2009’DAN KALAN ÇAMURA BATMIŞ TÜRKİYE!

ABONE OL
19:05 - 01/10/2020 19:05
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Tanrı iradesini hakim kılmak için, yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Kötülerse kendi iradelerini hakim kılmak için Allahı kullanırlar. Şimdi geride bıraktığımız bir yılda Türkiye’yi hangi iradeye sahip kişiler kullandılar gerçekler ortada bakalım.

Koca bir yılın ardından oturup neler yazabilirim diye düşündim. Siyasetin tıkanmışlığını, sanatın geldiği yaşadığı yalnızlığını, yada koca bir Cumhuriyetin nasıl bir sona doğru sürüklendiğinimi yazsam dedim. Türkiye, gerçekten ciddi bir siyasal tıkanmanın ortasında duruyor, siyasal sisteme hakim olanların ülkeyi nasıl bir duruma getirdiklerine bakmak gerek. AKP ikidarını burada amacım yargılama değil, ama gelinen noktaya baktığımızda nasıl bir felaketin ortasında kaldığımızı görmemezlikten gelmek saflık olurdu. Türkiye inanılmazları yaşıyor, ülke toz duman, herkesin biririnden kuşku duyduğu, sevginin kaybolduğu, birbirine düşman iki toplum olarak yaşadığı, geleceğinden umutsuz yarınını düşünemeyen

bir ülkede yaşamak ne kadar zor dersiniz? Belkide bu sistemden mutlu olanlar, şikayet etmeyenler bana git başka bir ülkede yaşa diyecektir bunu biliyorum. Ama benim başka bir ülkede yaşamam, yada başkalarının da benim gibi başka bir ülkede yaşamak adına ülkeyi terketmesi sorunu değiştirecek mi dersiniz? Sanatı ve ülkesi adına dünyada 160 konser veren Fazıl Say gibi sanatçıların bile, ülkenin içine düştüğü durumdan rahatsızlık duymasını, ”istediğin yere git orada yaşa” diyerek sanata ve sanatçıya gösterdiği duyarsızlığı ortaya koymak, sanat adına bakışın bir başka tarafı değil mi? Sanatın sanatçılığın ne anlama geldiğini bilmeyenler, kendilerine sanatçı adını koyanlar, saygı bekleyenler bu ülkede o kadar çok ki, yada iktidara şirin görünmek adına. Açılım politikasında bende seni destekliyorum mesajları yollayarak kendilerine gündem oluşturmaya çalışanların sanatı katlettikleri bir ülke Türkiye. Sanatın sanatçının kültürün eğitimselliğindeki değerlerden yoksun bırakılan bir halkın, ”Karl Marx” mantığıyla duyguları elinden alınmış bir toplumun mistik anlamda kaybolduğu anda gösteri yapan kendine ulaşılmaz sanatçı adını veren, medyanın gündeminden düşmemek adına, şişirilmiş balonlar misali Tv kanallarında seslerini evde unutmuş mikrofon bülbülleri gibi şakıyanların parsellediği renkli dünya ve her sabah göz yaşartıcı insan manzaraları, bacım edebiyatı yapanların yer aldığı kadın proğramları ve yine neredeyse bir haftada çekilen senaryosu bile olmayan mistik diziler ”bir kaçı dışında” ve tiyatroya, baleye, operaya, sanat gözüyle bakmayan ve hala ”Böyle bir sanata tükürürüm” diyen bir zihniyetin hakimiyetindeki sanat.
Bir ülkede sanatçılardır kanunları yapanların önünde olması gerekenler. Ama bu gün bu yaşanmıyor Türkiye’de ve hala ”Türkiye dışarda itibar görüyor saygınlık kazandı adımız var” diyenlerde ne yazıkki kendilerini ve kendi toplumunu aldatıyorlar. Türk sanatı, edebiyatı, kültürü, müzisyeni, şairi, tiyatrocusu, şarkıcısı, türkücüsü, yazarı, oyuncusu bu güne kadar kimden destek görüyor dersiniz? özellikle sisteme hakim olan bu hükümetten mi bir destek alıyor acaba? Bu gün Türk sineması küçümsenmeyecek bir başarı çizgisi yakaldı uluslararası alanda, peki ne kadar buna destek aldı acaba? Siz sanatla yakalayamadığınız uluslararası başarıyı saygınlığı siyasal senaryolarla asla yakalayamazsınız. Adına ”Ilımlı islam modeli koyduğunuz sistem” bu haliyle zaten bize Batı’daki yerimizi gösteriyor. İçinde ne sanat edebiyat, şiir, tiyatro, nede kültürel yapılanma var, var olansa sadece ”İnançların getirisindeki modeli sergilemek” Batı’nın modern kültür anlayışından uzakta kalmış bir toplum yaratmak, belkide bu şekilde asıl amaca ulaşılacak, Atatürk düşünce anlayışından çağdaş değerlerden uzakta kalmış olmanın adı bu bana göre ve asla tüm olumsuzluklara rağmen, yani ülkenin içinde yaşadığı siyasal tıkanmaya karşılık. Hükümet bu model anlayışından asla vazgeçmeyecektir, durum bunu gösteriyor ve her geçen zaman da bu modele yaklaşıyor.
Açılım modeline bakıyorsunuz sanatın adı yok, sözde demokrasi adı bu yapılanların, ama hala özde ve dolaysız diyemiyorlar, Türk’lüğün tanımını kaldıracaklar vatandaşlıktan, ama cemaat okulları açılıyor bir bir kimse buna ses çıkarmıyor. Yetişen müritler devletin en üst kadrolarında görev alıyorlar, daha düne kadar 600 imam kadrosundan gelenler en kilit mevkilere yerleştirildiler, Atatürk’ü anlamsız göstermeye çalışanlar en önemli görevlere getirildiler.

Yine Rektör atamalarında Cumhurbaşkanı 334 oy alan bir adayı değil ,96 oy alan diğer bir başka adayı (AÜ) Rektör olarak atadı neden? Biri Atatürk anlayışının öneminden bahseden ,diğeri de buna sıcak bakmayan ılımlı anlayışı benimseyendi, işte tehlike burada kendini göstermiyor mu dersiniz? Üniversiteler yine ılımlı anlayışın eline (YÖK) bırakılmadı mı? Danıştayla imam hatipler için inatlaşmak bunu göstermiyor mu? Dünyada inançlara saygının bu kadar gösterildiğ bir başka ülke yoktur Türkiye’gibi, ama laik Atatürk değerlerinin çağdaş cumhuriyet anlayışından başka bir modele kaydırılmasının asla mümkün olamıyacağını unutuyoruz bu ülkede.
İsrail’in Filistin halkına uyguladığı vahşet asla kabul edilir olamaz, ama Davos’ta kabadayılık yapmak şu ana kadar sana ve ülkene ne kazandırdı acaba? Savunmasız insanların öldürülmesine duyulan tepkiyse yaptığınız, burada sizinle beraberim, ama siz burada bu tepkiyi gösterirken, diğer tarafta kendi halkına soykırım uygulayan ve hakkında tutuklama kararı olmasına rağmen Sudan devlet başkanı El Beşir’in affedilmesini istemek düşündürücü değil mi?

Sağlık skandalı yaşadı bu ülke. Domuz Gribinden çok sayıda insan ölüyor, daha önceden bunun önlemleri alınamazmıydı acaba? Yaklaşan bir tehlikeydi bu, bir çok ülkede ölümler yaşanıyor ama yinede duyarlı davranmak çok sayıda ölümü önleyebilrdi, ama Hükümetin kendi vatandaşına olan sorumluluğu burada kendini göstermiyor nedense. Fransa’da 9 bin kilise var buna karşılık 60 bin sağlık kurumu çalışıyor. Almanya’da 8 bin kiliseye karşılık 70 bin sağlık kurumu var. Peki Türkiye’de bu dağılım nasıl dersiniz, söyleyelim, 7 bin sağlık kurumunun yanında 90 binden fazla camimiz mevcut, yoksul fakir vatandaş hala Hastane kapılarında saatlerce günlerce ölümün gelmesini bekliyor, ama biz Başbakanın sesi kısıldı diye telaşlanıyoruz nedense.75 milyonluk bir ülke Türkiye, önce insana olan saygı değer bunu becerebilmeliyiz, 30 milyondan fazla insanı açlık ve yoksulluk içinde, ama siz hala değişen Türkiye’den bahsediyorsunuz ama nedense bu vatandaşa yansımıyor. Böyle bir ülkede hala bir tek kişi için 5 milyon dolar harcanarak ceza evi yapabiliyoruz ve Başbakanın villasının dibine milyonlar harcanarak helikopter pisti yapabiliyoruz ve boğazına kadar borç batağındaki İstanbul belediye başkanı laleler ekiyor, kendi vatandaşının açlığını düşünmeden başka bir ülkeye inanılmaz para aktarıyor, yardım amacıyla,insanca yaşam adına yapılan yardımlara elbette karşı değilim, ama bunu yaparken kendi vatandaşı içinde duyarlı olmaları gerekmez mi? (TUİK) işsizlik oranlarını açıkladığı zaman, her yıl bir yıl öncesinden daha vahim sonuçları gösterdi, her yıl 3 bin 500 kişi işsiz kalıyor,değişen büyümüş itibar görür hale geldik denilen ülkede. 2009 yılı verilerine göre ”halk harcamada 26, giyimde 28, eylenmede 33 haberleşmede 28 ve asıl önemliside yaşamak için yemede içmede yüzde 61 kısıtlamak zorunda kaldı. ”Milli gelişmedeki küçülme 7. gibi rekora koşar” hale geliyor.

İngiliz sivil toplum kuruluşu ”The New Economıcs Fondation” 143 ülkede yaptığı mutluluk araştırmasında. Türkiye 93 sırada yer aldı. Latin Amerika birinci sırada yer alırken. İkinci sırayı Dominik, üçüncü sırayı da Avustralya aldı. Giordano Bruno ”Tanrı iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır, kötü insanlarda kendi iradelerini hakim kılmak için ,Allahı kullanaran toplumsal yıkıma sebep olurlar” derken Türkiye şimdi bu yıkımın tamda ortasında değil mi? Şimdi 8 milyara yaklaşan dünya coğrafyasında Türkiye nasıl bir çizgide yer alacak bunuda bilmiyoruz. Her gün 3 bin kişinin doğduğu ülkede yaklaşan açlığın yoksulluğun getireceği dağılmayı felaketi şimdi görmeyenler, bunun hesabını nasıl verecekler acaba? İşsizlik hızla artarken, okul sayımızın üç katı fazla kahvehanemiz var. İlk ve ortaöğrenim hizmeti veren 60 bin kadar okul varken,130 bini bulan kahvehane sayımız ürkütücü değil mi? 90 binden fazla cami açarken sadece 1500 civarında kütüphanemiz var, ama 82 milyonluk Almanya’da 10 binin üzerinde kütüphanenin olması, bizim kültürel değişim noktasında geldiğimiz yeri bile nasılda anlatıyor araştırmalar ve bu acı tabloya baktığımda, ülkeyi değiştirdik diyenler nasılda görmemezlikten gelir bu gerçeği anlamış değilim.

Başbakanın basına aldığı yakışık olmayan tutumunuda eleştirmek zorundayım. ”Doğan Medya Grubuna” karşı bir Başbakana yakışmayan tarzda söylemleri ürkütücüydü. Demokratik açılımdan söz ediyorsunuz, ama Atatürk’ün ”Basın susturulamayacak özgürlüğün gerçeklerin sesidir” dediği Basını susturmak istiyorsunuz, vatandaş nasıl gerçekleri öğrenecek acaba? ”Şu gazeteyi okuyun, şunu okumayın” demek bir Başbakana yakışık olmayan söylemler değil mi? Türkiye’de basınla barışık olmayan bir Başbakan görmek beni korkutuyor. ”Herkes bu ülkede haddini bilecek” dediği zaman bu korkum dahada çok rahatsız etmişti beni. Bir ülkede Hükümetler kendi medyasını yaratmaya çalıştığı zaman bu ciddi sıkıntı yaratır, o zaman siz vatandaşa kendinizi anlatırsınız, ama anlatılması gerekli önemli gerçekleri vatandaşın öğrenme hakkınıda gaspetmiş olursunuz, adını koyduğunuz demokratik açılımda bunun yeri nerede kalacak acaba?

Batı’dan kopup ortadoğuya yakın olmak, Başbakanın kendi ülkesini Batı’nın bilim ve aydınlığından uzaklaştırarak tümüyle ılımlı islamın ortasına taşıma gayretinide çok sakıncalı bulanlardanım. ”Biz Batı’nın ahlaksızlığını aldık” diyen Başbakan değil mi?Peki neden hala AB’ye ”Beni almalısınız almak zorundasınız almazsanız sonu kötü olur” diye kafa tutarsın. Türk bilim ve aydınlanması, ortadoğunun ılımlı düşünce anlayışıyla birarada yaşayabilir mi dersiniz? Yada Başbakan (RTE) kendisine ortadoğuda yaratmaya çalıştığı liderlik hayalinin peşinde mi? Demokratik açılım masalının yaratığı gerginliğin sonunda ülke çok ciddi olayların gerginliğin felaketin ortasında dururken. Başbakan hala dış gezilerle dolaşıyor dünyayı. İkili ilişkilerdeki olumlu gelişmeler neden yansımıyor vatandaşa? Cumhurbaşkanı sürekli dışarda ve ”aman ha sağ duyulu olalım batı bizi seyrediyor itibarımız kaybolmasın” diyor. Zaten yok ,olmadı ki olmayacakta, siz neden bahsediyorsunuz? Bilimden çağdaşlıktan Atatürk’ten cumhuriyetten farklı bir ülke yaratma gayreti içindesiniz, nasıl olurdu Batı’daki olmayan itbarımız zedelenir dersiniz sayın Cumhurbaşkanı? Batı derken, yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının durumuna baktığımızda,Türk’lerin özellikle Almanya’da yaşayan Türk toplumun sorunlarına çözüm getirilmiyor.

Malezyalaşmanın neresindeyiz? Malezya’ya dönermi Türkiye dedik ,o Malezya şimdi dünya kültürün başkenti olma yolunda, bilim, teknoloji ve eğitim alanında ve küresel ölçekte Malezya ile Türkiye’nin mukayesesesini yapma cesareti olmayanlar bu gerçeği görebiliyorlarmı acaba? Uluslararası Üniversiteler Birliği-BM/UNESCO organizasyonu ile gerçekleşen”küresel Yüksek Öğrenim Formunun açıklamasında, malezyada 25 milyon nüfus yaşıyor. 50 civarında üniversite var ve bu üniversitelerde 60.000 yabancı öğrenci eğitim görüyor. Peki Türkiye’de bu durum nasıl dersiniz. 75 milyon nüfusun yaşadığı160 civarında üniversitesi olan Türkiye’de 2000 civarında yabancı öğrenci bulunuyor. Şimdi eğitim, kültürel ve sanatsal yaklaşımda biz Malezya’nın neresindeyiz? Bu gün Türkiye’de kendisini Sokrata benzeten, yada Fransız 14’lui gibi gören o kadar çok insan varki, bunlar işte toplumsal yıkıma sebep olanların birkaçı. Yargının durumuna bakınca gerçekten toplumsal bir güvensizlik çıkıyor ortaya, yargıya olan güven son zamanlarda gittikce yerini korkuya bırakmaya başladı. Bir ülkede yargı tartışılır hale gelirse,vatandaşın tek güven duyduğu yargıdan korkması ciddi anlamda sıkıntıların beraberinde yaşanacağı bir ülke olmak, içte ve dışta Türkiye’yi yaralayacaktır. Buda hala içine girmeye çalıştığımız AB’yi sevindirecektir.Adı bende saklı dünyaca ünlü bir yazar dostum, ”Sizin Başbakanınız Atatürk’ün bilim ve sanata verdiği önemi,daha doğrusu onu yok addediyor, rektörlere bile sen kimsin diye öfkeyle çıkışması Türkiye’nin çelişkili günler yaşıyor olması AB’nin gözünden kaçmıyor” diye konuşuyor. ”Sizin ülkede ben özde bir demokrasinin oluşmasını ne zaman göreceğim merak ediyorum” dediğinde yanıtını verdim kendisine. Daha sonra ”Başbakan Erdoğan kendisini eski Mısır devlet başkanı Cemal Apdulnasır gibi görmeye başladı” dediğinde şaşırmadım doğrusu. 50 yıl önce İslam dünyasındaki etkinliği neyse Apdulnasır’ın, şimdi RTE da bu rüyayı yaşamak istiyor bana göre. Bu gerçekleşirmi derseniz,bana göre mümkün olmayacak bir rüya. Siz kendi ülkenizin içinde bulunduğu sancılı dönemin farkında olmadan bu oluşumları yaşamak adına, bir maceraya atılmanız yönettiğiniz ülkeyide kendinizle birlikte bir felakete sürüklemiş olursunuz, işte asıl Türkiye bu çarkın içinden kurtulamaz. Dışarda olmayan saygınlıktan bahseden Cumhurbaşkanı Gül, Sarkozy ve Merkel’i unutmuş ama asıl tehlikenin AB sürecinde Yunanistan olduğunun farkında değil. ”Ortadoks Halk Alarmı” partisinin kurucusu Yorgo karacaferis ”Merkel ve Sarkozy de benim gibi düşünüyor. Türkiyenin AB süreci biraz sancılı geçecektir” dediğinde bunu kimse umursamadı. Ergenekon davasına değinmeden geçmek olmazdı. Devam eden yargı süreci için konuşmak yorum yapmak doğru olmaz, ama çağdaş laik ve cumhuriyet anlayışındaki değerlerde kalan bir ülkede,düşünen aydınlar, yazarlar, bilim adamlarının hapsedilmesinin Batı dünyasındaki yarattığı huzursuzluk farklı yansıyor bize.Yargı süreci devam ediyor, elbette zaman içinde gerçeklerin ortaya nasıl yansıyacağını göreceğiz, ama beni ürküten korkutan bir gerçek varsa oda hala cumhuriyetten farklı düşünen bir ”Ilımlı düşüncenin var olması gerçeği”. Halkın güven duyduğu tek kurum olarak kalan TSK’nın bile yıpratılmaması gerek. Demokratik açılım modelinin halkın anlaması gerektiği biçimde anlatılması çok önemli, içinde gerçekten özde demokrasi, kültür, sanat, eğitim, olmalı siyasallaşmanın ötesinde bu gerçeklerin yansıtılmasının önemi unutulmamalı. Hükümet yani AKP çıkıp ”ben bu değişim kararını kendim aldım” demeli. Dünyanın nefret ettiği politikalar üreten ABD’nin güdümünde kalmadığını anlatmalı, Doğu Türkistanda yaşanan katliama ses çıkarmayan ABD değilmi ”Olayların ardında ABD’mi var!” diye sormak istiyorum birilerine. Obama’nın olaylarla ilgili tek bir açıklaması oldu mu? ABD-ÇİN ilişkilerinde tek bir gerilim yaşandı mı? İşte bu ABD, şimdide Türkiye’yi eline almış istediği gibi yönetiyor desek yanılmış olurmuyuz acaba? Bu vahşete Türkiye’nin yaklaşımına gelince, Erdoğan sadece günü kurtarmak adına açıklamalar yaptı o kadar. Çin-Rusya Türkiye’yi nasıl sömürüyor gerçekler ortada. Çin Türkiye ilişkilerindeki dengesizliklere bakmak yeterli. Bir uluslararası ekonomi kuralı vardır. Bir ülkeye yaptığınız dış ticarette ithalatınız ihracatınızdan çoksa açık verirsiniz. Buna siz sırf birleri istediği diye, yada kendi çıkarlarınızı ulusal çıkarlardan daha önce düşünürseniz bunun adı ”Sömürü” ilişkisine dönüşür, yani hala siz ülke dışarda değişti saygı görüyor derseniz bu inandırıcılığını yitiren bir siyasal anlayış olur.
Türkiye başında da yazmaya çalıştığım gibi 2009′ yılını gerçekten sancılı bir biçimde yolcu ediyor. Daha fazla karamsar tablolardan bahsetmek istemiyorum, özellikle yaşananları son günlerde görmek mümkün, Batı’nın gülerek ve de endişeyle izlediği bir Türkiye resmini vermeyelim. Demokrasi istiyorsanız bu özde ve dolaysız olmalı, kimse inançları adına baskı altında tutulmadı bu ülkede,ve sizde İnançların ılımsallaşmış biçiminde yansımasında inatlaşmayın, laik, Atatürk değerlerinin saygınlığında, çağdaş cumhuriyet anlayışının kalıcılığında bir Türkiye her zaman bu sıkıntıları aşacaktır. Cumhuriyeti başkalaştırmayalım, bu ülkeye çok sıkıntı verir.Tarafsız bir Cumhurbaşkanı olmadığı sürece bu tıkanmışlık devam edecektir,dün söylenenlerin aksine Erdoğan-Gül çıkıp bir özeleştiride bulunmadıkları sürece bu kaos devam eder bu ülkede. ”AB bir Hıristiyan Devletler Birliği’dir” diye bağırdıktan sonra,şimdide ”beni alın almazsanız karışmam” demek siyaset becerisinden anlayışından bilgisinden uzakta kalmanız demektir. Laiklik değil ümmetcilik anlayışını benimserseniz yine inandırıcı olamazsınız. Siyasette kavgacı üslüp kullanmak, yada kendi halkına bağırıp çağırmak, korku toplumu yaratmak kendi düşünsel modelini inadına hayata geçirmek, ülkeyi yaşadığı şu sıkıntılı dönemde içinden çıkılmaz felaketlere sürükler, zaten bunu şimdi çok bariz biçimde yaşıyor Türk halkı. Bir çok şeyi düzeltmek isterken yarın çok geç kalınmış olmak, bölünmez bütünlüğümüzü korumak adına dayanışma gücünü kaybedecek Türk halkı,ve din, dil, ırk, her düşünce insanının birlikte yaşadığı bir ülke olmanın anlamını kaybetmemeliyiz, her kes kendi dilini, inançlarını yaşamalı korumalı ama bunu yaparkende milli değerlerimizin korunması adına birlikte hareket edilmeli, bu anlayışın önemini bizi yönetenler çok iyi bilmeliler. Şimdi Türkiye çok daha ciddi bir siyasal tıkanmayı yaşıyor açılım masalı adına, keşke bu bir masal değilde gerçek olsaydı bölünme adına değilde kaynaşma adına. Türkiye bir ”Mitosasyon”yaşar mı? Türkiye asla bölünmeyecek diyerek çıkıpta gerçekleri halkınızla paylaşmalısınız. Çok şeyleri yazamadım yazmak istemedim, ama yeni bir yılda elbette kaldığım yerden devam edeceğim, ama bu gün sisteme hakim olanların bir türlü söyleyemedikleri bir güzel söz var;onunla yazımı bitirmek isterim.

”NE MUTLU TÜRKÜN DİYENE”.

Bütün güzel okurlarıma yeni bir yılda, sağlıklı huzurlu mutlu sevgi dolu bir yıl geçirmelerini dilerim.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.