KALİTELİ VE DOĞRU DÜŞÜNCE NASIL OLUŞUR

ABONE OL
00:41 - 26/11/2023 00:41
1

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Herkes, “ayni şeyi” ayni düzeyde ve içerikte ve kalitede anlayabilir mi, kavrayabilir mi?

“Kaliteli ve doğru DÜŞÜNCE”nin çok yararlı ve amaca uygun olduğunu bilip, hiç de kolay oluşmayacağını ve bunun için birçok koşulun ve çabanın gerekli olduğunu göreceğiz:

Her bir insanın kendi genetik özelliklerine ve bağlanıra uygun olarak doğumu ile edindiği zihinsel yetenekleri vardır.

Bu zihinsel yetenekler her insanın kendine göre özellikler taşıdığı içinde özeldir ve bireyseldir.

Yaşamla birlikte insan bu zihinsel yeteneklerini geliştirip, ileriye götürebilir; bazı yeteneklerini daha etken ve yüksek bir düzeye çıkarabilir.

Bunun için insanı genel özelliklerinden olan gözlemleme, deneyimleme çok işe yarar.

İnsan gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını ya da okuduklarını alıp içselleştirmek durumunda olduğunda nedenleri, sonuçları ve bunların arasındaki ilişkileri de birlikte irdelemek ve düşünmek durumunda kalabilir.

Bu da yine her bir bireyin o anki kendi durumuna, yetişme ve gelişmesine uygun olarak değerlendirilir.

Tüm edinilen bilgiler, veriler insanda, BEYNİNDE depolandığı gibi, işlenir, değerlendirilir ve yeniden kullanılacak bir duruma getirilir.

Birçok rastantısal ilişkilerle olabildiği gibi, bir sisten ve disiplin içerisinde de insanın kendisini yetiştirmesi, geliştirmesi olabilir.

Bu yükselme ile birlikte bireyin hem bilgisel, kültürel düzeyi yükselmiş olacağı gibi bunların bileşkesi sonucunda da “ENTELEKTÜEL” düzeyi oluşur ve olgunlaşır.

Çok daha iyi analizler, değerlendirmeler yapabilir ve bunların sonucunda da sağlıklı sentezlere, bileşkelere ulaşabilir.

Tüm bu oluşumlar, süreçler içerisinde de o kişinin dili, dil kültürsel olgunluğu ve sözcük dağarcığı da çok varsıllaşır ve genişler.

Bunların tümü BEYİNSEL oluşumlar ve ileşimler, etkileşimler içerisinde olur iken insanın düşünce yapısı ve kalitesi de bu duruma göre yön alır ve kendine “yeni bir düzey” oluşturur.

Analitik, sorgusal düşünme, eleştirel bakış açısı ile olayların ve kavramların ele alınması hem kişisel yeteneklere, zihinsel yapısına bağlı ise de o kişinin kendini nasıl ve ne yönde geliştirdiğine ve elde ettiği yoğunluğa ve çağunluğa bağlıdır.

Düşünmek, düşünme işlevinde ilerilemek ve bunlardan fikirler, sonuçlar elde edebilmek insana özgü bir özellik ve yetenektir.

“DÜŞÜNMEK” nedir, diye ele aldığımızda bir şeyler üzerine, olaylar ve varlıklar, oluşumlar … üzerine eğilmek ve bunların incelenmesini, karşılaştırılmasını yapmak, nedenlerini ve sonuç ilişkilerini aklına getirebilmek, zihninde oluşturabilmek, muhakemeler yapabilmek, göz önüne getirebilmek ve de bazı şeyleri çok daha önceden kestirebilmek, sezebilmek, tasarlayabilmek, temel kavramları ve özü bulup, ortaya koyabilmek… gibi tüm işlemler her adımıyla ve kendi içindeki tüm ilişkileri ve bağları ile “DÜŞÜNMEK” kavramı içerisinde yer alır.

Bunların tümüyle zihinsel ve düşünsel olması ise daha çok “soyut” kavram olarak ele alınmalıdır.

Düşünebilmek, az ya da çok ve kendi içindeki kalite farklılıklarıyla insan özgüdür ve temelde “doğumla birlikte” elde edilir ve zamanla da işlenilerek geliştirilir.

Düşünmek ayni zamanda izlenimlerden ve duyumlardan, deneylerden ayrı olarak insan aklının kendisine özgü ve bağımsız durumu olup, ayırma, birleştirme, karşılaştırmalar yapma, bağlantıları ve biçimleri kavrama, değerlendirme ve yerleştirme yetisidir.

Akıl, insanın doğuştan edindiği zihinsel bir etkenlik-çalışma alanıdır; insan zihninin en yüksek işlevlerindendir.

Düşünmeyi bir eylem olarak anladığımızda bu eylemin sonucu olarak “DÜŞÜNCE” elde edilir.

Düşünme ve düşünmenin birçok çeşidinden söz edebiliriz:

…. İstek dışı düşünme, istenilen düşünme, istenilmeyen düşünce, istekli düşünme, bilimsel düşünme, somut düşünce, kalıplaşmış düşünce, mantıksal düşünme, mantık dışı düşünce, otistik düşünce, kuşkucu düşünce… gibi birçok çeşitlerinin olduğunu görürüz.

Düşünme eylemi ve düşünceyle yakın ilişkisi olan birçok kavram vardır:

…. Öngörü, önsezi irade, muhakeme, basiret, zihin, akıl, zihinde canlandırma, zihinsel tasarım, hayal etme, zihinsel kurgulama, tahayyül etme…

Gözlerimiz kapalıyken -istemesek bile- aklımıza gelenler ya da aklımızdan geçenler… gözlerimiz açıkken farkında olmadan “aklımızdan geçen” olay ve nesneler ya da bunların değişik düzeydeki tasarımları; iş başında iken zihnimizde canlanan olaylar; dışarıya bakarken aklımızdan geçenler, beklenmedik bir şekilde gidip-gelen düşünceler “düşünme ve düşüncenin farklı şekilleri”dir.

Bunları “uyanık iken” gördüğümüz düşler sayabiliriz.

Uykuda düşlerimizde bir bilinç vardır ve düşlerimizde de düşünüyoruz.

Bunlar BİLİNÇALTI ile de doğrudan ilişkilidir.

Tüm düşler aslında birden çoklu düşünce zincirinin birbiri peşi sıra sıralanması gibidir.

Düşlerimizdeki düşünceler bizim öz denetimimiz altında değildir.

Normal koşullarda “düşünce süreci” çeşitli aşamalardan oluşur:

-Sorun ile karşılaşma, sorunun sınırlarını belirleme ve netleştirme, olası bir çözüm bulma, çözümü mantıksal olarak uygulama ve sonuçları elde etme… gibi değişik aşamalardan geçebilir.

Bir de daha gelişmiş bir düşünce vardır:

“Derinlemesine düşünme”:

– Açık fikirli olarak bakmak, önyargılardan uzak olmak, eleştirel olmak… gibi aşamaları içerir.

Bir ileri adım daha vardır:

– Kritik ve Analitik düşünce…

Analitik ve kritik düşünmeyi tanımlamak da kolay değildir.

Doğumla birlikte kazanılmış zihinsel yetenekleri kullanarak etken bir biçimde:

“Gözlem, deneyim, neden-sonuç ilişkisi kurma, işlevleri ve iletişim yoluyla toplanmış, edinilmiş bilgilerin “entelektüel-bilimsel” düzeyde ve de belirli bir disiplin içinde tanımlanması, değerlendirilmesi, kavramsallaştırılması, analiz edilmesi, karşılaştırılması, sentezlenmesi, yorumlanması ve sonuçta “uygulamaya geçilme” aşamasına gelinmesi olan uzun bir süreçdir.

Analitik ve kritik düşünme bir beceridir, bir eğitim ve disiplin işidir ve de bir tutum, bir davranış-uygulama biçimidir.

Akla uygun ve derinlemesine düşün(ebil)me “analitik ve kritik” düşünmedir ve bireyin karar verirken seçtiği bir yöntem ve sürectir.

Zihnin derinlemesine düşünme ve yeniden yapılandırma gibi bilişsel pratikleri “içerdiği” göz önünde tutulursa analitik ve kritik düşünme “anlamlandırma ve problem çözme” gibi iki temel yeteneği gerektirir.

Bir durumla ya da sorunla karşılaşıldığında iki seçenek vardır:

Birincisi:

-Ne olursa olsun kabul etmek ya da kişisel kararımıza ulaşmak için biraz çaba sarf ederek sorular sormak, üzerine eğilmek, düşünmektir.

İkincisi:

-Analitik ve kritik düşünme:

İkinci seçeneği hedefler; analitik ve kritik düşünme doğru soruları sorabilmek, derinlemesine kavrayabilmeye çaba göstermektir.

. Çözümsel (analitik) ve eleştirel (kritik) düşünme :

Evet, sakince doğru soruları bulmak ve sormanın yararına, doğru sonuçlara ulaşmamız içindir.

Eleştirel (Kritik) sorular bir dürtü oluşturur ve eleştirel düşünce için yol gösterir.

Bizi doğru kararlar ve yargılar için, “daha iyi seçenekler” için yüreklendirir.

Bir okuma yaparken, bir film izlerken, bir tartışmayı- sohbeti dinlerken, alışveriş yaparken, insanlarla ilişkiler içinde iken, içimiz sıkıldığında, bunalıma düştüğümüzde, çözemediğimiz bir durum ile karşılaştığımızda… doğru soruları bulmalı ve sorabilmeli ve eleştirel ve analitik düşünebilmeliyiz.

BİLİŞSEL diye bilgi birikimini ve değişen tercihleri kullanarak alınan bilgiyi işleme yeteneğine diyoruz. (Bilişle ilgili, zekânın işleyişiyle ilgili, kognitif)

“ANALİTİK” çözümlemeye dayanan, çözümsel, çözümlemeli anlamına gelmektedir.

Eleştirel (kritik) ve çözümsel (analitik) düşünme bir bilişsel etkinliktir (aktivite).

Bunları yapabilmek için de insanın kendi “zihnini” kullanması gerekir.

Zihin ne anlama gelir ve kapsamı nedir?

ZİHİN sözcüğünün iki anlamı vardır: Bir şeyi anlama, idrak etme yetisidir. İkinci anlamı: Bellek, hafıza..

Zihin: İnsanda anlayış, kavrayış, algılama yetisidir.

Yaşantıları, öğrenilenleri, bunların geçmişle olan bağlantılarını bilinçli olarak kafada saklama gücü, bellek…

Zihin, anlama kabiliyeti ve idrak etme gücü demektir.

Bu sözcük aynı zamanda HAFIZA anlamında da kullanılır.

Zihin, olayları, olguları ve nesneleri tanımlama, idrak etme ve yorumlama gücüdür.

İnsanın düşünce yetisine zihin gücü de denir.

Analitik ve kritik düşünme psikoloji ve psikiyatrinin yakın ilgi alanı içinde yer almaktadır.

Bu anlamda da yine insanın kişisel gelişimine, entelektüel düzeyine, deneyimsel ve bilgisel donanımlarına doğrudan bağlıdır.

İnsan bu anlamda “seçme ve muhakeme etme, dikkat, kategorizasyon” işlevlerini tam bir eşgüdüm içinde kullanılmasına bağlıdır.

Görüldüğü gibi insana özgü ve ender bir yetenek olan düşünmek ve bunun sonucu oluşan DÜŞÜNCE çok önemli ve değerli özelliğimizdir.

Öte yandan her insan kendi yetenekleri ve özellikleri ile dünyaya gelir ve geçen zaman içerisinde kendini öğrenir, gelişir ve kişiliğini, kendini geliştirir.

Doğumla birlikte yaşadığı çevre, ailesi, mahallesi, gittiği okullar, arkadaşları, merakları, öğrenme duygusu, zaman harcadığı konular, yaptığı okumalar, öğrendikleri, birikimleri ve tüm kişisel donanımları sonucunda bir BİREYSEL DÜZEY oluşturur.

Beyinsel, zihinsel yetilerini kullanmayı öğrenirken onları da geliştirmiş olur.

Bu nedenle de kendini iyi yetiştirmiş bir insanın edindikleri, yaşama ve olaylara, sorunlara bakışı FARKLI olur; düşünmek işlevini nasıl yaptığına göre de ortaya çıkarabileceği düşünceler ona bağlı olarak kendisini gösterir.

Peki, tüm bunlar, bu gerçekler, bu oluşumlar NEDEN ÖNEMLİDİR, kimin için önemlidir, ne işe yarar?

-Her şeyden önce iyi bir insan olmaya yarar.

-Ardı sıra bilinçli ve duyarlu bir yurttaş olabilmesinde çok önemli bir görev üstlenir.

-Eleştirel, sorgulayıcı, çözümsel düşünebilen bir yurttaş, bir seçmen kendi üzerine oynanılacak oyunlara kanmaz, tuzaklara düşmez, kendini çok daha iyi koruyabilir.

-Gelişmiş bir beyin, yani işlenmiş bir zihin ve sistematik bir düşünme yöntemi kazanabilmiş bir insan siyasette dönen dolapları, yalanları, kandırmaları, algı-zihin programlarını çok daha iyi görüp, uzaklaşır ve kendini koruyabilir.

İşte tüm bunlardan dolayıdır ki geri kalmış ülkelerin, toplumların “kaderi, geldikleri durum” hep temelde düşünmeyi öğrenemeyecek bireylerinden dolayıdır.

Onların alacağı temel öğreti çok kısıtlı ve sınırlıdır.

Sosyo-ekonomik-kültürel olarak gelebilecekleri düzey son derece düşüktür.

Gelir düzeyleri de bunlara bağlı olark çok düşüktür ve yaşamsal sorunlarla boğuşmak zorundadırlar.

Özellikle de hep “sıradan, kulaktan duyma ve boş konularla” uğraşırlar ve her zaman SÜRÜ etkisinde yaşarlar ve büyük yalanlara, reklam ve propagandaya çok çabuk kapılırlar.

Onların ülkenin temel sorunlarını görmeleri, algılamaları, üzerinde düşünüp, sağlıklı düşünceler üretebilmeleri nerede ise olanak dışıdır.

Böyle olunca da demeyeceğim, BÖYLE OLSUN DİYE, halkın en büyük kesimi “bu durumda kalsın diye” egemen güçler her şeyi ellerinde tutmak isterler ki o ülkeyi istedikleri gibi ele geçirip, sömürebilsinler.

Kitlelerin okul-öğretim yapıları, ülkenin ekonomi, finans, hukuk, iş gücü, tarım ve doğal kaynakları… hep kendilerince planlanıp, yönetilebilsin diye uzun yıllar planlar yapıp, uygularlar.

Günlük sorunlar, ortaya düşen gündemler, moda, müzik, sanat ve de basın-yayın, medya hepsi onların elindedir ve büyük kitleleri bunların aracılığı ile yönlendirirler.

Kendi işlerine yaratacak siyasi partileri, vakıf ve dernekleri kurdururlar, desteklerler ve öne çıkarırlar.

Her türlü büyük “propaganda” yöntemlerini uygulatıp, halkı her zaman “sıradanlaştırmaya ve de basitleştirmeye”, “yalanlara inanan ve düşünmeyen” bireyler haline getirmeye çalışırlar.

Peki, okuma ve donanım düzeyleri, öğrenimleri yüksek olan bireylerin, gelir düzeyleri çok yüksek olanların durumu nedir; onlar kötü düzene, geri kalmışlığa karşı ne yapabilirler, ya da neden hiç bir şey yapamazlar?

Çok becerikli, zeki ve donanımlı olanların büyük bir kesimini ise elde edebilmek için kullanacakları planları ve sundukları “hayır denilemeyecek” olanakları vardır.

Onlara iyi mevkiler ve iyi işler sunulur, oralarda her türlü çalışmaları yapmalarına olanak sağlanır, yeter ki sonuçta “kendi hedeflerine yönelik davranan” bireyler olabilsinler.

Aydınlar ise bu durumları görüp, anlayıp, bilgi donanımları yüksek bireyler olmalarına, hem de cesur ve atak olabileceklerine rağmen hep sıkıntı içindedirler ve dışa vurumsal, eylemsel bir şey yapmak isteseler bile ya sayıları çok çok azdır ve de genelde hep de bir “korku çekincesi” içindedirler.

Burjuva olabileceklerin sayıları ise tarihsel geçmişten dolayı çok azdır ve ne bir sanayi devrimi yaşanmıştır ne de köklü geniş burjuva ailelerine sahiptirler.

Onların elde edebildikleri “yatırımlar ve işletmelerin” temelinde “yabancı sermaye”den yararlanmak olduğu gibi iktidar sahiplerinin desteklemesi ve “kayırmalarıyla” güçlenmişlerdir.

Öte yandan özel yöntemler ve kuruluşlarla oluşturulan okullar aracılığı ile oradan seçilmiş yetenekli öğrencilere “dışarıda” olanaklar ve yetişmeler sağlanır ki bir gün yine çok başarılı bireyler olarak geri dönsünler ve iyi yerlere gelebilsinler.

Açık ya da gizli olarak “kendi ana hedeflerine” hizmet edebilir olsunlar.

Tam bağımsız ve özgür bir ulusal-kamusal eğitim ve bunun ana hedefleri ve amaçları, eğitimde birlik ve eğitimde herkes için eşitlik ve adalet ilkeleri çok önemlidir.

Bunların ucundan kıyısından dolaşılıp, ufak tefek adımları yücelterek ve çok önemli aksaklıkları görmemezlikten gelerek hiç bir yere varılmaz.

En temeldeki “okul öncesi öğretimi, temel zorunlu öğretim, çağcıl ve uygar, demokratik koşul ve ilkelerle, donanımlarla en başından yenilenip sağlanabiliyor mu?

Devlet “parasız yatılı okulları”, öğretmen okulları, meslek okulları, köy okulları en yararlı ve çağcıl koşullar içerinde yeniden kurulup, işlerlik kazandırılabiliyor mu?

Demokratik bir parlamenter, anayasal hukuk devletine, ATATÜRK devrimlerine ve ilkelerine koyduğu çağdaş, uygarlık hedeflerine uygun düşünebilen, bilimden ve güzel ahlaktan yana, öz güvenli bir öğretmen yetiştirme ve yerleştirme uygulamalarına dönebiliyor muyuz?

Her şeyden önce ülkedeki her bir yurttaşın “ortak bir düşünce ve bilinç” içerisine girip, “geri kalmışlıktan nasıl kurtulabiliriz”, diye düşünebilmesinin yollarını açabiliyor muyuz?

Hayallerle, masallarla, boş öğünmelerle ve yalanlarla donatılmış kafa yapılarından, boşa harcanan zihinsel güçlerden kurtulabiliyor muyuz?

Evet, tüm bunların ne denli zor ve olanak dışı gibi göründüğünü çok iyi anlıyorum.

Başka bir yol, başka bir sihirli çözüm ise yok!

Ya, okuyup araştırıp, inceleyip, eleştirel, sorgulayıcı ve çözümsel düşünmeyi, kendimizi geliştirmeyi öğreneceğiz ve çözüm yollarını, ana temel sorunları, ülkenin üzerine çökmüş ağırlıkları ve güçleri görmeye, gerçek durumu kavramaya yöneleceğiz, ya da böyle devam edip, sallana, sallana, güle oynaya devam edeceğiz.

Hiç olmazsa bugünün medyasının haberlerinin içinden sızan mafyalaşmaya, çeteleşmeye ve bunların nedenlerini, ardındaki evrensel güçleri görmeye çalışabilseler…

Görseler ve anlasalar ne olacak?

Ne yapabililer ki, ne güçleri var ki…

Şu an kime, kimlere inanacaklarını bile yitirmiş, güvenini yitirmiş, umutlarını yitirmek üzere olan on milyonlarca çaresiz bir halk…

Yine de “sağlıklı durmaya, yıkılmamaya, ayakta kalmaya” çalışan, “kendini avutan, sessiz ve birbirine dayanmaya” çalışan çok geniş bir çaresiz halk kitlesi…

Mutlu azınlıklar yok mu?

Çook, bakın her yerde görebilirsiniz, sosyal medyada, çevrenizde, haberlerde, dizilerde, her yerde sorunsuz ve mutlu, neşeli huzurlu bir azınlık… görebilirsiniz.

Ben ne demeliyim şimdi?

“Allah hepimize akıl, fikir versin”… desem olur, değil mi?

İşte, “tam da bu” istek ve duaya bağlı her şey; o aklı kullanabilmek ve işleyebilmek, insana özgü geliştirebilmek….

İstenilirse oluyor…

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 26.11.2023

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.