ULUSUMUZUN EN TALİHSİZ GECESİ

ULUSUMUZUN EN TALİHSİZ GECESİ

ABONE OL
19:19 - 22/06/2025 19:19
ULUSUMUZUN EN TALİHSİZ GECESİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Çok yazı, çok kitap okudum Nâzım’ın yaşamı üzerine yazılan.

Ama; aşağıda yazdıklarımı, inanın, ilk kez okudum.

Yurtsever bir Türkiye ve dünya şairi olan Nâzım Hikmet;

“1902’de doğdum. Doğduğum şehre dönmedim bir daha. Geriye dönmeyi sevmem.” diye başlatır yaşam öyküsünü.

1917’de, ittihatçı Cemal Paşa’nın, dedesi Hikmet Bey’i inandırmasıyla, Bahriye Mektebi’ne girer ve “Ben bir deniz tutkunuyumdur.”  diyen Nâzım, deniz subayı olur.

Ama; zatülcenp; ateş, titreme, göğüs ağrısıyla kendini gösteren, akciğer zarı yangılanması, satlıcan hastalığı nedeniyle askerlikten çıkarılır, deniz subayı olamaz.

Bu ulusal duyguları yüksek, aynı zamanda özgürlükçü ailenin bireyidir Nâzım.

Hatta şöyle bir söylenti vardır:

Oturdukları evin karşısında oturan Fransız askerleri, saygısızca, bağırıp çağırarak, küfür ederek mahalleliyi bezdirirler. O sırada dışarıdan gelen tangır tungur sesler, mahalleliyi sevindirir. Türk askeri geldi sanırlar. Oysa; balkonda bir kadın, tencere ve kapağı birbirine vurmaktadır.

“Tencere tava, hep aynı hava!” denen şeyi bir kadın başlatmıştır.

Adı Celile olan bu kadın, ressamdır ve Nâzım Hikmet’in annesidir.

Bakın; örneğin, ben aşağıda yazdıklarımı bugüne değin bilmiyordum.

Bu duygularla yetişen Nâzım, Kurtuluş Savaşı başladığında Anadolu’ya geçmek ister.

Dayısı Ali Fuat Paşa’nın (Ali Fuat Cebesoy) da desteğiyle, Karakol’dan birileriyle ilişki kurar. Kuşatmacılara ve saray hafiyelerine yakalanmamak için Karakol’daki ulusalcı, gizli bir polisin önerisiyle, yumurta satıcısı olarak İstanbul’dan çıkış izni alır. Üç arkadaşıyla birlikte Yeni Dünya vapuruna binerek İnebolu’ya giderler. Ankara’ya gitme izni salt kendisine ve Vâlâ Nureddin’e çıkar. Yolculukta şunu der:

“İki arkadaş tuttuk dağlara giden yolu. Öyle yükselmişiz ki; sahilde İnebolu. İnce sokaklarıyla ufaldıkça ufaldı. Minareler bir çizgi, camiler nokta kaldı.”

Mustafa Kemal’in huzuruna çıktığı ânı şöyle anlatır:

“Sert bir mavilik gördüm.

Sonra bir altın sarısı,

sonra ak eller…”

 Vâlâ Nureddin, elini öpsem mi diye düşünür.

Gururlu Nâzım; bu harekete kızar diye korkar ve öpmez.

Mustafa Kemal; yoğun günlerde genç şairlerle yaptığı kısa görüşmede, o meşhur sözünü söyler:

Gayeli şiirler yazınız! „

İnebolu’da 25 gün kalırlar. Orada sosyalist düşüncelere sahip Spartakistlerle tanışırlar. Bolu’da öğretmenlik döneminde de bu iletişimleri sürer.

***

AÇLIK GREVİ

Nâzım; cezaevinde pek çok hastalıkla savaşır.

Hatta şöyle bir cümlesi var Mehmet Fuat’a mektubunda:

“Beni sorarsan, karaciğer, safra kesesi, göğüs ağrıları ve mide bozukluğu bir yana bırakılırsa demir gibiyim.”

Çevresindekileri üzmemek için hep iyi olduğunu söylese de; içeride Bedrettin Destanı’ndan Ferhat ile Şirin’e, Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan Kuvâyi Milliye Destanı’na nice şaheserler yaratsa da; artık dayanacak gücü kalmamıştır.

Meclis’e gelen af tasarısında Nâzım’ın çıkmasını engelleyen bir madde olduğunu öğrenince, 1950’de açlık grevine başlar.

“Canımı dilekçeme pul olarak yapıştırdım.” der.

Kampanya büyür, ülkeye yayılır, Adana’da Nâzım şiirleri okuyan işçiler gözaltına alınır.

Hemen ardından yazar Kemal Sadık Göğceli, Yaşar Kemal tutuklanır.

Salt Yaşar Kemal değil, pek çok yazar ve şair de o günlerde Nâzım’a destek olurlar.

Açlık grevi ülke gündemindeyken 9 Mayıs 1950 sabahı, gözleri çok az gören yaşlı bir kadın, elinde bir levhayla Kadıköy iskelesine yanaşır. Levhayı taşıyamaz ve oradan bir gence rica eder. İnsanlar etrafında toplanırlar. Yaşlı kadın; gözleri görmediği için, zor yürüyerek, oradakiler seslenir:

“2 gündür bir şey yemedim, sadece günahtır dedikleri için su içtim. Oğlum Nâzım Hikmet için açlık grevindeyim. Oğlum açlıktan ölecekse, ben de ölmek istiyorum. Merhameti olanlar İmza versin.”

Ressam Celile Hanım gözaltına alınır.

***

MENDERES VE AMERİKANCILIK

Adnan Menderes Hükümeti; her ne kadar ayak direse de, bir süre sonra Nâzım’ı serbest bırakmak durumunda kalır.

Ancak; bu kez de, şairi askere almaya çalışırlar.

Üstelik hastalığı nedeniyle subay olamamış bir bahriyeliyi, yıllar sonra, türlü başka hastalıklarla boğuşurken…

Menderes’in amacı bellidir.

Askere gitmezse; kendisini asker kaçağı diye halkın gözünden düşürmek, giderse de orada başına bir şeyler getirip kendisinden kurtulmak!

Ancak; Nâzım bu korkuya teslim olmaz ve Menderes’e, Amerikancılığı, vatanın satılmasına karşı duruşunu yükseltmeyi sürdürür.

Bu kez de; Münevver’le yürürken, bir otomobil, hızla üstlerine gelir. Nâzım, Münevver’i yana iter, kendi de öte tarafa fırlar. İkisi de kurtulurlar.

Nâzım, Türkiye’de yaşayamayacağını anlayınca Sovyetler Birliği’ne gitmek zorunda kalır.

Bu kaçışın nasıl gerçekleştiğini de konuyla ilgili olanlar bilirler.

Nâzım özgürdür artık ama; oğlu Memet’e ve Münevver’e hasret kalır. Hemen ardından vatandaşlıktan da, bakanlar kurulu kararıyla çıkarılan şair ülkesine, “Alnımın çizgilerindesin memleketim” diye seslenecektir.

Buraya kadarını ben de biliyordum. Ama; Nâzım’ın Adnan Menderes’e yazdığı şu şiiri, bu yaşımdayım, ilk kez gördüm, ilk kez okudum.

„Bir adınız var, Adnan Bey, adımıza benzeyen.

Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.

Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.

Yüz Türkiye olsa;

elinizden de gelse,

yüzünü de zincire vurur,

yüz kere satarsınız.

Milletimin en talihsiz gecesi,

ana rahmine düştüğünüz gecedir. 

Inal

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP