NİYE BÖYLE?

ABONE OL
13:48 - 30/01/2023 13:48
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Niye böyle oluyor? Niye bizim insanımız özellikle de esnafımız neden böyle yapıyor her defasında? Biraz bitleri kanlanınca, sırtlarını ilk döndükleri kendi halkı oluyor…

Elleri biraz para görünce ayıbı, vefayı, insanlığı unutuveriyorlar…

Bazı sebze ve meyveler manavda, markette bulunamıyor, bulunsa da, pazarda satılan kadar taze olmuyor çoklukla… O nedenle ara sıra da olsa pazara da gitmek gerekiyor…

Diğer sebze ve meyveleri marketten almıştım ama pırasa ve avokadoyu pazardan almam gerekiyordu. İlki pırasayı bir kilo vermeye kalkıştı. “Bir kilo çok, aslında yarım kilo bile fazla, yiyemem o kadarını” desem de dinlemedi, “Fazlaysa komşularına ver” dedi. “Verebilecek yakınlıkta komşum yok, neden ısrar ediyorsun, belki yeterli param yok, belki yanımdaki para ancak yetecek” dedim. “Paran yoksa ne diye pazara çıkıyorsun, madem paran yok yemeyiver” demesin mi. Hayatımda böyle bir şeyle karşılaşmadım, dolayısıyla böyle üzülüp yerin dibine girmedim.

Bir diğerine gittim, o da eline aldığı poşete dünyanın pırasasını doldurdu. “O çok fazla, alın yarısını” dedim. “Nesi çok abla, ben bunu bir oturuşta yerim dedi. “Ben siz değilim, yiyemem” dedim. Baktım dinlemiyor, kalsın o zaman, siz yiyin deyip başka bir tezgâha gittim. Orada da orta yaşlı bir hanım aynını yapmaya başladı, ona da yanıtım aynı oldu ama o dinlemiyordu, habire poşeti doldurarak, “Bol bol ye işte, hem faydalı da…” dedi. “Kardeşim bir hafta pırasa mı yiyeceğim, alın yarısını” dedim baktım dinlemiyor, bu defa hiç uzatmadan çekip gitmek üzereydim ki genç bir çocuk geldi, “Ne oldu anne, neden tartışıyorsunuz” dedi. Durumu anlattım. Allahtan çocuk aklı başındaymış. “Neden ısrar ediyorsun anne, abla ne kadar istiyorsa o kadar ver” dedi ama annesinin dinlemeye hiç niyeti yoktu. Çocuk sinirle elinden poşeti alıp içindekilerin epeycesini alıp “Bu kadarı yeter mi” diye sordu…

Sinirden titriyordum, başım dönmeye, gözlerim kararmaya başlamıştı. İlk rastladığımdan avokado da alıp bir an evvel evime gideyim diye düşünüyordum ki bu defa da bu pazarcı bozdu sinirlerimi. “Aaa ne kadar artmış fiyatı” demekten alamadım kendimi, gerçekten çok artmıştı. Adam pis pis sırıtarak alaycı bir üslupla, “Ne yani, düşmesini mi bekliyordun” dedi. “Artık hiçbir şeyin fiyatının düşmesini beklemiyorum ama birkaç haftadır pazara çıkamamıştım, bu arada çok artmış, ondan şaşırdım” dedim. Bu defa da, “İnşallah daha da artar da, hiç alamaz, aç kalır, açlıktan geberirsin” dedi. Dayanamadım artık, “İnşallah, artsın da sen de satamayıp açlıktan geber” dedim ama kâr etmezdi. Türkler alamasa da, nasılsa pazarda yarıdan fazla olan Ruslar rahatlıkla alırdı. Alıyorlardı da, bizlerin fiyatını sormaya bile korktuklarımızı kilolarca alıyorlardı. Zaten pazarcı esnafı da onların güvenciyle, vatandaşı olan müşterisine böylesi kaba davranabiliyordu… Elim ayağım iyice titremeye başladı…

Sadece pazarcı esnafı da değil, ev sahipleri de aynı şımarıklıkta… Pek çoğu Ruslara çok yüksek fiyata verebilmek için kiracılarını çıkartarak, evlerini ya kiraya veriyor ya da satıyor…

Eminim ki bir süre sonra o otelcinin durumuna düşecekler, bu devran ilanihaye böyle sürmeyecek…

Her yaz tatilinde oğlumla Side’deki bir otele gitmekteydik. Artık evimiz gibi olmuştu neredeyse, sahibiyle de, çalışanlarla da saygın ve iyi ilişkiler içerisindeydik. Yer olmasa bile ne yapar eder, mutlaka bir yer bulurlardı bize, hatta öyle gün geldi ki mutfak şefi, rica ettiğim yiyecekleri bile yapar olmuştu…

Hiç unutmam, bir gün çok istediğim irmik helvasını yapmasını rica etmiştim. “Malzemeyi ben alayım, siz de yapın da, hep beraber yiyelim” dedim. “Olur mu abla, niye siz alasınız, yaparım bir ara” dedi.  Galatasaraylıydı, birkaç gün sonra da maçı vardı Galatasaray’ın. “Abla biz yenersek, söz, size helva yapacağım” dedi ama Galatasaray yenilmişti. Ertesi gün plajda güneşlenirken yanıma elindeki iki tabak helvayla geldi. “Bu da nesi, siz yenmediniz ki” dedim. “Olsun abla, canınız çok istiyordu, daha fazla bekletmeyeyim dedim” diyerek tabağı bana uzattı. Az ileride balık tutmaktaki oğluma da elindeki diğer tabağı götürdü…

Ertesi yıl değişiklik olsun diye önce Alanya’da kalalım bir hafta, sonra da Side’ye geçeriz diye düşündüm. Nasılsa ne zaman gitsek yer bulabiliyorduk. Alanya’daki otelde hıncahınç Alman doluydu. Erkenden denizden çıkıp hemen sıraya giriyor, açık büfeden tabaklarını tepeleme dolduruyor, kıtlıktan çıkmış gibi yiyorlardı. Sanki deniz ve tatil için değil de, sadece gün boyu bira içip akşam da tıka basa yemek için gelmişlerdi. Oğlumla ben denizden çıkıp duş alarak giyinip yemeğe inene kadar, büfede neredeyse hiç yemek kalmıyordu. Kaç akşam dışarı çıkıp yemek zorunda kalmıştık. Daha fazla dayanamadık, kalkıp Side’ye gittik ama Side’deki otelin sahibi rahatsızlanmış, işletmesini de başkasına devretmişti. Çalışanlar da değişmişti. Dolayısıyla ortada kalmıştık. Diğer tüm otelleri gezdik ama hiçbirinde yer yoktu. Dönüp yine ricacı olduk. “Biz yıllardır bu otelde tatil yapıyoruz, devamlı müşterisiyiz, akşam oldu, sokakta kaldık, ne yapacağız şimdi” desek de yardımcı olmadılar. Bu saatte otobüs de bulamayız, hiç değilse bu geceyi bahçedeki koltuklarda oturarak geçirelim dedik ama kaba bir şekilde ona da yanaşmadılar…

Ertesi yıl Irak savaşı çıktı. Ne olacağı, Türkiye’yi nasıl etkileyeceği endişesiyle pek turist gelmemişti o yaz. Oteller sinek avlıyor, elemanlar yollara dökülmüş yalvar yakar müşteri toplamaya çalışıyordu. Öyle ki bazıları işi daha da ileri götürerek insanların kollarına yapışarak çekiştiriyordu…

O kaba muameleden sonra o yıl o otele gidemezdik. Her otelde de epeyce boş yer vardı, hoşumuza giden bir otelde kolaylıkla yer bulup ayırtabilmiştik. Akşam da yemek sonrası yürüyüşe çıkmıştık. Tam o otelin önünden geçerken, çalışanları da yollara dökülmüş müşteri toplama çalışıyordu. İçlerinden biri hatırlamış olacak ki. “Hanımefendi, yerimiz var bu yıl, buyurun, istediğiniz odayı verelim size” dedi. Ters ters bakıp, geçen yılki davranışınızı unutmuşsunuz sanırım ama ben unutmadım” dedim. O sırada otelin işletmecisi de yola yakın bir masada arkadaşlarıyla yemek yiyordu. Konuşmamızı duymuş olmalı ki hemen yanımıza geldi. Adeta yalvarırcasına, bin bir rica ve teklifle ısrarcı oldu ama nafile, ona da aynını söyledim ve ilave ettim. “Gördünüz ki turist bugün varsa, yarın yok, yarınların ne getireceği belli değil ama kendi insanınız her zaman, her şartta burada, o nedenle kendi insanınızı öncel tutup sırt çevirmemelisiniz. Dilerim bu da size ders olur. İki turist görünce hemen şımarıp kendi insanınıza sırt çevirmezsiniz” diyerek yürüdüm…

Ülkemizdeki bu şartlar ilanihaye sürmeyecek şüphesiz. Paramızın değerinin de, alım gücümüzün artacağı günler de gelecek… Yarın Rusya’nın ve Rusların ne olacağı, ne gibi tercihler yapacağı da bilinemez. Yine biz kalacağız, biz bize kalacağız ve yalvaracaklar alın diye, eminim ama saygı kalmayacak, sevgi kalmayacak ne yazık ki.

Perihan Reyhan Alkan

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.