Çocukların çoğu doğuştan çok zekidir. İçleri, öğrenme isteğiyle dolup taşar. Çevrelerinde gördükleri her şeye karşı ilgilidirler. Çevresindeki varlıkları tanıdıkça tanıma istekleri artar. Onların niteliklerini öğrendikçe mutlu olurlar. Daha çok öğrenmek için can atarlar. Zekâlarındaki parıltıları, öğrenmedeki sonsuz istekleri büyüklerin ilgisini çeker.
Çocuk, büyüdükçe çevresinde birçok olumsuzlukla karşılaşır. Bu olumsuzluklar, giderek onu kırıp dökmeye başlar. O kırıp döküldükçe zekâsındaki parıltı solmaya, öğrenme isteği sönmeye başlar. Bu gerilemeyi, önce anne ve baba fark eder. Çocuktaki öğrenme isteğinin azalmasına, zekâ parıltılarının giderek ortadan kalktığına bir anlam veremez anne ve baba. Çocuğa bir şeyler olduğunu anlarlar, fakat bunun nedenini bir türlü bulamazlar. Aslında bu konuyla ilgili çok da kafa yormaz aile.
Birçok ailede çocuk doğduktan sonra bilerek ya da bilmeyerek birçok yanlış yapılır. Bu yanlışlar birikerek çocuğun öğrenme isteğini, yaşama ve olaylara bakış açısını olumsuz yönde etkiler. Bu olumsuzlukların ortaya çıkmasında öğretmenlerin ve çocuğun çevresinde ilişkide bulunduğu diğer kişilerin de etkisinin olduğu yadsınamaz. Aslında bir çocuğun zekâsı, yaşamına giren başta ailesi olmak üzere birçok kişice elbirliğiyle geriletilir.
Küçük yaştaki çocuklara kitap okuma alışkanlığını veremiyor ailelerin çoğu. Ne yazık ki bu alışkanlığı edindirmede okullarımız da yeterli başarıyı gösteremiyor. Okumayan kişinin belleği gelişmiyor. Sözcük dağarcığı yerinde sayıyor. Oysa ne denli çok sözcük öğrenirsek o oranda varlıklar, eylemler, olaylar, durumlar arasında ilişki kurarız. Okumayan kişilerin neden sonuç ilişkisi kurarak çözümleyici düşünmesi olanaksız. Bu nedenle okumayan çocuğun zamanla özgün düşünceler üretmesi, geleceğe ve yaşama dair düşler kurması, önüne çıkan soru-unları çözmesi düşünülemez. Okuma alışkanlığı olmayan anne ve babalar, okumayı sevdiremiyorlar çocuklarına. Ne yazık ki birçok anne ve baba çocuklarına okuma konusunda doğru örnek olamıyor.
Çocukların çoğu sağlıksız beslenmekte. Hazır ve kolay yiyecekler, insan beyninin en büyük düşmanı. Tencere yemekleri dediğimiz mevsimine göre pişirilen sebze, bakliyat ve et yemekleri neredeyse unutuldu. Birçok evde tencereler çok seyrek kaynıyor. Televizyon ve sosyal medya reklamlarında görülen un ve şeker içerikli yemekler çocukların ilgisini çekmekte. Üstelik bu tür yemeklere ulaşmak, satın almak da kolay. Bunları ucuz ve kolay ulaşılır yapan tahıllardan yapılan yiyecekler olması. Tahıllara dayalı bir beslenme biçimi eğinsel sağlığı bozduğu gibi zekâ gelişimine de büyük zararlar vermekte.
Çocuklara küçük yaştan başlayarak spor yapma alışkanlığı verilmeli. Spor eğinsel gelişimi olumlu yönde geliştirdiği gibi beyinsel gelişimi de olumlu yönde etkiler. Spor çabuk düşünüp karar verme, özgüven kazanma, işbirliği yapma, yardımlaşma, üretken olma, yaşam disiplini sağlama gibi birçok yararlı alışkanlığın edinilmesinin yolunu açar. Birçok aile, sporu gereksiz zaman geçirme olarak algılamakta. Bu ise çocuklarının zihinsel gelişimine onulmaz zararlar vermekte.
Çocuk gelişiminde en çok dikkat edilecek konu, uyku… Uyku düzensizlikleri hem eğinsel hem de tinsel gelişimi olumsuz yönde etkiler. Az ya da çok uyumak büyük sorunlar yaratır çocuklarda. Zamanında uyumayan, uykusunu alamayan çocukların gelişimi, olması gereken biçimde olmaz. Bazıları da çok uyur. Çok uyku, çocuğu hantallaştırır. Bu tür çocukların devinimi yavaşlar. Düşünme gücü azalır. Bu nedenle aileler, çocuklarına düzenli ve yeterince uyuma alışkanlığı kazandırmalı.
Kavgalı gürültülü aile ortamı, çocukların zekâsı, yetenekleri, üretkenlikleri üzerinde büyük olumsuzluklar oluşturur. Sürekli gerginliğin, erinçsizliğin olduğu bir aile ortamında büyüyen çocuk, zamanla yaşamdan bıkıp canından usanır. Bu nedenle çocuk büyüten aileler, öncelikle evlerinde erinç içinde yaşamayı sağlamalılar. Kavgalı bir ortam, çocuğun zekâsını olumsuz yönde etkilediği unutulmamalı hiçbir zaman.
Günümüz çocukları doğdukları günden itibaren teknolojiyle tanışmakta. Bu, biraz da aileler eliyle yapılmakta. Teknolojik aletlerle oynayan, onların büyüsüne kapılan çocuk; sessizce bir köşeye çekilip saatlerce oturmakta. Çocuk sessizliğe gömüldüğü uzun zaman diliminde ise anne ve babalar ya çocukları gibi teknolojik aletlerle vakit öldürmekte ya da günlük işlerine yoğunlaşmaktalar. Aslında bazı aileler bir sürelik, geçici bir keyifli an için çocuklarının geleceklerini yok ettiklerinin farkında bile değiller.
Teknolojik aletlerin sihirli dünyasına kapılan çocuklar, neredeyse kimseyle iletişime girmiyorlar. Bu nedenle farklı bilgileri, düşünceleri, yaşam anlayışlarını öğrenme fırsatından yararlanamıyorlar ne yazık ki. Bu eksiklik nedeniyle gözlemleme, deneyimlerden yararlanma, farklı kişilerden öğrenme olanağı uçup gidiyor çocukların elinden. İletişimsizlik çağımızın sayrılığı… Televizyona, sosyal medyaya, sanal oyunlara bağımlı olan çocukların zihinsel gelişimi ne yazık ki olumsuz yönde etkilenmekte. Bu konuda başta aileler olmak üzere toplumun tüm kesimleri işbirliği yaparak bu sorundan çocuklar kurtarmalı. Sanal bağımlılık önemli bir toplumsal sorun olarak önümüzde durmakta.
Çocuklar, insanlığın geleceği… Onları doğru yetiştirmek, zekâlarının gerilemesini önlemek yalnız ailelerin değil, tüm toplumun, ülke yöneticilerinin başlıca, ertelenemez görevi. Bu sorunun çözümüne gerekli desteği vermeyen kişiler tarih önünde suçludur. Bu nedenle hepimiz çocuklara gerekli önemi vermeli, onların zekâ gerilemelerine izin verilmemeli.
Doğuşta zeki olan birçok çocuk, bazı ailelerin bilinçsiz, sorumsuz davranışları ve bakış açıları nedeniyle aptallaştırır. İnsanın kendine ve çevresine yaptığı kötülüğü bin düşman toplansa yapamaz.
Adil Hacıömeroğlu
AVRUPA
Az önceGÜNCEL
Az önceALMANYA
Az önceALMANYA
Az önceGÜNCEL
23 dakika önceGÜNCEL
24 dakika önceALMANYA
37 dakika önce