İNANÇ SİYASETİNE KURBAN EDİLMİŞ TOPLUM

ABONE OL
19:01 - 01/10/2020 19:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Dünyanın hiç bir ülkesinde, inançların getirisindeki bir ibadet şekline kimse müdahale edemez. Ama siz sisteme hakim olduğunuz sürece, inanç siyasetini kullanırsanız işte o zaman toplumsal bunalımın ateşini yakmış olursunuz. Dinle-Bilimi karşı karşıya getirmekte bu tehlikenin başlangıcı bana göre.

İsveçli yazar toplumbilimci Gustav Flodberg.”İktidara geldikten sonra otoriteye yönelen siyasi yönetimler, kendi seçmen kitlesini yaratabilmek için dini kullanırlar”demiştir. Bunu tıpkı Karl Marx mantığında bile görmek mümkün. Toplumu kendi düşünce anlayışında bir arada toplayabilmek için, önce dini kullanacaksın bununda adı inanç siyaseti değil mi? özellikle sosyal ve kültürel dengelerin sağlanamadığı kesimleri böylelikle etki alanınızın içinde tutmayı başarmanız zor olmasa gerek, zira Türk toplumu inançlarına dinine bağlı bir toplumdur. Birde kitlelere konuşurken iyi bir hitabet sanatınız varsa işte burada asıl istediğiniz verimi alabilirsiniz, tıpkı Başbakanın yaptığı gibi. Burada zeki olmak başka akıllı olmak başka kurnaz olmak bambaşka, peki acaba burada hangi mantık öne çıkıyor dersiniz? Elbette kurnaz siyaset anlayışını göstermek mümkün, ama kimse kendi siyaset anlayışındaki kazanımları düşünürken, toplumun yaşadığı yada yaşayacağı sendromları düşünmüyor bile. Yani benim siyasal geleceğim saygınlığını korusunda gerisi önemli değil anlayışı.

Türk toplumu inanç siyasetinin içinde ciddi anlamda çalkantılar yaşıyor, özellikle türban sorununun yaklaşan seçimlerde siyasal model olarak kullanılması çok tehlikeli bana göre. Burada aslında yapılmak istenen, Türbana değil, Türbanlılara bir özgürlük değil mi? her dönem siyasal çıkar olarak Türban 1960 lardan bu güne kadar kullanılmadı mı? Türban her fırsatta dinsel siyaset öne sürüldüğünde kullanıldı aslında. Buradan siyasal bir çıkar üretmeye çalışan iktidarların, sonrasında sözlerinde durmayarak kendilerine inananları, nasıl bir tıkanmanın içinde bıraktıklarını görmemezlikten geldiler.
Burada asıl anlatmaya çalıştığım diğer önemli bir konuda şudur. Türkiye artık her geçen gün bilim ve çağdaş anlayıştan uzaklaşmaktadır, bunu şu anda sisteme hakim olan siyasal iktidar istemektedir. Batı’dan uzaklaşmış bir Türkiye ve tamamıyla dini inançlara dayalı bir sistemin içinde yaşamaya hazırlanan bir Türkiye.
Çağdaş eğitim, kültürel değişim anlayışı, Atatürk’ün ”Benim mirasım akıl ve bilimdir”diyerek bıraktığı aydınlığın gittikçe karardığı bir Türkiye gerçeği ve buradan yola çıkarak örnekler verecek olursak,1973 yılında İsveç’te yaşanan ”Stockholm sendromu”Türkiye’de yaşanacak olan olası bir toplumsal sendromun habercisi olmaz umarım. Yada Hitler Almanya’sındaki otoriter rejim tıkanmasını yine yaşamaz bu toplum. Şimdi ”İleri demokrasi”adını koydukları, özde ve dolaysız demokrasi’ye alternatif olarak çıkan, bu demokrasinin kalıntılarını görmez bu toplum. Başında da söylediğim gibi, her geçen gün ”Ilımlı İslam’a ”doğru kayan bir sistem anlayışını zorda olsa kabulleniyoruz artık. Dinle-Bilim karşı karşıya geldiğinde de işte asıl toplumsal sendromun yaşanması kaçınılmaz olacak. Eğitimden, kültürden, bilimden, tüm aydınlık gerçeklerden uzak bir toplum gerçeği, işte tehlikeyi görememektir. Son Tophane olayları bu tehlikenin habercisi değil mi?

Dünya bizi dışarıdan çok iyi izliyor, ama biz tamamıyla Batı’dan koparılmış bir toplum olarak, kendi içimizde bir çarkın ortasında bırakılmış kalmışız.”AB artık Türkiye için bitti, AB bir Hıristiyanlar kulübüdür”diyen RTE, hala kendi anlayışıyla her önüne gelene bağırıp duruyor, hatta tüm dünyaya kafa tutuyor, kendi yarattığı halkın duygularına hükmetmeyi de iyi biliyor.”Bizi almayın bizde AB’ye girmekten vaz geçtik” demek yada ”ben halkımın kaderini nasıl çizeceğimi biliyorum, biz tek başımıza da kalsak güçlüyüz”demek. Türkiye’yi batı’dan koparıp.
Ortadoğu’nun kabile demokrasisiyle bir arada tutmak toplumsal bir sendromun habercisi değil midir? Her seferde değiştik büyüdük diye veriler göstermek, ama nedense bu değişimlerin bir türlü halka refah noktasında yansımamasının açıklamasını yapabilirler mi acaba? Kısacası zenginin daha çok zengin, ama fakirinde daha çok fakir olduğu bir Türkiye. Yarın toplum kendinden saklanan gerçeklerin, acı yansımalarını yaşamaya başladığında, işte o zaman çaresi olmayan bu hastalıklarla toplumu baş başa bırakmak zorunda kalanlar, bunun hesabını nasıl verecekler kim bilir.
Türkiye bu acı gerçeği yaşamayı hak etmiyor biliyorum, ama bu gidişle sanırım inanç siyasetinin ülkeyi nasıl bir tehlikenin ortasında bırakacağını da şimdiden görmemiz gerekiyor.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.