Ramazan ayı, paylaşmanın, dayanışmanın ve manevi huzurun en yüksek seviyeye ulaştığı bir zaman dilimidir. Bir ay boyunca birçok Müslüman, birlik ve beraberlik içinde oruçlarını açmak için iftar sofralarında bir araya geldiler. Berlin’de Ramazan süresince çeşitli mekânlarda iftar sofraları kuruldu. Kimi sivil toplum kuruluşları mütevazı mekânlarda, cami avlularında, dernek salonlarında iftar sofraları kurarak topluma hizmet verdiler.. Bu kuruluşların emeklerini takdir ediyor, samimi gayretlerini yürekten kutluyorum. Rabbim onların sayısını arttırsın.
Ancak, iftar davetlerini lüks otellerde ve şaşaalı salonlarda gerçekleştirenler de vardı. Bilhassa işadamları dernekleri bu sofraları kurdular. Kuşkusuz, güzel mekânlarda iftar vermek yanlış değildir. Fakat bu tür organizasyonların amacı sorgulandığında, asıl maksadın unutulduğu görülmektedir. İftar sofralarının öncelikli hedefi, toplumun her kesimini kucaklamak, israftan uzak durarak ve özellikle de ihtiyaç sahiplerine ulaşmaktır. Peygamber Efendimiz (s) de bir hadisinde, “Zenginlerin dâvet edilip fakirlerin çağırılmadığı yemek davetleri ne kötü davetlerdir” (Buhârî, Nikâh 72; Müslim, Nikâh 107) buyurarak bizleri bu konuda uyarmıştır.
Ramazan ayı, israfın değil, kanaatin; gösterişin değil, samimiyetin; ayrımcılığın değil, paylaşımın yapıldığı ay olmalıdır. Lüks otellerde düzenlenen ve sadece belirli bir kesimin katılabildiği iftar davetleri, Peygamberimizin bu uyarısını göz ardı etmek anlamına gelir. İftar sofraları, sadece belli bir çevrenin sosyal statüsünü koruma ve güçlendirme aracı olmamalıdır. Zira orucun amacı, aç kalmanın ötesinde, açın hâlinden anlamaktır. Eğer iftar sofralarımızda ihtiyaç sahiplerine yer vermiyor, onlarla aynı lokmaları paylaşmıyorsak veya o mekanklara fahiş fiyatlar ödeyerek neslimizin geleceğinin inşası için harcanması gereken paraları oralarda çarçur ediyorsak, bu sofralar asıl maksadını yitirmiş demektir.
Elbette ki her organizasyonun bir bütçesi ve planlaması vardır. Ancak unutulmamalıdır ki, mütevazı bir sofrada edilen dua, gösterişli bir salonda yapılan iftardan çok daha değerlidir. Gerçek bir iftar sofrası, paylaşılan ekmeğin bereketiyle anlam kazanır. Bu vesileyle, tüm sivil toplum kuruluşlarını ve bireyleri, önümüzdeki yıllarda kuracakları, iftar sofralarını, ihtiyacı olanlarla paylaşmaya davet ediyorum. Unutmayalım ki, Ramazanın ruhu, paylaşmakla ve gönüllere dokunmakla yaşatılır.
Eğer bu işadamları, Berlin’in en işlek caddesine veya meydanına 1.000 kişilik 2.000 kişilik çadırlar kurarak bir ay boyunca oralarda iftar sofraları kursalardı, sosyal dairelerle birlikte çalışarak evsizlere ulaşmaya çalışsalardı, kiliselerle işbirliği yaparak onlarla ortak programlar düzenleyerek fakirlere ulaşmaya çalışsalardı, herbirinin alınlarından öperdim. Lüks otellerde yaptıkları o masraflarla bu sofraların âlâsı kurulurdu. Hatta artısı da olurdu.
Berlin’de iş dünyasının önde gelen isimleri, lüks otellerde ihtişamlı iftar yemekleri düzenliyorlar. Göz kamaştıran salonlarda, şatafatlı sofralarda, çeşit çeşit yemeklerin ikram edildiği bu organizasyonlar, bazıları için bir prestij göstergesi, bazıları içinse dini ve kültürel değerlerimizi ne kadar içselleştirdiğimizi sorgulatan bir tablodur.
Oysa Ramazan ayı, lüks sofralarda gösteriş yapma değil, paylaşma ve dayanışma ayıdır. Bu tür etkinlikler, iş dünyasının hayır işlerine katkı sağlama iddiasıyla düzenlense de, harcanan büyük meblağlar düşünüldüğünde akla şu soru geliyor: Gerçekten ihtiyacı olanlar için mi yapılıyor, yoksa elit çevrelerin bir araya gelip kendi network’lerini güçlendirdiği birer gösteri midir?
Bu iftar yemeklerine harcanan paralar, gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşsa ne olurdu?
Örneğin, Berlin’deki düşük gelirli aileler için burs fonları oluşturulabilir, yetimhanelere destek verilebilir, gençlere meslek kazandıracak projeler hayata geçirilebilirdi. Üstelik sadece mevcut yardım kurumlarına destek olmakla kalmayıp, toplumun ihtiyacı olan yeni sosyal sorumluluk projeleri de başlatılabilirdi. Ancak maalesef, toplumsal dayanışma adı altında yapılan bu etkinliklerin önemli bir kısmı, yoksullara yardım etmekten çok, zenginler arasında bir statü yarışına dönüşüyor.
Gerçek dayanışma ve yardımlaşma, 5 yıldızlı otellerde düzenlenen davetlerle değil, mütevazı sofralarda paylaşılan lokmalarla, sessizce yapılan yardımlarla olur. İhtişam içinde düzenlenen bu tür organizasyonlar, toplumsal eşitsizliği ve israfı gözler önüne seriyor. Eğer iş dünyasının önde gelenleri gerçekten hayır işlemek istiyorlarsa, Ramazanın ruhuna uygun hareket ederek, lüks otellere verilen paraları toplumun en zayıf kesimlerini kalkındıracak projelere yönlendirmelidirler. Ancak o zaman, Ramazanın gerçek anlamı olan paylaşma ve dayanışma ruhu hayata geçirilmiş olur.
Rabbim, bizleri gösterişten ve israftan korusun, paylaşmanın ve dayanışmanın kıymetini bilenlerden eylesin. Amin.
Rüştü Kam
ALMANYA
Az önceDÜNYA
Az önceAFRİKA
Az önceGÜNCEL
Az önceALMANYA
10 saat önceALMANYA
12 saat önceALMANYA
12 saat önce
Ingiltere’de 65 yasin ustundekiler yani emeklilere, eger yalniz yasiyorlarsa, Noel’de yemek getiriyorlar. Cunku Noel gunu butun isyerleri kanunen tatilde. Bana ne yiyebilecegim soruldu. ve yemek getirdiler Noel gunu. Toplumuna, emeklilerine ve ya intiyaci olanlara yardim eden bircok kurum ve kuruluslar var. bizim Avrupa’daki toplumumuz kendilerinin zengin oldugunu ispat etmek icin reklamlik Ramazan Yemekleri fotograflari yayinliyorlar gibi, Bunun Dinle ne alakasi olabilir? Biraz toplumcu olmaya calismalari ve reklamlari baska konularda yapmalari daha iyi olamaz mi? Artik olgunlasma zamani geldi de geciyor!