ÖĞRETMENİM…

ABONE OL
22:19 - 22/11/2023 22:19
4

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bazı günler giderim çocukluk günlerimin mutlu anılarına… Kar yağan bahçesinde kardan adam yaptığımız Namık kemal ilkokulunun tahta sıralarına… Sezonun yarısında kaybettiğimiz ilkokul birinci sınıf öğretmenimin güler yüzünü, mavi gözlerini, sarı saçlarını, ince uzun bedenini hatırlarım…
Ölümün kelime olarak bile adlandıramadığımız yaşlarda, ağlayan arkadaşlarına, küçük kızının “Anne, anne…” diye çığırışlarına…
Boğmaca olup gidemediğim ikinci dönemin uzak anılarına, sonraki yıllarda tanıştıklarıma hep bir özlem duymuşumdur. Ayrılıp bir daha görüşemediğim öğretmenlerime… Belki de beni okullara ve öğretmenlere bu kadar yakınlaştıran bu özlemlerim olmuştur.
***
Bir yanda geçmişin pembe düşlerine, mutluluk veren anılarına sığınmak; öte yanda geleceğin insanın ruhunu daraltan karabasanları ile yüzleşmek yaşantımızın bir parçası oldu. Eskiden tepemizde gezen uydular, iklimlerle, yer hareketleri ile, yağmur ve fırtınalar ile oynayan uçan ve yüzen makineler yoktu.
Gemiler öyle ortadan ikiye ayrılacak kadar çürük ve dayanıksız değildi. Anımsıyorum da, Zonguldak’ta çocukluk günlerimde de bugünkünden daha beter fırtına ve yağmurlar olur, Üzülmez deresi taşar, sokakları, evlerin ve dükkanların bodrum katlarını su basar, kar yağdı mı yollar kapanır, okul bayırı buz tutardı.
Bütün bunlara rağmen hayat devam eder, okullar tatil olmaz, işyerleri, soğuksu da ki Pazar yeri yine kurulur ve okulumuzun sobası yanar, ıslak ayakkabılarımız ile dersler devam ederdi.
***
O zamanlar öğretmenler günü yoktu. Yerli malı haftası vardı, kurtuluş bayramları vardı. 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim bayram gibi kutlanırdı. 10 Kasımda sadece Atatürk anıtında değil; okulun bahçesindeki Atatürk heykelinde de meşaleler yanar, izciler nöbet tutardı.
Her şey yerli ve Milli idi.
Öğretmenlerimiz bile… Hiç biri o veya bu düşüncenin temsilcisi değildi. Hepsi Cumhuriyetin aydınlık yüzleri idi. Öğretmenler odasında siyaset konuşulmazdı. Okulun öğrencilerinin başarılarından bahsedilir, daha iyi bir eğitim için neler yapabilecekleri tartışılırdı. Kimse örgü örmez, telefonla konuşmaz, maaş zammı beklemezdi.
Sevgili Cihan ayağını kırdığında Şubat tatili idi. Alçılı bir halde mahalledeki okula koltuk değnekleri ile gitmiş, tabii ayak kaynamamış, doktor zorunlu yatak istirahati vermişti. Milli Eğitim Dispanserindeki Doktor Ferhunde ne kızmıştı?
***
Köy okullarında görev yapan arkadaşlarımız vardı. Onlara kitap, kırtasiye toplar, ara tatilde kör topal bir araba ile Uludağ’ın yamaçlarına tırmanır, yardım götürürdük. Sormazdık o zaman neden Devlet vermiyor da biz götürüyoruz diye… Aksine içimiz kıpır, kıpır olurdu. Fakir öğrencileri giydirmek, doyurmak, kalem deftere boğmak adeta kutsal bir görevdi. Sırtına palto değil, pardösü bile verdiğimizde utanan-sıkılan, yüzü kızaran, kollarını ya da paçalarını kıvıran öğrenciler vardı.
Onları bir otobüse doldurup yakın bir yere pikniğe, denize, geziye, müzeye götürür, yüzlerindeki sevinci görmekten büyük bir haz duyardık. Ne sevinirlerdi?
Yılın öğretmeni falan yoktu.
Herkes yılın öğretmeni idi…
Ama önce partinin, tarikatın, cemaatin değil; Milli eğitimin öğretmeni idi… Atatürk’ün öğretmenleri idi.
Derler ki; ne kadar çok severseniz kaybettiğinizde o kadar çok üzülürsünüz. Aynen öyle oldu.
Şimdi mezarının yolunu bile bulduramıyoruz. Öpüp koklamaya doyamadığımız ellerinizi tutamaz, yüzünüzü göremez, azarlarınızı işitemez olduk.
Nur içinde yatın öğretmenim. İnanıyorum ki bir gün sizlere kavuşacağız.
Rahat uyu öğretmenim, öğretmenlerim…
Tüm güçlüklere, geçim sıkıntılarına rağmen bu kutsal mesleği icra eden, çocukları arasında ayrım yapmadan hepsini seven ve kollayan Öğretmenlerimizin günü kutlu, ömrü bereketli olsun…
Nice yıllara…
Hep birlikte…

Taner TÜMERDİRİM
[email protected]

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.