KUTUPLAŞMA TEHLİKESİ

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Cumhuriyet’in ilanıyla uzun süre sessiz kalan gericiler (Cumhuriyet karşıtları), 12 Mart darbesinden sonra partileşerek siyasetteki yerlerini aldılar. Milli Nizam’la başlayan siyasal yaşamları değişik parti adlarıyla sürdü. Burada ilginç olan, Milli Görüş’ün sola karşı yapılan bir darbe sonrası örgütlenmiş olmasıdır.

Bu sürecin başlangıcında iki şey dikkat çekiciydi. Birincisi, her ortamda dini, siyasete alet eden bir politik anlayışın sergilenmesi. Yani, yüz yıllardır halkın kutsal kabul ettiği değerlerin politik çıkar uğruna kullanılmasıdır. Önceleri yadırgansa da merkez sağ siyasetçilerin de zaman zaman dini, kısa dönemli siyasal kazanç uğruna kullanmaları kanıksanır bir durumun oluşmasına destek vermiştir. Toplumsal yaşamın, dini kurallara göre biçimlenmesi için de alttan alta bir çalışmanın yapıldığı da yadsınamaz.

İkincisi ise, bu siyasal çizginin toplumda “Müslümanlar ve diğerleri” ayrımını yapmasıdır. Kendilerinden söz ederken “Müslümanlar böyle düşünüyor, Müslümanlar bunu istiyor…” gibi cümleler kurmaları toplumda ayrımcılığın tohumlarının atılmasına neden oldu. Bu söylemler, toplumu “Müslüman olanlar/ olmayanlar” biçiminde ayrıştırırken irticacı partilere de kalıcı kitle tabanı sağladı. 12 Eylül öncesi siyasetçilerin bu söylemi bölücülük olarak algılayıp toplum önünde mahkûm etmeleri nedeniyle o zamanın Milli Selamet Partisi oy kaybına uğramıştı. Ancak 12 Eylül’le birlikte yeniden düzenlenen siyaset alanı, bu tür söylemlerin taraftar bulmasını kolaylaştırdı.

Rastlantı mıdır bilinmez… Bu hareketin siyasal alana çıkışı da sıçrayıp gelişmesi de askeri darbe sonrası dönemlerdir.

1990’da dünyada oluşan yeni siyasal düzen, geri kalmış ülkelerde etnik ve dinsel siyaseti destekliyordu. Küresel güçlerce Müslüman ülkelere dayatılan ılımlı İslam, ülkemizde politik destek bularak hızla güçlendi. Ilımlı İslamcı görüşü temsil eden AKP, küresel güçlerin de desteğiyle iktidar oldu. Bu dönemde geçmişte tecrit edilen ve tutmayan “Müslümanlar ve diğerleri” söylemi de sıkça söylenir oldu. Bu anlayışla toplum bir kutuplaşmanın eşiğine geldi. Türban kavgasında odaklaşan bu ayrımcılık, günlük yaşamın dinsel kurallara göre düzenlenmesi tartışmalarıyla tırmanmakta. Özellikle son günler de RTE ve arkadaşlarının yapay sorunlar yaratarak toplumu bu tartışmalara çekmesi ilginçtir. Hele muhalefetin bu yapay gündemler üzerinde yoğun tartışmalara girişmesi ise anlaşılır değildir. AKP, bu yapay gündemlerle toplumu belirgin bir kutuplaşmaya sürüklemek istiyor. Böylece de önümüzdeki genel seçimleri garanti altına alarak cumhurbaşkanlığı seçiminde RTE’yi rahatlatma peşinde. Yine seçimlerden sonra olası bir anayasa değişikliği için toplumsal alt yapı oluşturmaktalar.

Kutuplaşma siyaseti, sadece AKP’ye yarar getirir. Ülkemize ve diğer siyasal partilere ise zarar verir. İktidar partisi kutuplaşma, gerginlik siyaseti izleyerek başarısızlıklarını örterken siyasal kazanç da sağlıyor. Toplumun asıl gündemi tartışmasını, konuşmasını engelliyor.

Son günlerde Yargıtay, içki, Hizbullah, Osmanlı, heykel… gibi konularla yoğun, yapay bir gündem yaratılmasının nedeni, asıl sorunları unutturma çabasıdır. Bu aşamada özellikle ana muhalefetin iyi bir manevrayla halkın gerçek gündemini tartışmaya açması gerekmekte.

Peki, topumun asıl gündemi nedir? Toplumun asıl gündemi yoksulluk, yolsuzluk ve işsizliktir. İşsizliğin çığ gibi büyüdüğü, çalışanlarınsa kıt kanaat geçindiği bir ülkede, bunların konuşulup tartışılmaması dikkat çekicidir. Bu konuların gündeme yerleşmesi, AKP’nin yapay gündemlerinin önüne geçmesi için alışagelen yöntemlerin dışında yeni yollar bulunmalıdır. Bu siyasal yaratıcılık gerektirmekte. Özellikle CHP’nin bu konuda zaman yitirmemesi gerek. Çünkü ülkenin bütünlüğü, ulusun birliği için CHP’nin gücü ve politikaları belirleyici olacaktır.

Toplumun siyasal alanda kutuplaşması AKP’nin yararına, CHP’ninse zararınadır. Zaten amaçlanan da budur. Çünkü Kılıçdaroğlu’yla yıllardır özlenip beklenen bir yükselme, iktidar olma olanağı yakalanmıştır. Bu rüzgârının önü kesilmeye çalışılıyor yapay gündemlerle. Dışarıdan bakıldığında, parti içinde bir istikrar varmış gibi görünse de kişisel ve hizipsel ikbal arayışları Kılıçdaroğlu’nu engellemekte.

CHP, AKP’nin toplumu iki kutba ayırma siyasetini önlemeli. Bunun için de dinsel eksende yapılacak tartışmalardan uzak durmalı. “Müslümanlar ve diğerleri” söyleminin ülkenin yarısını “Müslüman olmamakla itham ettiği” söylenerek bu bölücü anlayışın önü kesilmeli.

2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bazılarına benim de katıldığım birçok miting yapıldı. Coşkulu, görkemli bu mitingler son yılların en önemli muhalefet gösterisiydi. Ancak bu, AKP’nin yükselişini engelleyemedi. Aksine oylarının artmasına da neden oldu. Çünkü mitinglerdeki dinsel vurgular, merkez sağ seçmenin AKP’ye kaymasına neden oldu. CHP’nin de 2007 seçimlerinden başarılı çıktığı söylenemez. Bu nedenle 2011seçimleri öncesi bu durumun iyi değerlendirilmesi gerek.

Kurtarıcı ve kurucu olan CHP’nin önüne tarih yeni bir fırsat çıkarmıştır. Ulusu ayrışmadan, kutuplaşmadan kurtararak toparlayıcı, birleştirici olma görevi. Böylesi bir sorumluluğu yerine getirmek için duygusallıktan uzak, akılcı politikalara gereksinim var. Geçmişin deneyimlerinden ders çıkararak ülke sorunlarına çözümler üretmeli CHP. 2011’in ulusal bir kâbusa dönüşmemesi için şimdiden doğru mücadele yolları bulmalı. Yoksa dönülmez bir yolun karanlık dehlizlerinde ışığı aramakla geçer ömrümüz.

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.