ÇAĞDAŞ OLMAKTA KÜLTÜR VE SANATIN ÖNEMİ

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek, anlama yeteneğini eğitmektir. Kültür bir ülkenin, çağdaş anlamda uluslararası değişimdeki saygınlığına kavuşabilmesi için, kültürlü bir toplum olmanın anlamı demektir. Türkiye’de Kültür ve sanata gösterilen değerin, anlamın, hiç bir dönemde bu kadar baskıcı bir tutum içinde bırakılmadığını görmek mümkün.

Bir ülkenin uluslararası saygınlığında yerini almasındaki bakışı, sanata verilen önemin yaratıcılığın desteğin, sanatçıya ve sanatına gösterilen desteğin resminde görememek üzücüdür. Uluslararası bir sanatçımız dünyada yılda160 konser veriyor, bunu yapan başka bir sanatçı var mı? „Ama ben ülkemde sanatımı yapamamanın üzüntüsünü yaşıyorum” ‘diyor ve ben de bir gün bu ülkeyi terketmek zorunda bırakılırsam bu bana da Atatürk ülkesinde sanatımla yapacağım çalışmalardan uzaklaşmanın sıkıntısını üzüntüsünü yaşatacaktır, ama bu kimsenin umurunda değil, belkide bana da diğerlerine söylendiği gibi, git arkadaş nereye gidersen hangi ülkeye gidersen git, diyebilecek kafalar vardır bu ülkede.

Avusturya MOZART’ın ülkesi dünya Avusturya’yı Mozart’ın ülkesi olarak tanıyor. Hala her yıl Mozart yılı etkinlikleri altında Avusturya’da sanat, kültür, müzik, çağdaş anlamda dünyaya yansıtılıyor. Ama benim ülkemde Atatürk resimleri duvarlardan indiriliyor, klasik müziğin, balenin, operanın, sanat olmadığı tartışmaları yapılarak etkinlik alanları kapatılıyor, çağdaş sanat eserleri oyunlarının sahnelenmesinin önü kapatılıyot, ressamlar eserlerini sergileyecek salon bulamıyor. Bulsalarda sanat eseri niteliğindeki açık olan resimlerin üzerleri kapatılarak izin veriliyor. Tiyatrolar parasızlıktan eserlerini oyunlarını gösteremiyorlar, yada seyirciyi salonlara çekemiyorlar buda toplumun dinsel duygular içinde etkileşiminin getirdiği ”Mahalle Baskısı Sendromu” olarak gösteriliyor bu doğru bir bulgu bana göre ve bunun tek açıklamasıda bu olmalı.

Eğitimin can damarı olan „Milli Eğitime” geçen yıllarda 600 imamın geçişine izin verilmesi korkutucu değil mi? Milli Eğitim Bakanlığı’na 600 den fazla imam alındı. Milli eğitimle ilgili 14 kanun, 87 yönetmelik, 22 önerge değişikliği yapılarak „Tarikat, Cemaat” kuşatması niteliğinde kadrolaşmaya gidildi. Bin 40 tan fazla yönetici,167 Talim Terbiye Kurulu uzmanı görevlerinden uzaklaştırıldı. Ders kitaplarında 10. yıl marşı çıkartılarak elbiseleriyle denize giren genç kızların resimlerine yer verildi. TRT her yıl yaptığı takvimde Atatürk resimlerine yer vermeyip bu geleneği bozdu. Türk parasından Atatürk resimleri yavaş yavaş silinmeye başlandı. Unutturulmaya çalışılan Atatürk sanatı, kültürü ve değerleri burada da kendisini göstermeye başladı. Kültür sokakları evleri adı altında kurulan stantlarda, saatlerce islami motifleri içeren çalışmalar kitaplar ve ilahilerle yoğun etkinlikler düzenleniyor, Kültür Bakanlığı bu güne kadar Türk edebiyatı, sanatı, kültürü ve müziği konusundaki çalışmalarda sınıfta kaldı. Almanya’da yapılan çok önemli bir kitap fuarında (Frankfurt) sadece resimlerde kalmayı başardı, hala aldığı ‘NOBEL’ edebiyat ödülü tartışılan Orhan Pamuk burada Türkiye adına değil kendi adına konuştu. Kendi rolünü oynadı, kimsede buna sus demedi, konuşma demedi. Asıl Edebiyata değer ve emek verenler figüranlığı oynamalarına izin verildi. Şimdi 2010 yılında Türkiye yine büyük bir sınavdan geçecek.

Dünyan Kültürünü ağırlayacak. Bu sefer hiç olmazsa ayağına kadar gelecek bu önemli fırsatı bari hiç bir kalıtımın aykırı düşüncenin yada başka çıkar amaçlarının yaygınlığı adına siyasal çekişmenin dışında kalarak, ulusal değerlerimiz adına kazanımlarını gözeterek kalıcı çalışmalar yapmanın fırsatlığını önemimi görmeliyiz. Dünyanın bizi izlediğini görerek burada Türk edebiyatının, kültürünün, sanatının önemini tüm dünyaya vermeliyiz. Bu nasıl olacak bekleyip göreceğiz. Yine ılımlı İslamın burada da etkileşiminden yola çıkarak korkulacak sonuçlara vesile olmaksa amaç. İşte bundan sonrasında ortaya çıkacak acı tabloyu bunun bedelini kimler öder bilmiyorum.

Edebiyatımız dışa açılıyor diyenler, aslında kendileride bunun inandırıcı olmadığını biliyorlar. Küreselleşen dünyada, kültürel kaynaşmanın önemi unutulmamalı, Türk edebiyatı, kültür ve sanatı bu tür etkinliklerde yaygınlaşması açısından bu çalışmalarda olmanın kazanımlarını iyi analiz etmeliyiz. Almanya bu pazarı her yıl çok iyi değerlendiriyor ve yılda 600 milyon Euro’luk bir pazarı iyi kullanıyor. Dünyaya verilen kültürel değerlerin Almanya’da ne kadar önem kazandığı, ama benim ülkemde hala bir kültürel yapılanmaya gidilmiyor. Türkiye hala eğitim ve dijitalleşme sorununu yeni aşmaya çalışıyor geç kalınmış bir değişim, bununda sıkıntılarını her yerde yaşıyor.1949 yılında Almanya çağdaşlaşmanın temelini attı. Üstelikte Hitler’in yığınla bıraktığı bir yıkıntının altında, ama Edebiyat’ta ve sanatta bu günlere geldiğinde dünyada hiç bir ülkenin yapamadığını yaptı. Türkiye 73 milyona yaklaşan nüfusuyla 1500 kütüphaneye sahipken, Almanya bugün 82 milyon nüfusuyla on beş binden fazla kütüphaneyi açık tutuyor. İşte farkımız burada. Hala Türkiye’de 5,6 milyon insan gazete kitap dergi okuyor, ama Almanya’da bu sayı çok fazla. Almanlar okuyor izliyor araştırıyor değişim bu demektir bana göre.

Türk edebiyatı dışa açılıyor mu derseniz, burada düşünmeliyim kendime sormalıyım bu sorunun yanıtını, verebildiğim kadarıyle hayır, evet hayır, hala yapılanlara gelişmelere baktığımda hayır demek istiyorum. (TEDA) projesi var gündemde. Kültür Bakanlığı’nın ortaya koyduğu. Ama başında Frankfurt gibi çok önemli bir etkinlikte sınıfta kaldı bu proje,Türkiye üstelikte burada konuk ülke olarak bu önemli fuara davet edildi. Kendisine sunulan bu fırsatı kullanamadı ve Orhan Pamuk’un gölgesinde kaldı koskoca Türkiye.

Ve yine çok önemli bir etkinlik vardı Almanya’da. Duisburg Kitap Fuarı 22 Aralık ve 6 Ocak tarihine kadar etkinlikler devam etti. Peki burada Türkiye neredeydi? Neler yaptık, ne çalışmalar etkinlikler düzenledik acaba? Bunu göremedim aradım ama Türkiye’yi göremedim burada. Fazla etkin değildik çalışma yoktu. Şimdi 2010 yılında tüm Dünya’da ses getirecek bir kültürel çalışmanın içinde olacağız. Dünya kültürünün paylaşımında Türkiye ev sahiplği yapacak hala bir rasyonalizm çalışma planı yok ortada. Dilerim bu kez sisteme sahip olanlar da gerçeği görüp bu uluslararası etkinlikte,Türk edebiyatı, sanatı, kültürü ve tarihinin çağdaş sentezisasyonunu bu sefer iyi kullanırlar derim.

Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor, siyasal çalkantıların sıkıntıların getirdiği tıkanmışlığı aşamamış bir ülkede kültürel yapılanmaya bakışın önemide burada ortaya çıkıyor aslında. Ama siyasal bunalımlar ne kadar ortada olsada, ülke yararı için edebiyatın, sanatın, kültürel yapılanmanın bu sıkıntılar içinde bile önemini unutmamamız gerekiyor. Ama siyasal etkinliğiniz adına şunu oku yada bunu okuma diye başbakan olarak, toplumu farklı yönde etkileşim alanında tutmakta doğru olmayan bir davranış biçimi bana göre. Yoksa eğitimli bilinçli aydın bir toplum yaratmak istenmiyor mu? Ilımlı islam mantığında bu açılım yok mu? Türkiye çağdaşlığın neresinde? Siyasetin iyice tıkandığı bir ortamda bu sorunun yanıtını kim verecek derseniz? Bana göre hertürlü sıkıntının içinde, kültürel değişimi bu bunalımdan ayrı değerlendirmek gerek, kültürel değişimi her sıkıntının içinde kullanmaya çalışırsak, hala bir zamanlar asla diyenlerin şimdi can simidi gibi sarıldıkları (AB) yolunda bile duraklama demektir. Türkiye hala uluslararsı tanıtımda bilinçsiz ehliyetsiz beceriksiz insanlara editör görevi vermekle çok şey kaybettiğini biliyor sanırım. Ama işine gelmiyor gerçeğin görülmesi ve kendi ülkesini „Dinsel duyarlılık Türkiye’de istediği ilgiyi saygıyı görmüyor” diyen bir Dışişleri bakanına sahip. Türkiye’yi gözleyen bir batı acaba Türkiye’yi yanında istemediğini her fırsatta açıklarken şimdi nasıl bir karar verecek? Burada şunu sormak gerek bu editörlere, Türkiye, Batı’ya muhtaç mı? Türkiye’nin içinde bulunduğu tıkanmışlıktan kurtulabilmesi için Batı’nın gözlemine ihtiyacı var mı? Şimdi bu sorunun yanıtını bana ülkeyi bu noktaya getirenler verebilirler mi? Düşüncelerini bile özgürce yazmaktan korkar hale getirilen bir korku toplumu haline ülkeyi getirmeye kimsenin hakkı yok.

DAVİD THONCON’un korku toplumu adlı kitabını okuduğumda bu korkunç gerçekleri yaşadım içimde ve titredim. ” Bir ülkeyi kendi inançların, ideallerin, sistem anlayışının, (Ilımlı İslam gibi) içinde yöneteceksen korku toplumu yaratacaksın” diyor Thoncon. Şimdi Türkiye bu gerçeğimi yaşayacak acaba sürekli? Türkiye artık kaybetmeye hazır değil. Ülkeyi siyasal gerginliğin içinde tutmanın, ülkeye gittikce zarar verdiğini görmek gerek,Türkiye gittikce Aydınlık Laik Çağdaş Atatürk değerlerinden gittikce uzaklaştırılıyor diye düşünmek bana acı veriyor aslında. Kendi değerlerimizi kendimiz ayakta tutarak bunları batıda kalıcı olabilmenin gerçeğini aramalıyız yapmalıyız, çağ dışı politikalar peşinde olmanın ülkeye bir faydası olmayacak.

Hala iki yüzüde oynayan Batı’ya karşı içinde olmak istesek de kararlılığımızda elimizi masaya vurma cesaretini yakalamalıyız, Batı bize hala samimi değil ve bizi içinde istemiyor. Dünyaya karşı iki yüzünü göstermedimi en son İsrail’in acımasızca masum Filistin halkına karşı uyguladığı kabul edilemez saldırı da, sadece seyretti bu vahşeti uzaktan. Aslında bu savaşın tarihi belliydi bitmesinin, Obama savaştan yana olmadığını açıklıyordu, bunun içinde yemin töreninden önce saldırı plana göre yapılacaktı vahşet işlenecekti, masum sivil halk öldürülecekti. Bu saldırıda İsrail’in haklılığı neredeydi? Batı neredeydi acaba? Batı işte şimdi konuştu yeter artık fazla saldırma yapacağın kadar yaptın bu kadar katliam yeter ben seyrederken zevk aldım diyordu. Dünya barışının içinde olmak adına, insancıl duyguların öne çıkması kadar gerçek olan ne varki. Ama şimdi Türkiye bu mesajı tüm dünyaya 2010 yılında verecek. Bu fırsat elinde olacak, kültürel değişimle, edebiyat, sanat, kültür, şiir, tüm değerlerle, başkanlık edeceği tüm Dünyanın edebiyatcılarına, sanat, kültür, bilim adamlarını ağırlayacağı 2010 yılındaki ev sahipliğini çok iyi yapmalı.

Türk edebiyatını, sanatını, kültürünü burada tüm dünya edebiyatıyla buluşturduğunda, işte asıl Atatürk değerlerinin bağlılığını ve bu anlamdaki gerçeğin kalıcılığındaki önemi çağdaşlaşmayı, burada tüm dünyaya göstermeli diye içimde bir sevinç oluşurmu acaba diyorum.
Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.