KÜRESEL KRİZİN TÜRKİYE’YE YANSIMALARI

ABONE OL
19:05 - 01/10/2020 19:05
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Değişimden çağdaşlıktan ve demokrasiden söz edenlerin, Türkiye’yi çarklar arasında bırakmaları düşündürücüdür. Türkiye tarihinde hiç bu kadar siyasal bir tıkanmanın içinde olmadı. Uluslararası değişimden uzak bir politikanın getirisinde Türkiye hala bu saygınlığını kazanamadı, inadına adına „Ilımlı İslam” dedikleri sistemde tıkanıp kalmalarının bedelini Türkiye ödüyor aslında. Her yıl değiştik büyüdük diyenlerin görmemezlikten geldikleri acı bir gerçek, her yıl ülkede işsiz sayısı hızla artmakta, bu yıl içinde 9.4 olarak gösteren sayı 230 bin ve daha da artmaktadır. (TÜİK) verilerine göre bu sayı ürkütücüdür ama kimin umurunda! Dünya’da açlıktan ve çeşitli olumsuzluklardan ölenlerin sayısı 300 bin, savaş vs bunları eklersek fark çok büyük, ama Allah korusun benim ülkemde dilerim gelecekte bu sayıyı açlık ve yaşamsal olumsuzluklar körüklemez.

Yakın zamanda Dünya’da oluşan Küresel Krizin Türkiye’ye yansımadığını söyleyenler, bunun inandırıcı olmadığını tabiki biliyorlardı, yerel seçilerden sonra bunun olumsuz etkileşimini yine doğruyu yansıtmadıkları vatandaşa nasıl izah edecekler acaba? Türk toplumu hala bekliyor, Türk ekonomisi sağlam diyenler, (İMF)ile sertleşmede yine kapatmaya çalıştıkları(CIA) modeli bir plan içindeler. Sonunda İMF’ye evet demek boyun eğmek onlar için planın bir parçası aslında. Ancak küresel krizin Türkiye’ye olası etkileri sadece iktisadi bir olgu olarak sınırlı kalmayacak derecede karmaşık süreçlere gebedir. Kapitalizmin burada yansımalarına gelince, bu tür krizlerde sonunda birdaha kolay kolay, yerinden oynayan taşların yine yerine konamayacagıdır. Aslında küresel krizlerde daha çok yoksul ve az gelişmiş ülkelerin sınırları yeniden şekillenmektedir. Emperyalizm kuramının öncülerinden olan ROSA LÜKSEMBURG’un düzeltici savaş olarak adlandırdığı şiddet ve yıkım olgusu, günümüz küresel krizin tamamlayıcı bir unsuru olarak yaşanabilir. İşte Türkiye böyle bir siyasi yapılanma tasarımlarının merkezinde olan bir coğrafyada bulunmaktadır. Bu gerçegi şimdi bize bir
şey olmaz etkilenmeyiz diyenlerin iyi görmesi gerek. Türkiye 1929 küresel krizden daha az etkilenerek çıktı. Şimdi 2008-2009 krizinde ise 1929-1930 dönemine bakarak bunuda atlatırız demek anlayışı sonunda çok ağır bir bedel ödememizi getirebilir. Ulusal sanayinin, ekonominin, tüm finans kurumlarının, bundan zarar göreceği ortada. Peki böyle olası bir krizden az zarar ğörerek kurtulmanın çaresi var mı? Türkiye ekonomide içe ve dışa yönelik kazanımları iyi değerlendirmeli, ekonomide iç talebe yönelik etkileşime bakmalı. Ulusal sanayinin dikey ve yatay bağlantılarını güçlendirecek, ithalat sektörünün ön plana çıkartılması; Finansal spekülasyon oyunlarında döviz spekülasyonunu çarçur etmek yerine ulusal tasarrufların sabip sermaye yatırımlarına yönlendirilmesi. Sıcak paranın getirisinin düşürülüp dövizin biraz daha hareketlendirilmesi ve böylece ihracatcının ucuz ihracat yoluyla değil, ihracat gelirleri ile ve üretkenlik yoluyla gelir kazanması şeklinde özetlenebilir. Bunlar aslında ilk akla gelebilecek rasyonal kararlardır.
Ne yazık ki bu türden bir ulusal kalkınma programını 2000’li yılların Türkiye’sinde uygulanmasını önleyen çok daha büyük bir engel vardı: 1923 sonrası Türkiye’si emperyalizme karşı vermiş olduğu savaştan zaferle çıkmanın onurunu taşıyan ve gerek ekonomisi ve gerekse siyasi yapısıyla tam bağımsız ülkeydi.

Hükümetin ve yasa dışı ekonomistlerin „Bize birşey olmaz” demelerine kızan TÜSİAD ve kamu liberal iş çevrelerimiz ise adeta şimdi „Timsah Gözyaşları” döküyorlar. ABD kaynaklı finansal krizin etkileşiminde Türkiye’de hala sıkıntının aşılamadığını görmek mümkün. Yani Türkiye’nin bizim krizimiz başka, ulusal krizin daha da ötesinde, küresel krizde yoksullaşmanın içine doğru sürüklenen bir ”Piyasal kriz ” daha da büyüyecektir. ABD ve İngiltere kendi bankalarına para aktarmalarında „Sosyalist gibiler” diyenlere şu gerçeği hatırlatmak gerek. „Çünki onlar halkın değil kapitalistlerin devletleridir. Bu gibi durumlar için vardırlar ve görevlerini yapmaktadırlar”. Türkiye’de bu etkileşimin içinde mi acaba?, belkide bunu yavaş yavaş göstermeye çalışmaktadırlar, siyasal sorumluluklarını farklı modele sürüklemek isteyenler. Sait Faik’in 1938 yılında yazdığı „Kriz”‘ adlı romanında insan değerleri şöyle ön plana çıkmakta:

LOUVRE müzesi yanmakta, içerde bir siyahi çocuk birde MONA LİSA tablosu var. İçeri koşanlar ya tabloyu yada küçük çocuğu kurtaracaktır. Ama yazar tavrını çocuktan yana kullanır onun kurtarılmasına öncelik verir. Keşke şimdi günümüzde bu denli duyarlılıkları yaşayabilsek, birbirimizin kolundan tutarak kaldırabilsek, düşmemeye çalışanları daha da yere serilmesine seyirci kalmasak, böyle bir ulusallığın duyarlılığını acaba bize hatırlatacak değerlerin varlığını, kendi imtiyazlılıklarını düşünenler bu rüyadan kurtulupta bize hatırlatsalar, bu ülke Atatürk değerlerinin bile unutturulmaya çalışıldığı, onu sarhoş ayyaş kavgacı geçimsiz diktatör olarak göstermeye çalışmaları, bana öyle geliyor ki hala bu önemli gerçeği görmek istemiyorlar.

Tüm dünyanın ulaşılmaz bir devrim modeli olarak gösterdiği Atatürk’ün, kendi ülkemizde hala tartışılıyor olması düşündürücüdür. „Benim mirasım akıl ve bilimdir” diyen Atatürk bu kısacık sözlerinde Türkiye’de aslında hala var olan tıkanmışlığın aşılamaması, bilimle dini çatışma haline sokmaya çalışanların, bu değişimden rahatsız olmalarını görmek mümkün. Aydınlık çağdaş uygar laik özde bir demokrasi anlayışı, işte Atatürk bunları miras olarak bıraktı. 1933 yılında yaptığı konuşmasında Atatürk bu değerlere önem vermişti. „Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel değerler etrafında toplanmasını bilmeliler” demişti.
Ama şimdi içinde yaşadığımız küresel krizin bile bize yansımaz diyenler, küresel krizden daha çok Atatürk’ün hala bilimselliğini aydınlığını kriz olarak göstermeye çalışmaları değişen dünyada bir bağnazlıktır.

Daha yeni seçimden çıkan ABD bile şimdi yeni bir değişimin içinde olaktan söz ediyor. Tabi bu Dünya’nın ABD üzerindeki olumsuzluğunu değiştirebilecek mi? Bunu zaman gösterecek. Dilerim bu değişim Dünya barışı için bir başlangıç olur bekleyip göreceğiz yine de ben ABD’nin bu açılımında inandırıcı olmadığını düşünüyorum. Ama benim ülkemde hala değişmeyen değerler var, bu değişmezlik kalıcılıktan kurtulamazsak, EKONOMİK açıdan yaşanan küresel krizin getirisinde zayıf bir millet fakir bir millet olarak yoksulluktan kurtulamayız. Bir uygarlığa, bolluk ve mutluluğa kavuşamayız, sosyal ve siyasi felaketlerden yakamızı kurtaramayız, işte asıl büyük KRİZ budur. Dilerim Türkiye’yi yönetenler bu gerçeği zaman geçmeden anlarlar. Türkiye şu günlerde siyasal tıkanmanın ortasında kalmış durumda, yani buna ”Çarklar arasında bırakılan Türkiye” demek daha doğru olacak.

Türkiye’nin gelecekte yaşayacağı tıkanma siyasal dengeleri elinde tutanların umurunda değil, ülkenin nereye sürüklendiğini yada sürüklemek istedikleri sistemin oluşmasını sağlamak adına, toplumsal bunalımın bile farkında olmadıklarını görmek düşündürücü değil mi?

İşte Cumhuriyetin 86. yılını bile bu hüzünle kutladık.Türkiye elbette bu zor dönemi atlatacak güçtedir, yeterki Atatürk Cumhuriyetine olan bağlılık ve inanç duygusu kaybolmasın.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.