BALKANLAR GEZİSİ (lV) KARLOFÇA

BALKANLAR GEZİSİ (lV) KARLOFÇA

ABONE OL
21:48 - 17/06/2024 21:48
BALKANLAR GEZİSİ (lV) KARLOFÇA
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

-Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turundan 2024-

-Belgrat’a kadar gelmişken, Karlofça’ya uğramadan geçip gitmek olmazdı. Tarihle yüzleşmemiz gerek dedik ve sabah erkenden yola koyulduk. Antlaşma çadırda yapılmış. İmzalar dört ay sonra ancak atılabilmiş. O çadırın yerine sonradan şapel yapmışlar.
Devlet-i Âliye, anlaşma için masaya oturduğu o çadırda ilk kez toprak kaybetmiş. Hem de ne toprak. Bulgaristan’dan beri Uçsuz bucaksız ovalarda yol alıyoruz. Verimli araziler. Bilinçli olarak tarım yapıldığı besbelli. Meyve ağaçları, rüzgârın hafif hafif okşadığı buğday tarlaları. Hayran oluyoruz. Türkiye’nin en verimli ovaları maalesef yerleşim alanı, sanayi alanı olarak imara açılıyor. Balkanlarda benzer arazilere çivi bile çakılmamış-

Karlofça (Sremski Karlovci)

Karlofça Belgrad ile Novi Sad arasında yer alan bir kasaba. Belgrad’a yaklaşık bir saatlik mesafede.

Şehrin girişinde hemen sağda otopark var. Aracımızı oraya Park ettik. Parkın bir köşesine masalar kurmuşlar ve üzerine bal ve meyve koymuşlar, satıcılar arkada duruyor. Sadece duruyorlar, bizim oralardaki gibi “Buyurun, balımız gerçek baldır, meyvelerimiz dalından koparıldığı gibi tazedir…” gibi tezvirat yapmıyorlar. Karlofça, balıyla ve meyvesiyle meşhur olan bir kasaba imiş. Bir kavanoz bal aldım ve Recai’ye teslim ettim. Sağ olsun o da Belgrat’ta sabah kahvaltısında arkadaşlara ikramda bulundu. Öyle ahım şahım değildi ama, adı baldı.

İkişerli üçerli sıralar halinde yürüyerek ilerliyoruz Karlofça Meydanı’na doğru. Meydanın etrafı tarihi binalarla çevrili. Açık hava müzesi gibi. Tam ortada bir çeşme var. Aşk çeşmesiymiş adı. O çeşmeden içen, Karlofçalı bir kızla mutlaka evlenirmiş. İçtik o sudan ama öyle bir şey olmadı. Etrafta insan yok ki, kız nereden gelsin. Her yerde olan batıl inançlar Karlofça’ da da var.

Hemen solda Katedral var. O gün Paskalya bayramı imiş. Fatma Mıdık ile beraber içeriye girdik. İçerisi kalabalık, herkes huşu içinde. Görevli papaz dua ediyor. Aslında papazlar grubu demek lazım. Duaya biz de katıldık. Papazlar dışarıya çıkarken cemaat elleri önden bağlı olduğu halde hafif eğilerek onlara yol verdiler. Din adamına gösterilen saygı. Önemli bir gelenek. Hoşuma gitti. Din adamına saygının olmadığı yerde Yaratan’a ve yaratılmışlara da saygın kalmaz. Bugün maalesef bu erozyona şahit oluyoruz.

Papazlarla ayak üstü tanıştık. Türkiye’den geliyor olmamız dikkatlerini çekti. Sonra müsaade alarak fotoğraflarını çektik. Benim arzum birkaç da soru sormaktı ama arkadaşlar çoktan meydandan uzaklaşmıştı. Bizden başka Katedrale giren de olmamış.

Fatma Mıdık, “hocam röportaj uzun sürer.” dedi. Haklıydı Mıdık. Ve ayrıldık oradan. Meydanın üst tarafında dil okulu var. Dünyanın her yerinden dil öğrenmek için buraya gelirlermiş. Halen devam etmekteymiş bu gelenek. Küçücük bir kasabada ve uluslararası üne sahip bir dil okulu. Örnek alınması gereken bir durum.

Fotoğraflarımızı çektikten sonra grubun arkalarından yola devam ettik. Meydanın sonundan sola dönmüşler ve tepeye doğru tırmanıyorlar. Ulaştık onlara hatta onları geçerek havamızı da attık. Sokaklar daracık daracık. Evler bir ve iki katlı, önlerinde bahçe var. Bir evin bahçesindeki güller dikkatimiz çekti. Kokusu burnumuza kadar geliyor. Ne güzel. Hemen daldık gül bahçesine. O güzelim kokuyu ciğerlerimize doldurmayı ve fotoğraflar çekilmeyi de ihmal etmedik.

Antlaşmanın yapıldığı yerde bugün bir şapel var. Solda tepenin üstünde. Karlofça’ya nazır bir tepe.

Bizi yanında görünce şapelin eli ayağına dolaştı, o kadar mahcuptu ki bize karşı, sanki o antlaşmanın bilerek ve isteyerek yapılmasına sebep olmuş gibi hissediyormuş kendisini. “Ben böyle bir antlaşmanın yapıldığı yer olmaktan utanç duyuyorum, keşke elimden bir şey gelse de o Devlet-i Âliye’nin adaletini Balkanlara tekrar getirebilseniz” diyordu lisân-ı haliyle. “Özledik o günleri” diye de devam ediyordu konuşmasına. Adeta günah çıkartıyordu. Besbelli o da çok acı çekmiş, insana insan olduğu için adalet ile muamele eden Osmanlı gitmiş, yerine, adını tarihe soykırımlarla, engizisyonlarla yazdırmış olan o bildikleri yönetim gelmiş.

Onların tekrar gelmesiyle soykırımlar yeniden hortlamış. Kadınlara, çocuklara ve yaşlılara zulüm edilmeye başlanmış. Burunlarının dibinde Bosna’da Bulgaristan’da yaşananlar gözlerinin önünden hiç gitmezmiş.

Elbisesi eski püskü, etekleri ise yerlerde sürüne sürüne paramparça olmuş. Kendisiyle hesaplaştığı her halinden belli oluyor. Kol kola girerek kendisiyle hatıra fotoğrafı çekilmemiz onu çok mutlu etti.

Osmanlılar buraya Kanuni Sultan Süleyman zamanında gelmiş, ondan önce burada Avusturya-Macaristan Krallığı yaşam sürüyormuş. Osmanlı burayı yurt edinmiş, yatırımlar yapmış buralar. Camisiyle, kervan sarayıyla, medresesiyle… imar etmiş buraları, ancak bugün o eserlerden geriye bir çivi bile kalmamış. Karlofça’ya Osmanlı hiç uğramamış gibi. Hepsini yakıp yıkmışlar. Antlaşmanın yapıldığı yerdeki çadırı da yıkıp yerine şapel yapacak kadar ileri gitmişler. Huylu huyundan vaz mı geçermiş…

Karlofça Antlaşması 1699

Karlofça antlaşmasını bizlere hezimet olarak öğrettiler okullarda, bir utanç belgesi olarak öğrettiler. Zihinlerimize böyle nakşedildi. Halbuki Karlofça Antlaşması 16 yıl süren bitirici ve tüketici savaşlardan sonra yapılmış. Osmanlı Devleti, Viyana Kuşatması’nın arkasından (1698) peş peşe uğradığı yenilgilerle tarihinin en ağır kayıplarını vermiş. Hazine de tam takır olmuş. Geriye tek seçenek kalmış anlaşma yapmak. O da onu yapmış. Kendisini bir anda Karlofça’nın eşiğinde buluvermiş.

Şimdi öğreniyoruz ki; Osmanlı’nın biraz nefes alabilmek için, kendine gelebilmek için mecburen yaptığı bir anlaşmaymış Karlofça. Karşısında dört devlet var kutsal ittifak oluşturmuşlar; Avusturya, Venedik, Polonya ve Rusya.

Anlaşma süresince onurunu hep korumuş Osmanlı. Hiçbir zaman dizinin üzerine çökmemiş, hiçbir zaman yalvar yakar olmamış.

Önemli olan şu ki; Karlofça Antlaşmasına kadar Osmanlı Devleti hiçbir devletle anlaşma için masaya oturmamış. Bazen yenilmiş, ancak o zaman dahi ateşkes yapılmış ve barış antlaşması yapılmamış. Politika şöyle: “Burasını ben nasıl olsa günün birinde geri alacağım.”

Rami Mehmet Paşa

İlk defa Karlofça’da Osmanlı ateşkes ile yetinmemiş ve barış masasına oturup kıran kırana bir pazarlığın içine girmiş. Ancak bu konuda yetişmiş diplomatları yokmuş. Rami Mehmet Paşa heyetin başına getirilir. Paşa bürokrasideki başarısı ile tanınan bir üst düzey bürokrattı.

Devletin gizlisini-çıktısını iyi bilen ve adeta Osmanlı devletinin kilit taşlarından biridir. Heyet başkanı olarak bir anda kendisini Karlofça’da bulur. Hazırlıklarını yapar ve yola çıkar.

Barış görüşmeleri için, Avusturyalılar kendi taraflarında bir yer isterler. Rami Mehmet Paşa itiraz eder ve ‘Hayır!’ der. Barış ancak tarafsız bir bölgede yapılabilir. Dolayısı ile sınırda bir yerin bulunması gerekir. Sınırda olan yer Karlofça’dır. Tam Osmanlı ve Avusturya sınırında bulunan bir kasabadır Karlofça.

Osmanlı tarafı, yanında getirdiği altyapı ekibiyle oraya bir müzakere çadırı kurar. Bu müzakere çadırı bir Osmanlı icadıdır. Çadırın içerisine de bir müzakere masası yapılır. Yuvarlak bir masa. Bugün hala kullanılan yuvarlak masa ilk defa Karlofça’da, Osmanlı inisiyatifi ile gerçekleşmiştir. Bu yuvarlak masanın dış tarafında ve iç tarafında oturma yerleri vardır. İç tarafta Osmanlı heyeti, dış tarafında diğer dört devletin temsilcileri oturur. Çadırın dört kapısı vardır. Sabah zil çalındığında kapılar açılır ve her devletin temsilcileri kendi kapılarından içeriye girerler ve kendilerine ait yerlere otururlar. Tam karşılarında Osmanlı müzakere heyeti vardır.

Osmanlı Stratejisi

Dört ay devam eden bu müzakereler birkaç kez kesilme noktasına gelmiştir. Gerçekten zorlu bir süreç. Osmanlı ilk defa bu kadar büyük bir toprak parçasını düşmanlarına kendi isteğiyle veriyor. Strateji şöyle: Kaybedilmiş olan, işgal altında olan yerlerden ne kadarını kurtarabiliriz, geriye ne alabiliriz? Osmanlı’dan daha çok toprak ve tazminat alacakları ümidiyle masaya oturanlar istediklerini alamamışlardır.

Bundan sonraki Osmanlı stratejisi Karlofça’nın bir son değil, bir yeni başlangıç olduğunu bize gösterecekti. Nitekim 1739 yılındaki Belgrad Antlaşması’na kadar geçen kırk yılda Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması ile bıraktığı toprakların bir kısmını geri almayı başarmıştır.

Novi Sad

Yeni bahçe anlamına gelen Novi Sad, Sırbistan’ın ikinci büyük yerleşim alanıymış. Novi Sad’ın en meşhur caddelerinden biri Jovan Jovanovicmiş. Cadde, adını, oldukça popüler olan çocuk şairi Jovan Jovanovic’ten alıyormuş. Meydanda bir de heykeli var. Meydanın çevresi tarihi eserlerle, tarihi yapılarla bezenmiş. Meydanda bir saray dikkat çekiyor. Geçmişte o meydanda bir Katedral varmış. Katedralin din adamı işte bu sarayda kalırmış.

Novi Sad’ın bu güzel havası, özellikle 19. yüzyılda herkesi etkilemiş olacak ki Sırbistan’ın kültür başkenti ilan edilmiş ve bugün de burası Sırbistan’ın Atina’sı olarak isimlendiriliyormuş. Yağmur birden bastırınca sığınmak için bir saçak altı aradık ve biraz sonra bulduk. Rahmetten de kaçmamak gerek. Otobüs gelinceye kadar orada beklemeye koyulduk.

Karşıda bir market var. Şemsiye almamız lazım. Bazı arkadaşlarla gittik oraya ve şemsiyelerimizi aldık. Arkadaşlara vermek için birkaç tane de fazla aldık. Sonra hiç kullanamayacağımız şemsiyeler oldu bunlar. Ekrem de otelde kullanmak için beyaz renkli bir terlik almış. Ödemeleri Mıdık yaptı. Kart ile ödeme yapılıyor. Sırbistan parası bozdurmamıştık.

Petrovaradin ve Kalesi

Yine Osmanlı’nın izlerinin bulunduğu bir başka kasaba olan Petrovaradin’deyiz şimdi de. Osmanlı 1699 yılında Karlofça Antlaşmasını imzaladıktan sonra buraları hep Haçlılara bırakmış. Ama daha sonra tekrar yerel halk bu toprakları kendi bünyesine almayı başarmış.

Meşhur Petrovaradin Kalesi. Tuna Nehri boyunca inşa edilmiş. Oldukça büyük olan bu kale bugün bile hala sapasağlam ayakta duruyor. Kale çok güzel bir noktaya kurulmuş. Merdivenlerle çıkılıyor zirveye. Tuna Nehri’ni buradan seyretmenin başka bir zevki var. Ayaklarımızın altında. Dümdüz bir ova yorgan gibi yayılmış duruyor aşağıda.

Yemekleri çok lezzetli olurmuş kalenin. Servis tabakları da kendine özelmiş. Biz maalesef burada sadece kahve içebildik, yemek yiyemedik. Çünkü arkadaşlarımızın bir kısmı kaleye çıkmayı göze alamadı, otobüste kalmayı yeğlediler. Onları fazla bekletmemek gerekiyor. Belgrat’a geldiğimizde daha akşam olmamıştı. Antepli hemşerilerimizin mekanına geldik, yemeklerimizi yedikten sonra otelimize döndük. Sabah Bosna var hedefimizde.

Karlofça Antlaşması maddeleri

1. Mora Yarımadası ve Dalmaçya Venediklilere bırakılacaktır.

2. İnebahtı Kalesi Osmanlı Devleti’ne geri verilecektir.

3. Ukrayna ve Podolya Lehistan’a bırakılacaktır.

4. Osmanlı Devleti, Kırım hanlarının Lehistan’a saldırmalarına engel olacaktır.

5. Banat ve Temeşvar hariç Macaristan ve Erdel Avusturya’ya bırakılacaktır.

6. Avusturya, Osmanlı Devleti egemenliği altında yaşayan Katoliklerin hamiliğini üstlenecektir.

7. Sava Nehri Avusturya ve Osmanlı Devleti arasında sınır olacaktır.

8. İmzalanan bu antlaşma 25 yıl boyunca geçerli olacak ve Avusturya antlaşmanın garantörü olacaktır.

Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarından vazgeçmek zorunda kaldığı, karşı ülkelerinse muhtemelen bayram yaptığı o yerleri görmek sizlere neler hissettirir bilemiyorum. Ama Balkanları imkânı olan herkesin görmesi gerektiğini biliyorum. Osmanlı türedi bir devlet değildir. Bilhassa Avrupa’da yaşayan Türkler izine giderken Balkanları öylesine geçip gitmemelidirler. 24 saatte Kapıkule’ye vardım diye övünmenin kimseye faydası yoktur. Çocukça bir şeydir. İzinlerimizin en az bir haftasını Balkanlara ayırmamız gerekir. Oralardaki yaşanmışlıkları yerinde görmek için bu yapılmalıdır. Geleceğimizi inşa ederken o yaşanmışlıkların ışığında adım atmamız gerekir.

Devam edecek

Rüştü KAM

ha-ber.com 17.06.2024

Inal

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP