BİLİM VE ÇAĞDAŞLIKTAN KORKAN SİYASET

ABONE OL
19:05 - 01/10/2020 19:05
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Okumayan, sanatla ve kültürden uzak, zamanının çoğunu TV başında, içi boş anlamsız proğramları seyrederek geçiren, keyif masalarında umursamaz yaşam tarzıyla, yada öbür dünyaya göçmek adına günah çıkarmak için ibadetle zamanını harcayan, ama kendi günahlarının arkasına sığınıp görünmemeyi başaran, bilimden, sanattan, uzak kalmış bir toplumun çağdaşlaşması mümkün müdür? Mistik TV dizileriyle içi boş anlamsız proğramlarına kendini kaptırmış ve inançlara tutsak edilmiş bir toplum çağdaş olabilir mi? Evrene yararlı büyük millet olabilirler mi?

Yıllardır kendi toplumunu çağdaşlaşmanın gerisinde bırakanlar, geri kalmışlığın uluslararası değişimin gerisinde kalmışlığın sıkıntılarını hala görmüyorlar bile. TV’ lerde hala mistik diziler, insanın içini karartan daraltan diziler, sabah proğramlarında bacım edebiyatı yapanlar, çaresizlik içinde aç ve perişan insanları ekrana getirip duygu sömürüsü yapanlar ve inadına sanal alemin kahramanlarının yaşam tarzlarını, imrendirecek biçimde renk vererek göstermek ve sonrada bunu yaşamak adıyla korkunç bir uçurumun önünde son bulan bitmiş hayaller.

İşte Türkiye gerçeği bu, kültürden sanattan edebiyattan uzak kalmış bir ülke. 73 milyon bir ülkede sadece 5,8 milyon insanın gazete ve kitap okuduğu bir ülke, son zamanlarda İnternet alışkanlığı geldiğinde bu yüzdeyi de bulamayan bir Türkiye. Şimdi artık gelecekteki yaşamdan öbür dünyadan korkan, ama bunun içinde inançlara tutsak edilmiş bir toplum. Bu modeli yaratanların umurunda değil ülkenin geleceği, onlar inançlara bağlı, sadece inançların sergilenmesiyle kurtuluşun gerçekleşeceği söylemleriyle beyinlerini afyonlaştırdıkları toplumu inadına sürükledikleri yolda, felaketi de hazırladıklarının farkında değiller. Aslında bunu görmek düşünmek bile istemiyorlar. Türkiye her geçen zamanda çağdaşlaşmadan hızla uzaklaşmaktadır işte asıl tehlike buradadır.

Cumhuriyet döneminde eğitim kurumlarında gerçekleştirilen ilk önemli değişiklik, 03.03.1924 tarihinde kabul edilen 430 sayılı ‘ Öğretimi birleştirme yasası’ (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) oldu. Bu yasaya göre dine dayalı eğitim veren kurumlar kapatıldı, daha sonra sanatsal değeri olan kültürel eğitimsel çalışmalar yaygınlaştırıldı. 1937 yılına kadar bu değişim sürdü,17 Nisan 1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri demokratik bir eğitim sistem anlayışıyla bu görevi alarak devam ettirdi. Bu bağlamda Köy Enstitülerinin eğitim anlayışına getirdiği hizmeti yok sayamayız. Atatürk döneminde çağdaşlaşmada ne denli önemli adımlar atıldığı ortadadır, oysa daha sonra tüm bu çağdaşlaşma hamleleri atılımları değişimleri, dinsel eğitim ve tarikatlaşmaya doğru kaymaya başlamıştır. Müzik eğitimi veren 25 konservatuvarda, yine zorda olsa çağdaş sanattan müzikten eğitim çalışmalarının örneklerini veren toplamı sadece 25 dir. Müzik eğitimi çocuğun matematik yeteneğini geliştirdiği, okuma performansını artırdığı, çocukların düşünme yollarını bulduğu, her konuda organize olmaları, iletişim ve etkileşim alanlarında gelişim sağladığı belirtilmektedir.

Rauscher Shaw ve Ky (1963) tarafından yapılan bir araştırmaya göre on dakika Mozart’ın piyano sonatı k 448 dinleyen öğrencilerin IQ’larında yükselme olduğu gözlenmiştir. Ama tüm bu gerçeğe dayalı müzik eğitimi bile sınırlı kalmıştır. Yüzlerce imam hatip okulu her mahalleye köşe başına cami kuracağımıza dünyayı yönetecek yaratıcı zekalar yetiştirmek için sanata, ebiyata, müziğe, kültürel değişime, çağdaş eğitime önem versek daha iyi olmaz mı? Bu ülkede kimse kimsenin inançlarına karışmadı, belkide dünyada inançların islami değerlerin saygı gördüğü bir başka ülke yok sanırım. Ama biz ne yaptık hala inanç adına siyaset yapmaya devam ediyoruz. Bilimle-dini karşı karşıya getiriyoruz. Bilimsel kurumlar zaman içinde dinsel kadrolarla tasfiye edilmeye başlandı. Üniversiteler, YÖK, Tübitak, tamamıyle çağdaş değişim anlayışından uzakta tutulmaya çalışıldı, Atatürk değerlerine karşı çıkan türbana özgürlük altına imza koyanlar şimdi Üniversitelerde Rektör olarak atamaları yapılıyor, bir zamanlar ‘Cumhuriyet artık önemini yitirdi’ diyen şimdi ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Gül gelen tüm atamaları terettüt etmeden imzalayarak bilim kurumlarının başına getiriyor. Bunun somut bir örneğide (AÜ’de) 334 oy alan adayın seçilmesine karşı çıkıp, 96 oy alan adayı Rektör olarak atamasıda bunun en bariz örneği değil mi?
Bir zamanlar acaba Türkiye Malezya olurmu dedik, o Malezya bile 25 milyon nüfusuyla ülkede 60 bin yabancı öğrenciye okuma şansı veriyor. Sadece dinsel eğitim alacaksın baskısı olmadan . 40 üniversitesi var, ama benim ülkemde 160 üniversitede sadece 2000 yabancı öğrenci eğitim görüyor işte fark burada.160 üniversitede yılda 7 binden fazla bilimsel makale çıkaracaksınız ki dünya üniversiteleriyle bir arada olasınız, yada dünyaya benim ülkemde çağdaş eğitim düzeyi bu noktadır diyebilesiniz. Ama hızla Türkiye artık dinsel yapılanmanın içine sürükleniyor bunu kimse inkar etmesin, Atatürk bile artık istenmiyorsa, tarihi yaratan yazan Türkiye Cumhuriyetini kuran onun değerlerini tüm dünyada kabul ettiten bir dahi ve devrimci Atatürk bile, değerlerinin anlamsızlaştırılmaya çalışıldığı bir Türkiye gerçeğini kimse inkar etmesin bu ülkede ve asıl bir resmin çizildiği verildiğ o resme bakıldığında anlaşılmıyor mu acaba? Dünya bunu bu resmi görmüyor mu dersiniz!

The Economist gazetesi ” Erdoğan endişe verici” diye açıklama yaptı,Türkiye Başbakanından böyle söz etti, Başbakanın bazı davranışları çok tuhaf dedi. ”Başbakan Erdoğan bilimsel kurumlardan rahatsız, Rektörlere siz kimsiniz diye hitap ediyor, halkına bağırıp çağırıyor, halkı ondan korkuyor” diye yazıyor, sonrasında bir başbakan için söylenmeyecek bir açıklamadan söz ediyor dergi ve bunu çok tuhaf bir değerlendirme olarak açlıklıyor, ”Nükleer silahlara sahip olanların, başkalarına Nükleer silahlara sahip olmayın deme hakkı bulunmadığı” açıklamasını yapan Erdoğanı tuhaf ve bilgisizlikle değerlendiriyor ne kadar acı değilmi.
İnsan beyni düşünce boyutlarına 150 yıl öncesinde kavuştu, ama biz hala bu değişimi kavrayamadık galiba, uluslararası değişimden uzakta kaldık ve kalmayada devam ediyoruz. Türkiye çok zaman kaybetti, inadına ılımlı islami modele kaydırılmaya çalışılan, Atatürk Türkiyesinde, bu boşa geçen zamanı nasıl geri getirebiliriz diye çalışan kurumlarda sayıca az, mevcut siyasi iktidar düşünce anlayışını yayma getirme inadından asla vazgeçmeyecek, dünyanın hiç bir yerinde halkına siyasal çıkar adına, bulgur, odun, kömür, yağ, şeker, dağıtan bir ülke yok, bu görüntü aslında dünyanın Türkiye’ye bakışını da yansıtıyor ama bu kimsenin umurunda değil, neden siyaset yapıyorsunuz? Neden ülkeyi yönetiyorsunuz? sorusuna nasıl yanıt alabiliriz bunuda bilmiyorum. Bu sorunun cevabını onlar biliyorlar, çünkü amaç Atatürk değerlerinin yok sayılması ve (ILIMLI İSLAMİ CUMHURİYET), işte asıl amaç bu. Türkiye şimdi sıkıntıların hala yanıtlanmayan soruların, değişim bekleyen aydınlanmanın önünün tıkanmışlığından kurtulmanın, Atatürk’e saldırıların artık durdurulmasının, ülkede çağdaş bir eğitim sistemine olan ihtiyacın, bilimin herzaman dinin önünde olması gerçeğininin yaşanası bir Türkiye olarak bu çarkın içinden kurtulmayı bekliyor. Peki bunu kim yapacak kimler yapacak acaba? Bunu hep birlikte yapacağız sesimizi yükselterek kenetlenerek bağnazlığa gericiliğe karanlık zihniyetlere karşı tepkimizi koyarak, ama bunu yaparak yine farklı düşünceleride aydınlığa çağdaşlığa davet ederek, bunuda Türkiye’nin geleceği için yapmanın önemini bu ülkede yaşayan herkesin sağduyu içinde görmesine yardımcı olarak. Batı’nın iki yüzlülüğüne inanmayarak yapmamız gerektiğini anlatarak.

73 milyon bir ülkede hala 30 milyondan fazla insanın açlık ve yoksulluk sınırında yaşadığı gerçeğini unutmamalıyız. Hala yurtdışında yaşayan 4 milyona yaklaşan bir Türk toplumu var, onların sorunlarını ciddi anlamda sorumluluk anlayışıyla görmeliyiz, yeşil sermayenin içinde inanmışlığın kaybolan umutlarını nasıl geri getirebilirsiniz acaba? Bununda yanıtı çok zor tabii. Siyasal kimliğinizi kaybetmemek adına siyasetin içinde olmayı inatlaştırmaya götürmek çok zarar verir ülkeye. Bir ülkeyi dünyanın saygınlığına taşımak ülkeyi ve Atatürk’ü sevmekle olur, onun devrimlerine düşüncelerine saygı göstermekle olur, sanatçıya sanata değer vermekle olur, Cumhuriyete sahip çıkmakla olur, kendi siyasal anlayışınızı etkileşim içinde tutmak adına dünyaya şirin görünmek için resimler vermek değil, fırsatçılık siyasetine soyunmanın ülkeye vereceği hiç bir şey olmadığını, bundan sadece kendi saygınlığınızı resimlemek olacağını unutmamanız gerek. Bundan sonra da böyle kirlenmişliğin içinde olmayan bir Türkiye düşlemek bana pek inandırıcı gelmiyor, kirli siyaset anlayışından uzak, Atatürk devrimlerine Cumhuriyete sahip çıkmak, çağdaş, laik, özde bir demokrasi anlayışının sesliğinin yaşandığı bir Türkiye resmini görmek. Bilimle her zaman en önde olduğu bir ülkede yaşadığımı hissetmek istiyorum, böyle bir Türkiye’yi dünyanın ortasında en saygın yerde ayakta tutmak. Atatürk’e olan sorumluluğumuzdur, ama sisteme hakim olanların, ülkeyi getirdikleri noktada sonuçlarınıda kabul edebilecekler mi acaba? Başbakan ”Herkes haddini bilecek” diyor bu insanı korkutan bir yaklaşım bana gör, halkına yaşamsal tarzda korku sendromunu verirsen sonradan nasıl sağduyuyu oluşturacaksın? Ülke her geçen gün çarkların ortasında tıkanmaya doğru sürükleniyor, açılım modelinin hala yol haritasını çizememek bunun ülkeye nasıl döneceğini halkıyla paylaşmaktan kaçınmak, bundan beklentileri olanlarıda yok saymak inandırıcılığını yitiren bir siyasal anlayış değil mi? Şimdi son günlerde ülkede yaşanan siyasal krizin toplumsal resmine baktığımızda bunu anlamak mümkün bana göre. Yaşananlara bakarak daha sağ duyulu ve soğuk kanlı olmak, bu tıkanmayı paylaşım noktasına getirmekte Hükümete düşen bir görev, sürekli bir şeyleri kapatarak gündemin arkasında tutarak yada geçmiş dönemleri muhalefeti suçlayarak siyaset yapmaya çalışmakta bu sorunu çözmeyecek. Başbakan hala daha somut bilinen çözüm yollarını getireceği yerde, çok iyi bir hatip olmasının avantajlarını kullanarak herkesi suçlayarak gündemin dışına itmeye çalıştığı bu tıkanmayı durduramayacağını bilmesi gerekiyor. Her geçen gün ülkenin içinde düştüğü siyasal bunalım ve gerilimden kurtulabilmesi için çözüm aramak ve geç kalındığında ülkeye nelere mal olacağı gerçeğini unutmamak önemli.

Dilerim Türkiye kısa zamanda bu zor dönemden çıkar, buda duyarlı sorumlu siyaset anlayışını taşıyanların hükümetin, gerilimi daha fazla tırmandırmadan yapacağı çalışmalarla mümkün olacaktır. Yoksa ülke her geçen zaman içinde, bir siyasal bunalıma doğru sürüklenmenin bedelini toplumsal bunalımların yaşanmasıyla ödeyecektir. Buda bizi uzaktan seyreden arasında istemeyen Batı’nın işine yarayacaktır.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.