliği ciddiyetle ele almak, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluktur. Evlenecek kişilerin dikkate alması gereken bazı hususları şöyle sıralayabiliriz:
Kültürel yakınlık ve görgü kuralları
Evlenecek çiftlerin kültürleri birbirlerini okşamalıdır. Mesela; Karadenizli bir erkekle, Egeli bir kız mümkünse evlenmemelidir. Mutfak kültürü farklıdır, müzik kültürü farklıdır, espri anlayışları farklıdır, dilleri/ şiveleri değişik-tir, misafire karşı tutumları başkadır.
Mümkünse, köyde doğmuş büyümüş biriyle, şehirde yetişmiş biri de evlenmemelidir.
Hele hele Avrupa’da doğmuş büyümüş biriyle, Türkiye’de veya başka bir ülkede doğmuş büyümüş birisi hiç evlenmemelidir. Önce bu gençlerin birbirleriyle evlenmemesi gerektiği tutarlı bir şekilde kendilerine anlatılmalıdır. Gönül ferman dinlemediyse o zaman yapacak fazla bir şey yoktur. Sadece daha dikkatli davranılmalıdırlar.
Bazen de akrabalar mirasın dağılmaması için sırf bu yüzden çocuklarını evlendirmek isterler, bu da yanlıştır.
Bazı yörelerde, gelinin erkeğin ailesine hizmet etmesi beklenir, bazı yörelerde de gelin eşinin hizmetçisidir. Bu tür beklentiler de yanlıştır ve çatışmayı beraberinde getirir. Kimse kimsenin hizmetçisi değildir, olamaz da. Ancak, eşler kendi istekleriyle, aile içerisindeki huzurun devam etmesi için, birbirlerine yardım ederler, edebilirler, hatta etmelidirler. Hiçbir zaman bu yardımlar taraflardan birinin diğerine karşı görevi olarak algılanmamalıdır. Aile içi dayanışma olarak anlaşılmalı ve görülmelidir.
Kültür farklılıklarına rağmen, ilerisi düşünülmeden yapılan evliliklerde, sevgiden ziyade cinsellik ön planda tutulduğu için veya tutulacağı için, eşlerin mutlulukları çok kısa sürecek ve eşler çok geçmeden birbirlerinde günlük yaşamla ilgili olgunluk, saygı, yardımlaşma gibi başka şeyler aramaya başlayacaklardır. Ne yazık ki bu arayış, önlem alınmaz ise kısa süre sonra arzu edilmeyen sonu hazırlayan bir arayış olacaktır.
Çünkü bu evlilikler genellikle uzun soluklu olmaz. Bu şekilde yapılan evliliklerin sıkıntısını çocuklar çekerler. Tabi ki bu söylediklerim yüzde yüz doğrudur şeklinde ele alınmamalıdır. İstisnalar her zaman olacaktır ama istisnalar üzerine evlilik müessesesi bina edilemez.
Ehlikitapla evlilik
Burada önce Ehlikitap kavramı üzerinde durmak gerekmektedir. Kimdir Ehlikitap, niçin o insanlara Ehlikitap denilmiştir? Müşriklerle, dinsizlerle, kâfirlerle aralarında ne fark vardır? Önce bu durumun açığa çıkması gerekir ki, evlilik müessesesi ile ilgili verilen hükümler yerine otursun.
Ehlikitap: Vahye muhatap olmuş topluluk demektir. Ve bu anlamda her topluluk kitap ehlidir.[1] Ancak Kur’an’ın, Hz. Peygamberin ve fukahanın ortak kullanımıyla Ehlikitap deyimi, Yahudiler ve Hristiyanları ifade eder.
Kur’an Ehlikitabı mutlak düşman olarak göstermemekte, tam aksine tevhit gerçeğinin egemenliğini sağlamada işbirliğine çağrılan bir uyum unsuru olarak değerlendirmektedir. Ehlikitap bir nevi kıskanç âsî kardeşler topluluğudur.[2]
Ehlikitap içerisinde tevhid inancına sahip olanlar olduğu gibi onların arasında kâfir olanları da vardır. Kur’an tevhid inancına sahip olanları övmektedir. “Ehlikitabın hepsi aynı değildir. Onlardan bir zümre vardır ki Allah’ın âyetlerini geceler boyu okurlar ve onlar secdeye kapanırlar. Onlar Allah’a, ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder kötülükten yasaklarlar ve hayırlı işlerde yarışırlar. İşte onlar barış ve iyilikseverlerdendir. Onların hayır adına yaptıkları hiçbir şey inkâr edilmez, örtülmez. Allah takva sahiplerini çok iyi bilmektedir.”[3] Onların yemekleri yenir, kestikleri ve avlandıkları hayvanlar da yenir.[4] Doğaldır ki, bu yiyeceklerin Müslüman’a yasaklanan cinsten olmaması gerekir.
Dînî yüceliş ve gelişme, vicdanların parçalanma-dağılma ifade eden özelliklerinde değil, toplu ve birlik olmalarında ve çerçeveyi geniş tutmalarındadır.[5] Kısacası Ehlikitabın tamamı, ebedi kurtuluşu yitirmiş kâfirler değildir. Onların Allah’a ve âhirete gereğince inananlarının “amelleri inkâr olunmaz, karşılıksız kalmaz.” Onların öyle ahlâk ve fazilet sahibi olanları vardır ki, “ona kantarlar çekisiyle altın gümüş emanet etsen, onu sana aynen iade ederler.” Bunu söylemek, “onlar içinde kendisine emanet edilen bir dinarı bile geri vermeyen” kötü ruhluların varlığını inkâr ile onların hepsini aklamak değildir. Ama Kur’an öyle diyorsa o öyledir. Bize düşen Kur’an’ın tespitlerini kendi egomuzun ve geleneklerimizin kabullerine uydurmak için tahrif değil, Allah’ın beyanlarındaki sırra ermek olmalıdır. Yoksa hiç kimse Ehlikitap, Batılı emperyalist sömürgecileri aklamanın gayreti içerisinde değildir. Bize Kur’an’ın söz aldığı yerde susmak düşer. Ancak bu suskunlukta akıl dışlanmamalıdır. Aklın ve şartların önümüze koyduğu zorunlu açıklamalar, değerlendirilmeler bizim nefsimize ağır gelse de bunu yapmak zorundayız. Bu değerlendirmeler düşman bildiklerimize bağış, merhamet, hatta övgü getirse de bu görüşleri saygıyla karşılamalıyız. Çünkü Kur’an’da konuşan Allah’tır; Allah’a “niye böyle, konuştun, böyle yaptın?“ demeye gelecek tavırlara girmek Müslüman için bahtsızlıktır.[6]
Unutmamamız gerekenler vardır. Mesela; Mekkeli müşriklerin zulmünden kurtulmak için Müslümanlar Ehlikitap olan Habeşistan Kralı Necaşi’ye emanet edilmiştir. Medine döneminde ise Yahudiler Medine’den sürülmüşlerdir. Son inen sure olan Maide suresinde de Müslümanlar, Ehlikitap ile evlenmeye ve aynı sofrada yemek yemeye davet edilmiştir. Görüldüğü gibi Kur’an’ın Ehlikitapla ilgili açıklamaları birden inmiş değildir. 23 senelik süre içinde inmiştir. Ehlikitapla olan ilişkiler bu süre içinde gelişen olaylar, Kur’an buyruklarının biçimlenmesine tesir etmiştir. Bu konuda değerlendirme yaparken süreç mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
Ehlikitabı böylece tanıdıktan sonra gelelim Ehlikitapla evliliğe
Ehlikitap olan bir kadınla, Müslüman olan bir erkeğin evlenmesi konusunda bir problem yoktur. Mâide Suresi’nin beşinci âyeti oldukça açık bir beyanla bu evliliğe onay vermektedir. Ehlikitap kadının evlenmek için din değiştirmesi, yani İslâm dinini sadece evlilik için din olarak seçmesi gerekmez, kendi dininde kalabilir, kilisesine, havrasına gider, ilâhisini okur, diğer ibadetlerini yapar, inandığı şekliyle Allah’a kulluğa devam eder. Allah’ın bir olduğuna inanıldığı müddetçe ibadetlerdeki olan farklılıklar evliliğe mâni değildir. İşin doğrusu budur. Peygamberimizin eşi Safiyye bint-i Huyey bin Ahtab Yahudi’dir, peygamberimiz ona dinini değiştirmesi gerektiğini söylememiştir. Rivayet edildiğine göre ölene kadar da Yahudi kalmıştır. Mirasını da Yahudilere bırakmıştır.
Ehlikitap bir kadınla evlenmek isteyen bir Müslüman erkeğin, kadını, hemen bir hocaya/ müftüye götürerek, papazın önünde günah çıkartır gibi, şehadet kelimesini söylettirmesi, dînî nikâh kıydırma gibi saçma bir ayin düzenlemesi[7]tamamen bilgisizliğe dayanan bir gelenek seremonisidir. Kadın din olarak İslâm’ı seçecekse bile bu seçim şuurlu bir bilgiye, araştırmaya ve hür iradeye dayanmalıdır. Sadece evlilik için Müslüman olunması gerektiği şeklindeki dayatmayla olan din seçimini Kur’an reddeder. Din, içinde ikiyüzlülük olan evlilikten dolayı kerhen yapılmış bir din seçimini de reddeder; çünkü Kur’an Ehlikitapla evliliğe zaten onay vermiştir. Tiyatroya gerek yoktur. “ Mü’min kadınların hür olanlarıyla/ iffetlileriyle, sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanların hür/ iffetli olan kadınları da mehirlerini vermeniz, zinadan uzak kalmaları ve şunu bunu dost tutmamaları şartıyla size helâldir.”[8] Nokta konmuştur. Noktayı koyan Allahtır. Allah’a dinini öğretmeye kalkmanın anlamı yoktur.
Böyle bir uygulamayla: İslâm dînînin son semavî din olduğu, diğer semavî dinlerin aslının bozularak yozlaştırıldığı anlatılmak isteniyorsa; Müslüman erkek bu düşüncesini yaşantısıyla bütünleştirmeli, sözüyle, metazori evlilik dayatmasıyla değil; anlayışıyla, yaşantısıyla ortaya koymalı ve öylece eşine örnek olmalıdır. “Hocanın önünde Müslüman olduğunu söyle de ondan sonra ne yaparsan yap, nasıl yaşarsan yaşa, baksana bana içki de içiyorum, zina da yapıyorum, her türlü alavere dalavere de var bende ama ben Müslümanım” der gibi bir anlayışla evliliğe yaklaşmak, daha işin başında, sanki İslâm’ın sahtekârlığa yeşil ışık yaktığı imajını karşı tarafa vermek olur ki; kaş yapacağım derken göz çıkarılmış olur. Bu, İslâm dînine ve Müslümanlara yapılan en büyük hakarettir, kötülüktür.
Öte yandan; İslâm’ı yaşadığını söyleyen, ancak kulaktan dolma bir bilgiyle veya geleneklerden oluşan bir dînin gözüyle, öğretisiyle, İslâm’î şuurdan uzak bir anlayışla bu uygulamayı yapan bir Müslüman erkeğin yaklaşımıyla meseleye bakarsak; yapılan şey birinci örnekteki erkeğin yaptığı şeyle aynı olacaktır. Ancak bu sefer İslâm’ın sahtekârlığa pirim veren bir din olduğu değil de insan haklarına, kadın haklarına önem vermeyen bir din olduğu anlatılmış olacaktır. Bu anlayışın sahibi de kadını; İslâm’ın emri diye tesettür adı altında çuvalın içerisine tıkacak, evden dışarı adım atmasına müsaade etmeyecek, kafası bozulunca bir çırpıda boşadım seni diyerek kapının dışına koyacak ve her türlü dünya zevkinden mahrum edecektir. Sonuçta hiç ilgisi olmadığı halde fatura yine Kur’an’a kesilecektir. “Ha arap Hasan, ha kara Hasan” ne farkı varki. İki durumda da Hasan siyahtır.
Ehlikitap bir kadınla yapılan evlilik için bu kadar gürültü koparan gelenekçi/ çıkarcı zihniyet, Müslüman bir kadının Ehlikitap bir erkekle evlenmesine hiç tahammül edemez. Kur’an’a rağmen hükümler vererek, başköşeye oturmakta hiç vakit kaybetmez. Hemen başlar incileri dizmeye:
– “Biz kitap ehli olan kadınlarla evleniriz, ancak onlar bizim kadınlarımızla evlenemezler. “
– “Müslüman kız veya kadın, Müslüman olmayan bir erkekle hiçbir suretle evlenemez. Çünkü çocuk babaya tâbidir. Müslüman kadın, kitap ehli bir erkekle evlendiği takdirde doğacak çocuklar, küfürle bulanmış bir dîne sokulmuş olurlar.”
– “Müslüman kadınların dince kendilerinden aşağı olan erkeklerle evlenmeleri caiz değildir, bu konuda oybirliği vardır. Başka türlü de olamaz. Çünkü İslâm tamdır. Tahrifata uğramış diğer dinler eksiktir. Eksikten tama geçilir ama tamdan eksiğe geçilmez. Erkek ailenin reisidir. Nesil erkeğe bağlıdır. Çocuklar babanın dîni üzere yetişir. Hristiyan bir erkekle evlenen Müslüman kadından doğan çocuklar Hristiyan olur.”
– “Müslüman erkek, Yahûdî ya da Hristiyan kadının dînine saygı gösterir. Çünkü onların peygamberlerine de inanır, kitaplarını da kabul eder. Fakat gayrimüslim erkek, İslâm Peygamber’ine inanmadığı için Müslüman kadının dînine de saygı göstermeyebilir. Hâsılı Müslüman kadının, gayrimüslim erkeklerle evlenmesi, İslâm’ın şevketine, İslâm ümmetinin şerefine aykırı olduğu için İslâm şeraitinde bu tür evlilik haramdır, batıldır. Bu şekilde yapılmış nikâh geçersizdir. “[9]
Tamamen hissi duygularla kaleme alınmış bu sathi görüşlerin/ kararların masa başında alınmış kararlar olduğu konusundaki kanaatimiz tamdır. Böyle fetvaların sosyal amaçlı idarî/siyasî kararlar olarak verildiğini düşünmek bizleri rahatlatır. Ancak İslâm’ın hükmü budur demek oldukça hatalıdır. Ehlikitap bir kadınla yapılacak olan evlilikle ilgili hüküm, Müslüman erkeklere yönelik olarak Mâide Suresi’nin beşinci âyetinde yer almaktadır. Ehli kitap erkekleriyle ilgili Müslüman hanımlara yönelik bir yasaklamayı Kur’an yapmamıştır. Diğer inanç sahipleriyle ilgili yasaklamaları net bir şekilde ortaya koyan Kur’an bu konuda susmayı tercih etmiştir. Konuyla ilgili açık bir beyan ve uygulama sünnette de yer almamıştır. Kanaatimizce bu konudaki karar Müslüman erkeklerle ilgili kararın aynısıdır. Kur’an Müslüman erkeklerle ilgili evlenme serbestisini hangi sebepten dolayı vermişse, Müslüman kadınlarla ilgili serbestiyi de aynı sebepten ötürü vermiş demektir. Yani, Müslüman bir kadın Ehlikitap bir erkekle evlenebilir. Bu evliliğe mani bir hüküm yoktur. Fıkıhta kural şu şekilde konulmuştur: “Bir şey hakkında haramdır diye hüküm yoksa helâl mıdır diye araştırılmaz.”
Yukarıdaki yasaklamaya sebep olan endişelere baktığımız zaman, öyle kaale alınacak cinsten olmadığı görülecektir. Almanya’da yaşayan ve Avrupa Ülkelerini gezip dolaşan biri olarak benim gözlemlerim bu endişelerin yersiz olduğu doğrultusundadır. Öyle erkekler gördüm ki; tamamen, evlendiği Ehlikitap kadının emrine girmiş, onun kültürünü benimsemiş, çocuklarına hanımının istediği eğitimi vermekte adeta hanımıyla yarış içerisine girmiş, çocuklar için seçilen isimler de bile bu yarışı sürdürmekte bir beis görmemişlerdir. Hanımının eteğinin altında asimile olmuş Müslüman Türk ve Arap erkekleridir bunlar.
Öyle Müslüman Türk ve Arap kadınları da gördüm ki; Ehlikitap olan bir erkekle evlenmiş. Çocuklarına önce kendi lisanını öğretmiş, onları mensup olduğu dinin öğretileri doğrultusunda yetiştirmiş, onlara kendi seçtiği isimleri koyacak kadar kocası üzerinde etkili olmuş, kocasının sünnet olması konusunda bile taviz vermemiştir. İslâm’ın şartlarından olmadığı halde taviz vermemiştir. Eşinin kolları arasında asimile olmamış, güçlü ve kimlikli bir Müslüman kadını olarak ayakta kalmayı başarmış kadınlardır bunlar.
Bu kadınlardan oldukça fazla var Avrupa ülkelerinde. Ehlikitap bir erkekle evlenen bu Müslüman kadın için nikâhsızdır, bundan dolayı da zina yapmaktadır çocukları da gayrimeşrudur denilemez. Böyle bir yaklaşım oldukça insafsız bir yaklaşım olur. Kur’an’ın insanına böyle bir tavır yakışmaz. Bu durumda Allah’a rağmen hüküm konulmuş olur ki; gerçek Müslüman bu gibi hükümlerin uzağındadır.
Müslüman bir kadının; ben Müslümanlardanım demesinden başka hiçbir olumlu özelliğe sahip olmayan, her türlü gayrimeşru işlerin altında imzası olan, elinden ve dilinden herkesin rahatsız olduğu parazit, sünepe bir erkekle evlenmesi serbest olacak; fakat ben Ehlikitap bir erkeğim demesinin de ötesinde, Kur’an’ın övdüğü özelliklere sahip olan ve bulunduğu toplumda da elinden ve dilinden kimsenin rahatsız olmadığı dürüst ve saygılı bir inançlıyla evlenmesi yasak olacak bu kabul edilemez bir şeydir. Din bu konuda yasak getirmemiştir. Aklı olan ve bu aklıyla nakli anlamakta güçlük çekmeyen bir Müslüman art niyetli veya kıskanç değilse böyle bir evliliğe karşı tavır alamaz, kadını saf dışı edemez.
Kur’an’nın bütün boyutlarıyla tanıttığı ve mükemmel olarak da taktim ettiği din bu evliliğe onay verir. Dinin çifte standardı olmaz. Ve bitirirken diyorum ki:
“Kur’an’da kadınlar Ehlikitap erkeklerle evlenemez diye bir hüküm yoktur. Bu, müçtehitlerin içtihatlarına, zamanın şartlarına göre verilmiş idari bir hüküm olmalıdır. Hristiyan bir kadınla evlenmek nikâh akdini geçersiz kılmadığı gibi, Hristiyan bir erkekle evlenmek de geçersiz kılmaz.”[10]
Sonuç:
*Müslüman bir erkek Ehlikitap bir kadınla evlenebiliyorsa, Müslüman bir kadın da Ehlikitap bir erkekle evlenebilir.
*Kültürlü, kimlik sahibi bir Müslüman kadının, Ehlikitap bir erkekle evlenmesinde Kur’an açısından sakınca yoktur. Üstelik böyle bir evlilik yapanlar, tebliğ ve tanıtım amaçlı olarak takdir bile edilmelidir. Kültür, kişilik ve îman meselesinin üzerinde siyasî ve sosyol amaçlı olarak durulmasını şartlara bağlı olarak anlayışla karşılamak mümkündür. Ve böyle durumlarda, Müslüman bir erkeğin Ehlikitap bir hanımla olacak evliliğine de aynı çekince konulmalıdır. Ancak bu yasaklamalar siyasidir, İslâmâ meletmek yanlış olur.
*Benliğini yitirme veya doğacak çocuklara etki edip etmeme bir cinsiyet meselesi değil, bir iman, kültür ve kişilik meselesidir.
*Bazıları da diyor ki;” Bugün Ehlikitap yoktur. Ehlikitap olarak gördüklerimiz, kâfirlerdir, müşriklerdir.” Böyle bir düşünceye sahip olan Müslümanlar Ehlikitabın kadınlarıyla da evlenemezler. O pencereden bakıldığında onların da kâfir olduğu, müşrik olduğu görülecektir. Oysa Kur’an hem kadına hem de erkeğe kâfirle ve müşrikle evliliği yasaklamıştır.
Rüştü KAM
(Rüştü Kam’ın Kur’an ve Sünnet ışığında evlilik kitabından alıntıdır)
[1] Fatır 24
[2] Kur’an’ın Temel Kavramları, s.103; Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Yayınları, 1991.İst.
[3] Âli İmran, 113-115, 75,199; Bakara, 62; Mâide, 69; Hac, 40
[4] Mâide 5
[5] Elmalılı, Tefsir, 2/1132
[6] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’ın Temel Kavramları, s.116; Yeni Boyut Yayınları, 1991.İst.
[7] Nikâhın dînî olanı veya dînî olmayanı olmaz. Nikâh akittir, kamu otoritesinin belirlediği bir yöntemle yapılan bir akit evlilik için yeterlidir.
[8] Mâide, 5
[9] Konuyla ilgili geniş bilgi için, ilgili âyetlerin tefsirlerine ve fıkıh kitaplarındaki veya evlilikle ilgili yazılan kitaplardaki ilgili bölümlere bakabilirsiniz.
[10] H.Atay; Rapor, 44
ALMANYA
27 dakika önceGÜNCEL
30 dakika önceALMANYA
31 dakika önceASYA
31 dakika önceALMANYA
6 saat önceDÜNYA
6 saat önceAFRİKA
6 saat önce
“Mesela; Karadenizli bir erkekle, Egeli bir kız mümkünse evlenmemelidir. Mutfak kültürü farklıdır, müzik kültürü farklıdır, espri anlayışları farklıdır, dilleri/ şiveleri değişik-tir, misafire karşı tutumları başkadır. Mümkünse, köyde doğmuş büyümüş biriyle, şehirde yetişmiş biri de evlenmemelidir. Hele hele Avrupa’da doğmuş büyümüş biriyle, Türkiye’de veya başka bir ülkede doğmuş büyümüş birisi hiç evlenmemelidir. Rustu bey evlilik danismanlik burosumu acti? Veya sosylog mu oldu? Bu makalesinde yazdigi dil kahvehanelerdeki erkeklerin dedikodularina benzemis. “Titre ve Kendine don Rustu bey” diye biri bagirdi ben bu yorunu yazarken!