Kazım Koyuncu’yu Anmak!

Kazım Koyuncu’yu Anmak!

ABONE OL
21:29 - 25/06/2025 21:29
Kazım Koyuncu’yu Anmak!
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Kötü şeyler gördük.
Savaşlar gördük.
Katliamlar, yangınlar, ölen çocuklar, ağlayan analar, babasız kalan bebekler…
Kendi dilini, kültürünü, toprağını, sesini yitiren insanları gördük.
Kimi susarak öldü, kimi direnirken…
Kimi bastırıldı, kimi unutturuldu.
Ama bazıları vardı ki, her şeye rağmen susmadı.
Her şeye rağmen bu acılarla yoğrulmuş dünyada şarkı söyledi.
İşte onlardan biriydi Kazım Koyuncu.

1971 yılında Hopa’da doğdu.
Karadeniz’in hırçın dalgaları, yüksek dağları ve asi ruhu onun karakterini şekillendirdi.
Laz bir ailede dünyaya geldi.
Ama Lazlığını gizlemedi.
Ne utanarak yaşadı, ne inkar etti.
Tam aksine, halkının diliyle, melodisiyle, hafızasıyla bütünleşti.
Sistemin yıllarca susturmaya çalıştığı bir sesi, yeniden duyulur hale getirdi.

Kazım, müziğe bir isyan olarak başladı.
Lisede rock müziğe merak sardı.
1990’larda İstanbul’a geldiğinde bu ilgisi onu profesyonel müzik hayatına taşıdı.
Ama o hiçbir zaman sadece bir “rockçı” olmadı.
Onun müziği, Anadolu’nun, Kafkasya’nın, Karadeniz’in ve halkların sesiyle birleşti.
2000’li yılların başında kurduğu Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) grubuyla, Lazca müziği yeniden gündeme taşıdı.
Ama o sadece Laz halkı için değil, bütün ezilenler için şarkı söylüyordu.

Kazım’ın müziğinde aşk da vardı, ölüm de.
Ama en çok da adalet vardı.
Sözlerinde doğaya duyulan sevgi, sisteme duyulan öfke, insana duyulan inanç vardı.
Onun konserleri birer direniş alanıydı adeta.
Mikrofonu eline aldığında sadece şarkı söylemiyor, yeri geldiğinde devletin yanlışlarını, doğanın talanını, dilin yok sayılışını da haykırıyordu.
“Ben bu toprakların hem çocuğuyum hem de isyancısıyım,” diyordu.

O, sadece sanatçı değil, aynı zamanda bir aktivistti.
HES’lere karşı durdu.
Yaylaların betonlaşmasına karşı çıktı.
Lazca’nın ve diğer yerel dillerin yok edilmesine karşı mücadele verdi.
Halkların kardeşliğini savundu.
Kürt’ü, Ermeni’yi, Rum’u, Arap’ı dışlamadı.
Bu ülkenin bütün çocuklarının eşit yaşaması için ses çıkardı.
Sadece ezgileriyle değil, duruşuyla da örnek oldu.

2004 yılında akciğer kanserine yakalandığını öğrendi.
Bedenini yavaş yavaş kemiren bir hastalıkla mücadele etmeye başladı.
Ama mücadelesini bırakmadı.
Yine sahnedeydi, yine güler yüzlüydü.
Son konserlerinden birinde, sahnede şöyle diyordu:
“Benim hastalığım bu toprağın hastalığı. Beni bu coğrafya hasta etti.”
Çünkü o biliyordu…
Doğaya yapılan her saldırı, insana yapılan her zulüm, bir gün gelip bedenleri de çürütüyordu.

Ve o meşhur sözünü işte bu süreçte söyledi:
“Kötü şeyler gördük.
Savaşlar, katliamlar, ölen çocuklar…
Yanan köyler, kentler, ormanlar…
Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.
Teşekkürler dünya.”

Kazım Koyuncu, 25 Haziran 2005’te aramızdan ayrıldı.
Henüz 33 yaşındaydı.
Gençti, dinçti, seviliyordu.
Ama gitti.
Arkasında sadece birkaç albüm bırakmadı.
Bir duruş, bir ruh, bir hatırlayış bıraktı.
Bugün onu anarken sadece bir müzisyeni değil, bir halk çocuğunu, bir isyankârı, bir ozanı da anıyoruz.
Kürtçeyi, Lazcayı, Ermeniceyi, Gürcüceyi ve Türkçeyi aynı sahnede buluşturabilen bir vicdanı…

Kazım’ın ardından Karadeniz daha sessiz.
Rüzgar, onun gibi haykıran birini bulamıyor artık.
Ama şarkıları hâlâ yaşıyor.
Her Hayde’de, her Didou Nana’da, her ağıtta, her neşeli horonda o var.

O hâlâ bize şunu öğretiyor:
Sanat, susanların değil, haykıranların işidir.
Ve bazen sadece bir şarkı, binlerce siyasi sloganın yapamadığını yapar.
Halklar arasında köprü olur.
Vicdanları uyandırır.
İnsan olanı harekete geçirir.

Teşekkürler Kazım.
Her şeye rağmen şarkı söylediğin için.
Ve teşekkürler dünya,
Bize onu tanıttığın için…

Inal

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP