Ambalaj kültürünün göbeğinde yaşıyoruz. Eduardo Galeano’nun “Biz Hayır Diyoruz” adlı kısa ama derin metni, modern dünyanın yüzeyde parlayan, içerikte çürüyen hallerine güçlü bir karşı duruş. Galeano, sarsıcı bir şekilde ifade ediyor: “Evlilik sözleşmesi aşktan daha önemli, cenaze ölümden, elbise bedenden, ayin Tanrı’dan daha önemli.” Bu cümle sadece dört örnek sunar ama her biri bir çağın röntgenidir. Sadece bireysel hayatı değil, tüm bir toplumsal yapının, değerlerin nasıl ambalajlandığını, nasıl içi boşaltıldığını gözler önüne serer. Ve bu listeyi biz uzatabiliriz, uzatmalıyız.
Galeano’nun değindiği ilk örnek, evlilik sözleşmesinin aşkın önüne geçmesi. Artık insanlar bir araya gelirken, kalplerini değil noter tasdikli belgeleri konuşuyor. Aşkın sıcaklığına değil, mal paylaşım maddelerine güveniyorlar. Yalnızca “bir ömür boyu birlikte olmak” sözünün yüceliği değil, bu birliktelik biterse ne olacağının garantisi konuşuluyor. Aşkın özgürce geliştiği duygusal bir bağ değil; kurumsallaşmış, yönetmeliklere bağlanmış, hukukla çevrelenmiş bir düzenlemeye dönüşmesi… Bu, çağımızın aşkı nasıl tükettiğini gösteren çok çarpıcı bir örnek.
Cenazelerin ölümden daha çok konuşulması da bir başka tuhaflık. Bir insanın hayatı, yaşarken değil, öldüğünde nasıl uğurlandığıyla anlam kazanıyor. Kimse ölmeden önce o kişinin ne yaşadığını, neler hissettiğini, dünyaya ne kattığını sormuyor. Ama öldüğünde hangi camide tören yapıldığı, kaç kişinin geldiği, çelengin büyüklüğü, hatta imamın sesi dert ediliyor. Ölümün anlamı yerine cenazenin gösterisi konuşuluyor. İçerik değil, sunum konuşuluyor. Acının bile metalaştırıldığı, acının bile törensel dekorlarla süslendiği bir zaman bu.
Elbise bedenin önüne geçmiş durumda. Moda endüstrisi, insanı bir ürün haline getirdi. Artık insanlar, kendileri olmak yerine markalarla var olmaya çalışıyor. Hangi bedenin, hangi kıyafetin içinde olduğundan çok, hangi etiketin taşındığı önemli hale geldi. Hatta insanlar, bedenlerine değil, kıyafetlerine ayna tutuyor. Giyilenin ne kadar “trend” olduğu, ne kadar “like” aldığı konuşuluyor. İçinde yaşayan ruh, düşünen kafa, hisseden kalp geri plana itiliyor.
Ayinlerin Tanrı’dan daha önemli hale gelmesi ise dinin metalaşmasının bir örneği. İbadetler artık Tanrı’yla baş başa kalınan manevi anlar değil; başkalarına gösterilmek için yapılan ritüellere dönüştü. Oruçlar, iftar sofralarında çekilen pozlarla anlam buluyor. Namazlar, topluca kılındığında muteber sayılıyor. Din, içsel bir deneyimden çok, dışsal bir aidiyet gösterisine dönüşüyor. Tanrı değil, Tanrı adına konuşanlar önemli hale geliyor. İnanç değil, görüntü konuşuluyor.
Bu listeyi genişletelim…
Sertifika beceriden, mezuniyet töreni öğrenimden, anneler günü annelikten, 8 Mart kadınların gerçek mücadelesinden daha fazla görünürlük kazanıyor. Yılda bir gün hatırlananlar, o günler dışında yok sayılıyor. Şeklen kutlanan bu günler, içerikteki boşluğu daha da büyütüyor. Kadına şiddetin olduğu bir ülkede 8 Mart’ta çiçek dağıtmak, annesini huzurevine bırakan birinin anneler gününde pasta kesmesi bu çelişkinin canlı örnekleri.
Ödül başarıdan, ün karakterden, üniforma bilgiden, makam insanlıktan daha kıymetli hale geldi. Makam araçları, kartvizitler, rozetler… Hepsi birer ambalaj. İçinde kimin olduğu çoğu zaman önemli değil; dışındaki süs önemli. Koltukta oturanın ne düşündüğü, neyi savunduğu, hangi ahlaka sahip olduğu değil; kaç kişi önünde eğildiği konuşuluyor.
Ve medya çağında haber gerçekte, like sayısı doğrulukta, takipçi sayısı etkide, görüntü hakikatte değil. Bir görüntü, bir video, bir başlık… Tüm algımız bunlarla şekilleniyor. Gerçeği görmüyoruz, gösterileni izliyoruz. Gözlerimizi değil, kameraları takip ediyoruz. İnsanlar düşünmek yerine tıklıyor, sorgulamak yerine kaydırıyor.
Galeano’nun sözleri bir uyarı. Bu ambalajlanmış hayata, bu cilalanmış yalanlara karşı bir itiraz. Gerçeğin içten geldiğini, gösterilmek için değil yaşanmak için var olduğunu hatırlatıyor bize.
Ve işte orada, biz devreye giriyoruz.
Çünkü biz pazarlanan değil yaşayan insanlardanız.
Etiketle değil emekle değer bulan,
görünmek için değil hissetmek için var olan,
birbirinin gözlerine bakarak anlaşan,
sözleşmeye değil söze inanan insanlardanız.
Aşkı kalpten, ölümü sessizlikten, inancı samimiyetten bilenlerdeniz.
Ambalajları yırtıyoruz. Etiketi, süsü, cilayı kaldırıyoruz.
Altında kalan neyse, ne kadar kırık dökükse, o bizim gerçeğimiz.
Ve biz orada, tam da orada duruyoruz.
Bize “görün” diyenlere inat, biz “olun” diyoruz.
Çünkü bazı şeyler sadece yaşanır; gösterilmez.
Biz onu biliriz.
Ve hâlâ hatırlarız.
Yani, unutmadık.
Okan Bent Önok
ALMANYA
1 gün önceALMANYA
1 gün önceAVRUPA
1 gün önceALMANYA
1 gün önceALMANYA
2 gün önceALMANYA
2 gün önceAVRUPA
2 gün önce