TÜRKİYE VE ALMANYA’DA KADININ YAŞAYAMADIĞI DEĞERİ…

ABONE OL
19:01 - 01/10/2020 19:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Şeriat hukukunun mirasını 1926’da ”Yurttaşlar yasası” (Medeni Kanun) ile reddeden Kemalizm,1934’te kadınlara sınırsız haklar getirdi oy hakkıyla beraber. Ama şu anda bile hala bu hakların Batı’dan kopartılarak Ümmetçilik anlayışla kalmasını sağlamak. Türk kadınına bu çağdaş değişimden uzakta tutmak asıl yapılan kötülüktür. John Stuart Mill, ”Türk kadını her dönem çağdaş değişimden uzak tutulmuş, söz hakkı bulunmuyor”.

İnsan hayatında üç kaderi yaşar, birincisi tanrının onu yeryüzüne getirmesidir, ikincisi bu yaradılışta hayata tutunabilme savaşıdır geçen dönemde, üçüncüsü de hayatı yaşamı gördükçe geleceğini kurabilmektir, yani asıl doğan kaderin ötesinde geleceğini kurabilme savaşında yenmeye çalıştığı kaderdir. İşte bu kaderde insanın yaşamında çok önemli bir var oluşunun adını burada yazmak gerekiyor, kimine göre adı olmayan bu değerli kaynağın adını yazmak istersek adı” KADINDIR” Bana göre kadın kadınlarımız her zaman yaşamın hayata tutunmanın bir var oluşmasıdır değeridir. İşte insanın üçüncü kaderini hazırladığı yaşamında kadın her zaman ilk plandadır.

Kadın dalından koparılmaya kıyılamayan bir çiçek gibidir, ama biz şimdi bu nadide çiçeği dalından değil hem de kökünden koparmıyor muyuz dersiniz. Almanya’da kadın her zaman itildi dövüldü aldatıldı ikinci planda olmadı mı? Bana birileri söyleyebilir mi acaba, Almanya’da kadın her zaman saygı gördü sevildi sayıldı diye? Okuma alışkanlığından yaşadığı ülkede yaşamsal haklarını bile kendi başına savunma haklarının elinden alınmadığını kim söyleyebilir? Türkiye’den okumayan hiç bir şeyi bilmeyen kadınları alıp buraya getirmedik mi, sonrada onlara sevginin saygının sadakatin hoşgörünün sıcaklığını gösterebildik mi? Parayı bulunca hemen kadını değiştirmeyi düşünmedik mi? sen okuma bilme gezme bakma gitme evde beni bekle mantığı ve sonrasında eğitimden uzak nesil yetiştirmek, işte Almanya’da asıl sıkıntıların burada başladığını görmek mümkün. Eğitim alan çağdaş kadınlar yetiştirebilseydik.

İlk ve ikinci neslin çocukları olarak bu gün Almanya’da çok daha farklı bir değişimin içinde olabilirdik, hala 50 yıldır bu ülkede yaşamasına rağmen Alman dilini ve kültürünü bilmeyen kadınlarımız var. Çağdaş bir ülkede yaşamanın getirdiği noktada Almanya’da Türk kadınının ”Aydınlanma devrimini sürecini yaşaması gerekirdi”Türk toplumu bir takım kendi imtiyazlılıklarını düşünenler tarafından her dönem bir kenarda tutulmaya mahkûm edildi burada. Türk toplum kurumlarına burada yine atıfta bulunmak isterim, şimdi yarattıkları uyumuş bir Türk toplumunda acaba kadına verdikleri açılım nerede? Yaşamanın hayata tutunmanın özünde verdiğimiz mücadelede bizi yaşama hayata bağlayan tek bir değer var kadınlarımız. Onun için mücadele etmek, onu sevmek onun sevgisini yaşamasını duygularını heyecanlarını dostluğunu yaşayabilmek ne güzel. İşte üçüncü kaderde buluşmanın anlamı burada, yani iki insan olmak, iki insan olarak yaşamak, sonrasında doğmak çoğalmak ve yaşamın heyecanını burada bir aile olarak tatmak. Burada her zaman değersiz kıldığımız varlığın adını anma ki işte asıl kaderin heyecanını bu anda yaşamak istemek güzel, yani üçüncü yaşadığımız kader.

Almanya’da kadın her zaman istediği sevgiyi saygınlığı değeri görmedi, onları şimdi hafta sonları bir araya getirerek sen burada dolma ye, kısır ye, dedikodu yap başka işe yaramazsın diyerek bırakmak, işte bu kadının kendi aydınlanmasını yaşayamamanın sıkıntıları sonradan kendisini göstermedi mi? okuyan araştıran sinemaya tiyatroya yâda bir bilimsel konferansı takip eden kadın oranı Almanya’da son yıllarda biraz kendini göstermeye başladı, ama yinede çarkın içinde kalan orana bakacak olursak bu sayı yüzde 2.4ve 50 yıldır bu ülkede kadın her zaman saygı görmedi, bir takım derneklerde ne yazık ki olmadık anlamsız etkinlikler dışında kalıcı bir çalışma göstermiyorlar. İngiliz filozof ve ekonomist John Stuart Mill”Türk kadınına baktığımda, dünyanın çağdaş değişiminde hala söz hakkı bulunmuyor acaba neden”diye konuştuğunda, kendisine Türk toplumunu temsil hakkı tanıyan ve hala bu koltuklara tutunmanın bir imtiyazlılık olduğunu sananlar, buna seslerini çıkaramadılar. Politikada olan kadınlar var Almanya’da, ama sorarım acaba neden siyasette olmak istediniz, politikayı neden yapıyorsunuz ve şu ana kadar Türk toplumu adına kalıcı ne çalışmalar yaptınız? Yâda elinizi masaya vurdunuz? Ürettiğiniz projeler çalışmalar nelerdir? Politik bir kimliğe bürünmek kolayda, bunu taşımak bunun sorumluluğunu sadece aldığınız kimlikle yaşamak değil, asıl temsil ettiğiniz. Toplum adına kalıcı çalışmalar içinde olmanız önemli bana göre. Almanya’da Türk kadınını dünya kadınıyla çağdaş anlamda buluşturmada çok geç kalmadık mı? Burada politika yaptığını sananlar, imtiyazlı kimlik arayışları dışında kadına değer verdiler mi acaba? Sonuç ortada, hala kadınlığının anlamını bilmeyen, okumayan, horlanan aşağılanan, yâda kadının sadece bir noktada istenen bir haz gibi algılandığını düşünen ve geleceğinin ne olduğundan haberi bile olmayan tertemiz yürekli kadınlarımızın yaşadıkları umutsuzluk rüyasından uyunmasını sağlayamayan bizler, hala Türk toplumu ve kadını adına burada ne yaptığımızı söyleyebilir miyiz?

Dünyada kadın her zaman kendi kimliğini yaşamasını bildi,8 Mart dünya kadınlar gününü her yıl ulusal bir bayram olarak kalkınma özgürlük adına kutlanmasını sağladı. Bir avuç işçi kadının diri diri yakılmak adına sürüklendiği anda, onların kendi kurtuluşlarını özgürlüğünü elde etmek için direnmeleri, tüm dünyada kadınların verdiği bir özgürlük savaşının adı değil miydi? Batı’da kadın haklarını çekişe çekişe direnerek alır, ama Türkiye’de ve Almanya’da kadının bu hakkı cesareti gücü bile yok. Kadın hakları ne yazık ki bugün hala birçok ülkede ya var ya yok, sadece kâğıt üzerinde kalıyor. Şeriat hukukunun mirasını 1926’da ”Yurttaşlar yasası”olarak (medeni kanun)ile reddeden Kemalizm,1934’te kadınlara oy hakkı tanıdı. Ama o dönemde kadın erkeğin kölesiymiş, peki bu gün değişen nedir? Kadın hala hakaret gören dövülen itilen saygıdan sevgiden uzakta kalmış bir dünyada değil mi? Sisteme Atatürk’e bu değişimi yaptığı için hala kızan bir ümmetçilik anlayışı hâkim değil mi? kadına ve yaşadığı topluma, onu nerde olursa olsun, hala karanlığın içinde türbana örtünmeye sevk eden bu anlayış değil mi? Dünyada çağdaş kadın her konuda kendi haklarını savunabiliyor, ama Türkiye’de ve Almanya’da kadın hala ikinci planda söz söyleme şansı yok. Ben bunun aksine erkek hâkimiyetinden alıp kadınların söz söyleme yönetim haklarına saygının gereğini savunan biriyim. Bilimselliği çağdaş anlayışı, siz kadının zorla inanç sadakati diyerek başında sıkma bezle süsleyerek toplarsanız kadını tüm çağdaşlıktan daha uzun yıllar uzakta tutarsınız. İşte Türk kadınının bu tıkanmadan kurtulması gerek.

Ancak bu şekilde biz batı’nın çağdaş değişim anlayışıyla bir arada olabiliriz, Batı’dan kopartılan bir sistemin içinde yaşamaksa bana göre uluslararası saygınlığın çok ötesinde ”Aydınlanma devriminin”tıkanmasının kendisini göstermesidir.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.