Eve Dönüş II

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Türkiye sınırında gümrük memurları sanki içimden geçenleri anlıyor gibi davrandılar. Nihayet sınırlarda beklemeden, eziyet çekmeden işlemleri yapıyorlar. Candan sıcak davranışlarla ayrılıkların zorluğunu azaltıyorlar. En çok anadilimden ayrılmak zor geliyor.

Eve Dönüş birinci bölümde Bulgaristan sınırına gelmiştim.
Artık Bulgaristan sınırı çoğunluğun içinde taşıdığı türk düşmanlığının, ön yargıların başladığı bir sınır olmaktan çıktı. Avrupa topluluğuna üye olduğundan beri tam tersine dostluk sınırı intibasını veriyor. Çok dil bilen gümrük memurlarından en az biri türkçe biliyor ve komşu diye hitap ediyor. Hatta tatilimizi nerede ve nasıl geçirdiğimizi sorarak Türkiye hakkında bilgi ediniyorlar.
İlk konakladığımız Razgrad şehrinde çok sayıda türk yaşıyor. Taksi şoförlerinin çoğu Almanya’da çalışıp dönen türk kökenli bulgar vatandaşlarından oluşuyor.
Lüleburgaz sokağındaki otelimizde cep telefonu aracılığı ile bir cami olduğunu öğreniyoruz. Neden yalnız kız çocuklarının türkçe öğrendiğini, anlıyamadım doğrusu. Türk televizyon yayını izliyoruz.
Sabah çok zengin kahvaltıda yola almaya yetecek kadar yiyecek artıyor.
Bulgaristan’ın AT’na üye olmasından önce çok çabuk Bulgaristan’dan geçmeyi isterdim. Her yerde iki alfabede yazıldığı için müşterek şeyleri anlıyalı rahatladım. Artık Bulgaristan’ı bir an önce geçip, kurtulmak için acele etmiyorum.
Latin alfabesi reformundan dolayı Mustafa Kemal Atatürk’e minnettarlığım artıyor.
 
iltergh-17-11-08-1.jpg
Bulgaristan ve Romanya sınırı olan Tuna nehrini tek köprüsü Ruse’den geçerken Osmanlı tarihinde geçen mekân adları, bazan tarih derslerinde öğrendiğim tarihleri hatırlıyorum. Plevne, Karlofça, Eğri kalesi, Estergon kalesi … gibi.
Bükreş çevre yolunda türk kamyon şoförleri yardım etmeseydi, oradan çıkmak bir kâbus olurdu.
İkinci konaklama otelimiz “Avrupa Otel’i” Sighişoara kentinde. Her sene geldiğimizi anladıklarından daimî müşteri muamelesi görüyoruz. En şahane manzaralı, teraslı odayı veriyorlar. Ama Ege’nin o ılık Sonbahar’ı yok artık, üşüyorum. Tarif edilmesi zor bu güzellik adeta büyük bür buzdolabının içinde, Ekim ayı sonuna kalmıyalım gelecek sene, diye düşünüyorum.
Balkan’da bazı kentlerin adı nasıl Osmanlı tarihini hatırlatıyorsa, bazı yerler de Alman tarihini hatırlatıyor.
Sighişoara kentinde çok sayıda alman kökenli romanya vatandaşı var, bu nedenle Almanca anlaşmak daha kolay. 1300 yıllarında ataları buraya çalışmak amacıyla gelmişler.
Otelden ayrılınca hemen sis sorunu başlıyor, önümüzü bir kaç metre görerek yavaş yavaş ilerliyoruz. Romanya’nın o muhteşem karpat manzarasını aşağı yukarı iki saat sonra görebiliyoruz..
Daha zaman var, diyerek Macaristan’a devam ediyoruz.
Konakladığımız otelde daha önce kaldığımızı, orada almanca konuşulduğunu ben hiç hatırlamıyorum, ama eşim park yerinin emniyetli olduğunu bile hatırlıyordu.
iltergh-17-11-08-3.jpgGezinti esnasında babası ile ceviz toplayan üç veya dört yaşlarında bir çocuk bize ne yaptığını anlattı.
Dünya’ya bir daha gelsem, yine öğretmen, ama küçük çocukların öğretmeni olurdum.
Bu çocuk en doğal bir vücut diliyle, bizim macarca bilmediğimizi düşünmeden anlatıyordu. Çektiğimiz fotoğrafı makinadan geri istiyordu.
Macar halkının kökeni orta Asya’ya dayandığından olacak türkçe ile macarca akraba dilleridir. Aynı Türkçe gibi okunup, yazılıyor.
Slovakya’da güzel, yemeği ucuz ama konaklamanın pahalı olduğu bir otelde Zlatá Býk, Rimavská Sobota kentinde ilk öğle yemeğimizi yiyoruz. Önceki öğle yemeklerimizi yanımıza aldıklarımızla idare ettik. Almanca veya Türkçe konuşulan restoran adresi yoktu.
Bundan sonraki konaklama otel ve kentine onsekiz senedir alıştık. Bucovice kenti Çek Cumhuriyeti’ndeki otel, ilk yıllarda sıcaksuyu olan Türkiye’den sonra banyo gibi doğal olan ihtiyacın ilk giderildiği yer idi. Ne yemek yiyeceğimizi dahi plânlardık.
Daha arabayı park ederken her zamanki gibi olmadığını farkettik. Kent yolları yapı halinde, yarı karanlıkta çukurlara düşmemeye gayret gösteriyoruz. Arcaden otelimiz kapanmış, pansiyon arıyoruz.
Çok az almanca bilen bir Bey, ailesini dışarda o soğukta bıraktı ve bizi arabasına alarak o bozuk yollarda adresini bilmediği bir pansiyonu aradı. Aklım dışarda soğukta bekliyen ailesinde kaldı. Pansiyonda yer yoktu. Sonunda yakındaki kentteki başka bir oteli tavsiye ettiler.
Teşekkür etmek için adres almadığıma halâ pişmanım. Çıktığı evi görmüştüm, kent çok küçük, belki onu bulabilirim… .
iltergh-17-11-08-2.jpgSlavkov (almanca Austerlitz), Florian oteline gelince rahatladık. Karanlıkta yola devam etmeye cesaretimiz yoktu, hele benim. Otel çok zevkli döşenmişti. Bu otel kapanan otelimizden çok daha güzeldi. Bazan kapanan bir kapı, başka daha iyi bir kapının açılmasına sebep olabiliyor.
Çok eski tarihlere gidince burası çok harplere sahne olmuş. Hemen
2 Aralık 1805 yılında yapılan savaş akla geliyor. “Schlacht bei Austerlitz” veya “Dreikaiserschlacht” adı veriliyor.
Rus ve Avusturya askerleri İmparator II. Franz ve Rus Zarı
I. Alexander kumandasında, Fransa İmparatoru I. Napolyon’a karşı savaştı.
Napolyon’un galibiyeti ile sona eren savaşta 15.000 asker ölüyor, 12.000 asker esir alınıyor. Böylece Napolyon’a Viyana yolu açılıyor.
Noksan kalan iletişim, eksik kalan planlama sonraki problemlere açık kapı bırakıyor.
O zaman savaşlar erkekçe yapılan savaşlar, bir alanda yapıldığına göre sivil halk zarar görmüyor, şehirler yıkılmıyor, insanlar her yerde tehlike içinde değillerdi herhalde.
Bu küçük kentin nüfusu 6000.
Otelin sahibi almanca bildiği için çok iyi iletişim vardı. Oteldeki köşklerde görülebilecek zengin bir kahvaltıdan sonra Berlin’e yola koyulduk.
 
Artık dil sorunu yoktu, buna rağmen alıştığımız restoran Heidekrug’da Çek Cumhuriyeti’ne, sınıra çok yakın olan Cotta’da öğle yemeği yedik.
Artık harita okumaya, şoförden daha fazla dikkat etmeme gerek yoktu. Almanya’nın düzenli otoyolunda gelmişe, geçmişe ve geleceğe kafa yorabilir, yazacaklarımı ve okuyacaklarımı plânlayıp düşünebiliyordum.
 
“Otomobil uçar gider,
gönlüm gibi geçer gider.
Ben talihin peşindeyim,
talih benden kaçar gider …”
Berlin’e gelir gelmez, yazılarımı karşılaştığım etkinliklerde zevkle okuduklarını söyleyip, bana cesaret vererek, daha iyi yazmaya teşvik eden tüm ha-ber okurlarıma teşekkürü bir borç bilirim.
Hoşça kalın, ama sakın gezisiz kalmayın!
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen
 
 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.