HAYAT BİR KERVANSARAYDIR

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 İki kapısı var, birinden girdim, ötekinden çıktım.

Emine Sevgi Özdamar’ın 1992 yılında yayınlanan kitabına verdiği ad. Bu kitabın özelliği ilk romanı olması. Kitap yayınlanmadan önce romandan bir kesinti yayınlanmıştı. Bir yıl önce bu kesinti bölümden Ingeborg Bachmann ödülünü kazanmıştı.
Bu nedenle merakla beklenen roman yılın en önemli kitabı ünvanını aldı. Yazarı edebiyat çevrelerinde heyecan veren bir ses oldu. Karakterine uyan bir ivedilikle başarıdan başarıya koştu.
Bir yıl sonra roman almancadan türkçeye çevrildi. ABD’de yayıncı Peter Boxall’ın yayınladığı “ölmeden önce okumanız gereken 1001 kitap” adlı listede Thomas Mann, Franz Kafka gibi dünyaca tanınmış isimlerle birlikte verildiğinde yıl 2006 idi.
Sevgili okurlarım, henüz okumamış olanlar demek ki daha vaktiniz var. Bilhassa kalp hastalarında ölüm yaşa bakmıyor maalesef.
Okumaya başlamadan önce derin bir nefes alıp koşturmaya hazır olmalısınız. Sevgi Hanım en çok rahat ettiği yerin tren olduğunu, söylüyor. Yolda olup bir yere İstanbul’a, Paris’e ve Berlin’e varmak, diyor. Bu kültür şehirlerinde yolculuğa devam ediyor. Tiyatro, şarkı, türkü ve şiirlerde gezisi devam ediyor.
Malatya’da 1946’da doğan yazar, 1965 yılında Almanya’ya işçi, olarak geldiği yıllarda yaşadıklarını çok renkli bir dil ile anlatıyor.
İşçilerin ne derece onur kırıcı, at gibi dişlerinin sayıldığı sağlık muayenelerini bile eğlenceli bir şekilde anlatmış.
Almanlara bilmedikleri Anadolu’yu mozaik olarak gösteriyor. Kitap yalnız Avrupa dillerine değil bütün dünya dillerine çevrildiği için Türkiye’yi akıcı bir dille dünyaya tanıtmış oluyor.
Romanı okuyan Türkiye tarihi, Cumhuriyet reformlarının devamı hakkında bilgi ediniyor.
Avrupa’ya göç eden birinci nesil yaşadıklarında benzerlikler buluyor, farketmediği gözünden kaçan şeyleri bilinçli olarak görüyor. Romanı okurken çoğu kez almanca okuduğunuzu unutup, birdenbire türkçe düşündüğünüzü yakalıyorsunuz.
Batı-Avrupa’ya göçten önce birinci nesil Türkiye’de göçleri denemiş. Sevgi Özdamar’da Malatya, Bursa ve İstanbul yollarında yorulmamış, taşıdığı enerji onu Berlin’e itmiş.
İlk nesilden başaran insanlar, az da olsa var. Alman basın ve medyası bu başarıları kısa verip geçiyor. Negatif örnekleri tekrarlayanlar, kendi psikolojik sorunlarını aşağılık duygularını gizlediklerinin farkında değiller. Türkleri kötüleyip, aşağılayarak kendilerinin daha iyi olduklarını göstermiye çalışıyorlar.
O halde biz enerjimizi başarılı insanlarımıza ayırıp, onları öne çıkararak gelecek nesillere örnek göstermeliyiz. Türk basın ve medyası bunu doğru yapıyor, diye düşünüyorum.
Sevgi Hanım’ın yaptığı okumalarda çok az türk görürüm. Diğer almanca yazanlarda da öyle. Dernek ve kuruluşların yaptığı toplantılarda yalnız türkçe oluyor. Bu konu araştırılacak bir konudur. Almanca türk göçmenler için teknik ve mantık dili, yani iş dilidir, diyebilir miyiz? Osman Engin, Feridun Zaimoğlu, Renan Demirkan,
Arif Pirinçci okumalarında türkleri göremeyince ne düşünüyorlar?
Almanca yazan türk kökenli yazarlar duygusal olarak o dille yaşamayı öğrenmişler. Herhalde kızmışlar, rüya görmüşler, üzülmüşler ve aşık olmuşlar o dilde.
Sevgi Hanım, tiyatroda bu duygusal kolaylığı edinmiş. 1967 – 1970 yılları arasında İstanbul’da tiyatro öğreniminden sonra, 1976 yılında Doğu Berlin’de Volksbühne tiyatrosunda, Brecht’ın öğrencileri Benna Besson ve Matthias Langhoff’la çalıştı.
1978 – 1979 yıllarında Paris ve Avignon’da sahneledi. 1979 – 1984 yıllarında Bochum tiyatrosunda oyuncu, 1986 yılında Frankfurt tiyatrosunda yönetmen olarak çalıştı. Onu sinema oyunculuğundan da iyi tanıyoruz. 1982 yılından sonra kendisini yazmaya verdi.
1991 – 2010 yılları arasında her yıl, en az bir edebiyat ödülü aldı.
Bu sene aldığı Carl-Zuckmayer-Madalyasını Rheinland-Pfalz Eyaleti Başbakanı Kurt Beck’in elinden aldı. Bundan önceki yıllarda aynı ödülü alan sayılı şahsiyetlerle sahnede duruşu, sevinci hepimizi etkiledi. Bu kültür elçilerinden Almanya’ya Günter Grass’ın, Teneke Trompet’i kitabını sinemaya uyarlayarak Oskar kazandıran yönetmen Volker Schlöndorff’da vardı.
Yazar Carl Zuckmayer (1896 – 1977), Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk reformlarında batı müziği gelişmesinde, Opera, Öğretmen Okulları Müzik öğreniminde çok büyük emeği geçen Eduard Zuckmayer’in
(1890 [Hessen] – 1972 [Ankara]) kardeşidir.
İşte bu çok önemli ödül Sevgi Hanım’ın 2001 yılında bana imzaladığı romanı tekrar elime aldırdı.
iltergh-15-02-a.jpgKervan, deve daha sonraları at gibi binek hayvanlardan meydana gelmiş kafiledir. Bu kafilelerde yolcu veya ipek gibi kıymetli mallar taşınırdı. Yolculuk hayli uzun sürüyordu ve yorucu olurdu. Hayvanlarıyla, mallarıyla birlikte tüccârların kaldıkları otellerin küçüğüne han, daha büyük ve muhteşem olan, saraya benzeyenlere kervansaray, denir.
Bu kitapta varışların anlamı yirmi senelik hayatında açıkça görülüyor. Anadolu’da aileler büyükana ve büyükbaba olmadan düşünülmüyor. Komşu ve akraba ilişkileri çok güzel anlatılmış. Çocukların yaşamı yatişkinlerle birlikte seyrediyor. Mezarlıklardan başlayıp düğünlere kadar çocuklar, gençler bütün olayları birlikte yaşıyorlar.
Akademisyen olmıyan ailelerde bile deyimlerin, atasözlerin, tekerlemelerin, batıl inançların ve destanların günlük hayatlarına girmiş olduğunu romanda tespit ediyoruz.
Türkiye’de iç göçlerin sebebi ve tarihi neşeli bir şekilde anlatıldığı için, sıkılmadan okunuyor. Radyo, elektik ve traktörün ilk defa kullanılmasını gülerek okudum.
Nazım Hikmet Ran, Ahmet Rasim gibi tanınmış yazar ve şairlerden alıntılarla Türk Edebiyatı’na merak uyandırmış.
Denizin insan hayatındaki yeri bile unutulmamış. Orhan Veli’den bir alıntı (s. 367) :
“İzmit’in ortasına girince, denizi göreceksin, şaşırma.”
Babası ise şöyle diyor: ” Kadın deniz gibidir, ne zaman sinirleneceği, ne zaman içine kapanacağını, bir erkek asla bilemez.”
Ailedeki konuşmalarla, konuşan toplum olmaktan korkmamak gerektiğini anlıyor insan. Yine 1994 yılında yılın en iyi kitabı seçilen Anadili (Mutterzunge) kitabında büyükbaba ile iletişimin ancak konuşma dili olduğunu anlatıyor. Büyükbabalarımızın yazı dili arapça idi. 1940 yıllarında doğanlar yazıyı lâtin harfleriyle öğreniyorlardı. Büyükanalarımızın okuma yazma öğreneni sayılacak kadar azdı.
Ailelerde inancın önemi romanda sık sık vurgulanıyor (s. 73):
“Ali ile başım örtülü Camii’ye giderdim. Duvarlar, pencereler hep susardı. Halılar kuş tüyünde bir hafiflikle bizi hocanın önüne kadar taşırdı.”
Çocukların oyuncakları yoktu, ama kim demiş hayatlarında oyun yok, diye. Çocuk dünyasının yaratıcılığına bu kitapta bir kere daha hayret edersiniz.
Anadolu’dan birkaç batıl inanca (s.87-88) örnekle merakınızı biraz daha uyandırayım. Şu durumlarda yakınlarımızdan birisi ölecek:
“Eğer kapılar gıcırdarsa, bir köpek bir kapının karşısında havlarsa, ayna kırılırsa, tavuk horoz gibi öterse, kargalar uzun süre
susarsa ….”
Rüyamızda: “Eğer bir diş düşerse, ateş veya duman görürse, birine sarılırsa ….”
En iyisi Köroğlu destanını kitaptan (s.190) okuyunuz:
“Benden selâm olsun Bolu Bey’ine,
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır,
At kişnemesinden, kılıç sesinden
Dağlar seda verip, seslenmelidir: hey hey”
İyi okumalar dileğiyle, hoşça kalın.
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen
 
 
 
Kaynaklar:
Emine Sevgi Özdamar
Das Leben ist eine Karawanserei,
Kiepenheuer und Witsch, 4. Aufl. 1999
ISBN 3-462-02319-5
http://www.kiwi-verlag.de/46-0-autor.htm?id=3847
Murat Tosun.
Hürriyet, Cumartesi 30 Ocak 2010 (s.5)
Eduard Zuckmayer,
Bakınız: www.ha-ber.com, köşe yazım,
Arşiv: Atatürk’ün Müzik Anlayışı
 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.