NE EKERSEN ONU BİÇERSİN

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

İktidar partisiyle bölücüler arasında Habur’da başlayan flört nihayet sona erdi. Bölücü örgüt, son günlerde eylem ve tehditlerini artırdı. Olanlar karşısında hem iktidar hem de muhalefet partilerinin vurdumduymazlığı ilgi çekicidir.

Taksim’de yapılan 1 Mayıs kutlamaları sırasında bölücü örgüt yanlılarının Atatürk Anıtına yaptıkları çirkin saldırı, siyaset ve sivil toplum çevrelerinden gerekli tepkiyi görmedi. Basın yayın organlarının neredeyse tamamı “Olaysız 1 Mayıs” başlıkları attılar. Meydandaki kutlamaların “demokrasi ve barış içinde” geçtiğini anlatıp durdular. Oysa kutlamalara damgasını vuran bölücülerdi. Anıt’taki Atatürk ve İnönü heykellerine yaptıkları çirkin hareketleri nedense görmek, göstermek, anlatmak, kınamak istemediler. Kurtuluş Savaşımızın iki büyük önderinin heykellerine yapılan çirkinlikler; onların tarihsel kişiliklerine, yine onların nezdinde Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Ulusuna yönelikti. Üstelik bu davranış, Türkiye’ye meydan okumaydı.

Ülkemizin kurucusuna yapılan bu saldırı karşısında RTE’nin seçim meydanlarında “kükremesini” bekledik, ama boşuna. “Milletin hassasiyetleri” karşısında öfkelenen başbakanın bu çirkinlik karşısında susması çok anlamlı. İktidar partisinin her vesileyle konuşan sözcülerinden “tıs” yok. Cumhurun reisi, oturduğu koltuğa daha önce kimlerin oturduğunun farkında değil. O koltuğu kimlerin yücelttiğini düşünecek vakti yok! TBMM başkanı, ağlak bakan ve diğerleri… Kimseden ses seda çıkmıyor. Atatürk, laiklik, cumhuriyet karşıtlığıyla yetişmiş insanlardan bunu beklemek safdillik olur sanırım. Hatta içten içe sevinmedikleri ne malum? Zaten bir heykel takıntısı var bazı çevrelerde.

Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün yıllarca ikinci genel başkanlığını yaptığı CHP’nin yeri göğü inletmesini bekledik. Partideki yenileşme(!) yoğunluğundan olsa gerek buna zaman bulamadı yöneticiler. 1 Mayıs’ı düzenleyen sendikalardan, meslek odalarından, sivil toplum kuruluşlarından ses çıkar dedik, o da olmadı. Sömürgeciliğe karşı dünyanın ilk kurtuluş mücadelesini vererek mazlum uluslara yol gösteren bir devrimciye karşı yapılan “itibarsızlaştırma” saldırısı karşısında dut yemiş bülbüle döndüler. Tüm dünya devrimcilerinin saygı duyduğu, örnek aldığı bir lider devrimciye yapılan çirkinlik karşısında sessiz kalmak nasıl bir devrimcilik, nasıl bir solculuktur?

Saldırgan bölücülere sessiz kalarak şirin görünme çabası boşunadır. Üstelik böylesi bir tavır, saldırganı daha çok güçlendirirken halkın sinmesine neden olur.

4 Mayıs’ta RTE’nin Kastamonu mitinginden dönen konvoyuna saldırdı PKK’lı teröristler. Bir polisimiz şehit oldu, biri de yaralandı (Şehidimize Tanrı’dan rahmet, yaralı memurumuza da acil şifalar diliyorum.). Bu kritik noktada, siyasetin tüm aktörlerini şehit Recep Şahin’in Samsun’daki cenazesinde görmek isterdik. Orada bölücü teröre karşı bir birlik ve kararlılık görmek ulusumuzun beklentisiydi. Ancak bu olmadı. Küçük siyasal hesaplar, parti çıkarları buna izin vermedi. RTE, “kefen” edebiyatıyla mağduru oynayıp bu işi oya dönüştürme çabası içinde. Ülkemizin nasıl bir felakete sürüklediğinin farkında bile değil.

Bizim sözde demokrat (bu demokratlık yalnızca bölücülere ve cemaatçilere), biraz da saf siyasetçilerimiz ve aydınlarımız(!) BDP’lilerin bu saldırıyı kınayacaklarını beklediler. Birkaç gün sonra beklenen açıklama geldi DTK kongresinde konuşan eski bir bayan milletvekilinden. “Çünkü felaketimiz eşikte duruyor. Karamsar değilim. Öngörülerimizin ve sezgilerimizin yarattığı duyarlılığa sahibim sadece. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ‘Güzel şeyler olacak’ demişti. Onca zaman geçti, olmadı. Şimdi yine keskin bir dönemeçteyiz. Dilim varmıyor demeye ancak, kötü şeyler olacak ifadesini bir his olarak dillendirmek durumundayım. Kürt meselesiyle ilgili olan herkes bilebilir ki, ağır ağır değil, hızlı hızlı sıfır noktasına doğru gidiyoruz.” Tehdit diz boyu. Açılımın geldiği nokta burası. Eşkıyayı sınır kapılarında karşılamanın vardığı hazin bir sonuç bu. Bölücü başının avukatı sürdürüyor konuşmasını. “Bu artık netleşmiştir ve Kürtler hükmünü vermiştir, çözüm AKP’ye rağmen gelişecektir. Kürtlerin bu anlamda sabrı da bitmiştir, tahammülü de. Devletle olmuyorsa, halkımız kendi demokrasisini kuracak ve kendi kurduğu bu sistem içinde yaşamasını bilecek kadar örgütlüdür. Bu statüsüzlük durumu daha fazla devam edemez. Mısır gibi olur, Suriye gibi mi bilinmez. Ancak bir statü kazanılacak ve ne pahasına olursa olsun savunulacaktır.” Ayrılıkçı anlayış açıkça anlatılıyor, ancak anlayana. Mısır ve Libya’daki muhalif ayaklanmalar için yol gösterip racon kesen RTE, bunu yaparken yarın birilerinin de PKK gösterileri için racon kesebileceğini hiç düşündü mü?

Yukarıdaki tehdit dolu sözlerden bir gün sonra bizzat bölücü başından açıklama geliyor. “15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran’dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar.” Bundan büyük tehdit olur mu? Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir şey var burada. Ömür boyu mahkûmiyeti olan bir terörist, cezaevinden örgütünü yönetiyor. Bu durumu acaba kimler yarattı?

Ülkemizin birleştirici değerlerine, kurumlarına karşı küçük siyasal çıkarları uğruna karşı çıkanlar, onların ortadan kaldırılması için var güçlerini harcayanlar, bölücü tehditler karşısında sus pus.

Ülkemizin en büyük birleştirici gücü yaşam kaynağı Atatürk ve Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesidir. Bunları savunamayanların, bu konuda duyarlılıklarını yitirenlerin ülkemizin geleceğiyle ilgili doğru kararlar vermeleri olanaksızdır. Acaba siyasetçilerimiz, dönüşü olmayan bir bataklığın içine sürüklendiğimizin farkındalar mı?

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.