DOĞU ANADOLU GEZİSİ (Vlll-8): TUNCELİ/DERSİM

ABONE OL
22:31 - 28/03/2023 22:31
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Tunceli

Sabah saat 08’de grup üyeleri otobüste yerlerini aldılar. Emel kızımız tekmilini verdi. Eksik yoktu. Hedefimizde Tunceli var. Elazığ gezisini, Tunceli dönüşü yapacağız. Keban Barajı’nın oluşturduğu suni göl kenarından gidiyoruz. Sabah erken olduğu için otobüste bir sessizlik var. Arkadaşlar hâlâ uyuyorlar. Rehberimiz Cem, uyuyanları uyandırmaya çalışsa da faydası yok. Daha kendisini tanımadığımız için de Cem beyle senli benli olamıyoruz. Çekincelerimiz var. Vereceği tepki belli değil. Emin devreye girdi ve başladı düdük eşliğinde otobüsün içinde kültür fizik hareketlerine. Birdenbire herkes canlandı. Ondan sonra da her sabah bu hareketleri yapmaya devam ettik. “Eller yukarı; bir, iki, üç…”

Murat nehri üzerinden feribotla Pertek’e geçiyoruz. Biz Niğmet kızımız ile sohbete dalmışız. 15 dakika sonra iniyoruz komutuyla sohbetimizi sonlandırdık. Pertek Tunceli’nin bir ilçesi. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Pertek ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Pertek ismi Moğolca’dan gelmektedir. Karakuş demektir. Pertek kalesi üzerinde tunçtan bir karakuş heykeli vardır. Her yıl Nevruz gününde, kanat çırpıp bütün Ekrad (Kürtler) ve Mığdisi kavimlerini bu şehrin pazarına toplamak için işaret verirmiş. Bunun için de bu şehre Pertek denirmiş, Halid Bin Velid bu şehri ele geçirince bu heykeli yıkmış ancak kalenin üzerinde heykelin yeri hâlâ belli olmakta” diye bahsetmiştir.” (Seyahatname 3. cilt sayfa 1439)

Murat Irmağı’nın kıyısındaki bir tepenin üzerinde inşa edilen Pertek Kalesi, Keban Baraj Gölü (1965) suları altında kalmış. Bizim gezinin adı; “Kültür ve Araştırma Gezisi.” Kültür varlıkları bizim için önemli. Oradaki tarihi eserlerin suyun altında kalmaları bizi üzdü. Keşke bu baraj buraya tutulmasaydı da o şehirler capcanlı dursaydı yerlerinde… Bu keşkeler anlamlı elbet ama bir de çağın gerçeği var. O baraj oraya kurulmasaydı enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacaktık?

Tunceli sarp dağların arasına saklanmış gerçek bir Anadolu hazinesi. Tepeden seyri bambaşka. Tıpkı kabuğundaki inci gibi. Tunceli’ye doğru inerken durup fotoğraf çekme imkanını yakalayamadık. İşte şurası daha güzeldir, fotoğraf oradan daha güzel çekilir, şu virajı dö-nünce duralım derken Tunceli’ye inivermişiz. Güvenlik kontrol noktasındayız. Görevliler tek tek kontrollerini yaptılar ve sonra da iyi günler dilediler. Güzelim memleketimizi ne hale getirdiler ayrılıkçılar. Neredeyse elli yıldan beri güzel yurdumuz terör yurdu olmuş. Kars’tan bu tarafa şehir girişlerinde ve bazen de yol üzerlerinde güvenlik kontrol noktaları var. Yazıktır günahtır. Sözüm Türkiye üzerinde çıkarları olan ve o çıkarlarının peşinde koşan dış mihraklara değildir; onların içerideki işbirlikçilerinedir. Bu güzelim vatan topraklarını yabancılara peşkeş çekerek menfaat devşirmenin bir gün sonu gelecek ve hepiniz hak ettiğiniz sona kavuşacaksınız. Birgün güneş ufuktan doğacaktır. “Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın…”

Rehberimizin anlattığına göre: Tuncel’inin içinden iki ırmak geçermiş. Munzur Çayı ve Murat Nehri. Öyle bir kentmiş ki Tunceli; ur kekliğinden, çengel boynuzlu dağ keçisine, tek dişli doğal sarımsağından, ışkınına kadar birçok açıdan özel bir coğrafyaymış. Nüfusu 85.000 kadarmış. Topraklarının % 70’i dağlarla, % 25’i platolarla kaplıymış. Tunceli’yi Doğu Toroslar ve Munzur Dağları çevrelemekteymiş. Munzur Dağları’nın doruklarında rakım 3.000 metrenin üzerindeymiş. Tunceli ovasında ise Keban Barajı’nın tutulmasıyla birlikte çok büyük bir göl oluşmuş.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, Munzur Çayı için şunları yazmış: “Munzur çayı, Ovacık Nahiyesinde, Munzur Baba Aziz’in dağından çıkan küçük bir kaynak olup Murat Nehri’ne karışır. Bu nehir her sene Ağustos’tan başlayıp kırk gün acı ve kırk gün tatlı akar. Nehrin lezzetli alabalığı olur. Bu pınarın kuzeyinde bir dağ vardır. Orada Munzur Baba’nın diktiği bir ağaç vardır ki, gayet siyahtır. Bu ağacı kim keserse zarar çeker…”

Munzur Dağları’nda, başka hiçbir yerde bulunmayan endemik bitkiler varmış: Çan Çiçeği, Erzincan Kirazı, Bindebir Keklik Otu, Munzur Kekiği, Munzur Düğün Çiçeği, Dağ Çayı, Munzur Dağı Oltu Otu ve Menekşe bu bitkilerdenmiş.
Bir de Tunceli Yaban Sarımsağı varmış. Dağların zirvesinde yetişirmiş. 1.500-2.000 metre yüksekte. Yalnızca Tunceli’nin Ovacık ilçesinde yetişirmiş bu sarımsak. 1980 yılında keşfedilen Tunceli sarımsağının başları tek dişli olurmuş. Kabuklarının arasında çok sayıda küçük dişçikler bulunurmuş.

Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi de Tunceli’de yetişirmiş. Kayaların usta tırmanıcısı. Kafatasından dik olarak çıkıp uç kısmına doğru çengel gibi içe bükülen boynuzlarından dolayı bu adı almış. İki bin metreden yüksek alanlarda yaşarmış. Rengi kışın siyah, yazın ise açık soluk veya turuncuya yakın kahverengi olurmuş. Sırtında omuz başından kuyruğa kadar siyah bir şerit uzanırmış. Keçiler, sabahın erken saatlerinde ve akşam serinliğinde beslenirlermiş; diğer zamanlarda dinlenirlermiş. Su ihtiyacını ise yediği besinlerden karşılarmış.

Tunceli yemekleriyle de meşhurmuş; Buğday döğmesinden yapılan ‘döğme pilavı’, ‘keşkek, 12 imam çorbası, tarhana, erişte ve haşıl, yörenin yaygın yemeklerindenmiş. Ayrıca, siron, babiko ve Keledoş da önemli yemekler arasındaymış.
12 İmam çorbası, Muharrem’de tutulan 12 gün orucun sonrasında pişirilen bir çorba imiş ve içinde on iki çeşit yiyecek maddesi bulunurmuş. Çorbaya, malzemeleri atarken 12 İmamın adı anılırmış. Genel olarak Muharrem’de 12 İmam’ı anmak için yapılan bu çorba; cenazelerde, kurbanlarda ya da düğünlerde de yapılmaktaymış.

Munzur

Munzur’la ilgili şöyle de bir hikâye varmış; “Munzur, daha yedi yaşındayken, Ovacık’ın Koyungölü Köyü’nden bir ağanın koyunlarına çoban olur. Yaşı yirmiye yaklaşmıştır. Çobanlıkta uzunca bir yol katetmiştir, artık işin ehlidir. Ağa hacca gidecektir. Koyunlarını arkasına bile bakmadan Munzur’a emanet eder. Ağa hacdayken, Munzur, ağanın eşinin yanına gelir ve “Ha-nım’ım, ağamın canı sıcak helva istiyormuş, sen yapıver de ben kendisine götüreyim”, der. Ağanın hanımı önce şaşırır; sonra da “herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, ama utandığı için ağasını bahane ediyor” diye helvayı yapar ve Munzur’a verir. O sırada Hacda namaz kılmakta olan ağa, sağ tarafında Munzur’u görünce şaşırır. Niye geldiğini sorar. Munzur da “Canın çekmiştir diye hanımım sana helva gönderdi; onu getirdim” diyerek, elindeki bohçayı ağasına uzatır. Helvanın hâlâ sıcak olduğunu gören ağa, bunun nasıl olduğunu sormak için başını çevirdiğinde Munzur’un sırra kadem bastığını farkeder. Hacdan veya savaştan döndüğü gün, herkes, elinde bir hediyeyle, ağayı karşılamaya gelir. Karşılayanlar arasında, kovasındaki sütüyle Munzur’u gören ağa, yanındakilere, “öpülecek el varsa benim değil Munzur’un elidir” der ve Munzur’a doğru hamle yapar. Bunun üzerine Munzur, “aman ağam Allah aşkına. Ben yıllarca senin ekmeğini yedim. Ben sana elimi öptürmem”, der ve kaçmaya başlar.
Bugünkü su gözelerin bulunduğu yere gelindiğinde, sendeleyen Munzur’un elindeki süt dökülür. Sütün her döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fışkırır. Munzur kırk adım daha atar. Fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da kayanın içinden fışkıran gözede kaybolur gider. Bugün, gösterdiği kerâmetten sonra Munzur’un sırra kadem bastığı yerden çıkan çaya ve çayın çıktığı yerin arkasında uzayıp giden dağa, adını veren Munzur, bölgenin de sembolik isimlerinden biri haline gelir. Munzur Çayı’nın kaynağının kırk göze olması da ‘Kırklar’ı simgelemektedir. Günümüzde önemli ziyaret yerlerinin başında gelen Munzur adına her yıl, kurbanlar kesilip, lokmalar dağıtılmaktadır.”

Anadolu Alevîliğini Naki Dede’den dinliyoruz

Bize verilen saatte Cemevinin ana kapısından içeriye girdik. Ziyaretçisi çok fazla olduğu için randevu ile içeriye alıyorlar. Mütevazi bir Cemevi. Naki Dede bizden önceki grubun son üyelerini uğurlamakla meşgul.
Dede deyince aksakallı başında sarığı olan elinde bastonuyla ve cübbesiyle yaşını başını almış, başında fötrü ile bir pîrifani hayal ediyorduk. Hayal kırıklığına uğradık. Genç birisini tanıttı rehberimiz. Naki DEDE. Kot pantolonlu. Başı açık, modern birisi. Elinde bir de kitap var. Naki Dede yüzündeki tebessümüyle saygılı bir şekilde “Hoş geldiniz.” dedi. Kendimizi tanıttık. Hal ve hatır sordu. Sonra da kendisinden ne öğrenmek istediğimizi. “Benden ne öğrenmek istiyorsunuz?”

– Tunceli deyince Alevîlik akla gelir. Hazır bir Dede bulmuşken ilk ağızdan, Alevîlik hakkında bilgilenmek isteriz. Alevîlik nedir, nasıl bir inançtır?

Naki Dede, kim bilir günde kaç gruba anlatıyor Alevîliği. Onun işi de zor. Aynı şeyleri anlatıp durmak sıkıcı olmalı. Yarım ay şeklinde önüne dizildik. Bizden sonra başka grupların varlığından bahisle kısa bilgiler verebileceğini söyleyerek söze başladı:
“Alevî”, Hz. Ali ailesinin adıdır. Hz. Ali’ye bağlı olan, O’nu seven, Hz. Ali’nin yolundan giden, Hz. Ali’nin taraftarı olan Müslümanlara Alevî denir.
Alevîlik; İslami bir dinsel inanç sistemidir.
Alevîlik, İslam kökenli bir mezheptir. Kitabı Kur’an’dır. Allah’a kul, Hz. Muhammed’e bağlı, Hz. Ali’ye talip, Hz. Hüseyin’in yolunu süren, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ‘eline, diline, beline sahip’ olmayı ilke edinen, iyi düşünce, iyi söz ve iyi davranışta kendini bulan inançtır.
Alevîlik; “Tanrı korkusu” yerine “Tanrı sevgisini benimseyen, “Zâhir’i bâtın’la, bâtın’ı Zahir’le birleştiren”, “Şeriat kapısını aşıp, marifet yoluyla hakikat dünyasına ulaşan”, Kur’an’ın şekline değil, özüne inen, akıl ve gönül ile ruhsal olgunlaşma yoludur.
Alevîlik; İslam’ın özüdür, anasıdır.
Alevîlik; Ehlibeyt ’in yoludur. Kur’an ve İslâm’ı, Hz. Ali’nin anlattığı gibi anlamaktır.
Alevîlik, Muhammed’le Hz. Ali’yi birbirinden ayırmamaktır. Alevîler Allah’ın birliğine, Hz. Mu-hammed’in Resul olduğuna ve Hz. Ali’nin Velayet makamına sahip olduğuna inanır. Bu nedenlerden dolayı Alevîlik İslam’ın içindedir.
Alevîlik; Allah-Muhammed-Ali üçlüsünün sürekli öncelendiği bir inanç biçimidir. Kendine özgü ibadetleri, ritüelleri ve duaları vardır.

Alevîler Müslüman olduğuna göre, ibadetlerinde Sünnilerle farklılıkların olmaması gerekir değil mi?

“Alevîlikte, Müslümanın insani değerleri, günlük yaşamına ne kadar yansıtabildiği önemlidir. Müslümanın (Can)’ın insanlarla ilişkilerindeki dürüstlüğü, nefsini kontrol altında tutma fera-seti, yalan söylememesi, hak yememesi, adaletli olması, kendini kibirden arındırması, içindeki Allah, Muhammed ve Ehl-i Beyt bağlılığını sürekli canlı tutması ve onlara duyduğu sevgiyi içinde büyütmesi önemlidir.

Alevîliğin inançsal ve sosyal düzeni; mürşit-pîr-rehber-talip sistemi üzerine kurulmuş dört mertebe oluşturmaktadır. Birinci mertebede bulunan mürşit; pîrin pîridir. Her talibin bir pîri olduğu gibi her pîrin de bir pîri vardır. Pîr, inancın yayıcısı, cemdeki on iki hizmetin yürütülmesinde rehberlik eden, yol bilgilerini taliplerine aktaran dini otoritedir. Evlad-ı resuldendir.

Bu yolda her talip bir pîre, rehbere ve mürşide bağlıdır. Hiyerarşik bakımdan her talip mürşit, pîr ve rehber tarafından denetlenir. Talibin suçsuz yere eşini boşama, başkasının namusuna yan gözle bakma, yalancı şahitlik yapma, faizle borç para verme, başkasına iftira atma gibi suçları varsa talip “düşkün” ilan edilir. Toplumdan tecrid edilir. Lokması alınmaz ve ona lokma verilmez.

Talibin girdiği yolda kalbi ile ikrar vermesi ve bu ikrarı dili ile onaylaması gerekmektedir. Talip, kibirden, insanları hor görmekten ve incitmekten, hak yemekten, iftira atmaktan, yalan söylemekten uzak durmalıdır. Hakka varmak isteyen talip pîrin eteğini tutar, aynı yolda yürüyen kardeşleriyle bir can olur. Kısaca talibin biricik hedefi bütün ömrü boyunca eline, beline, diline sahip olmaktır.

Bu yolda ilerleme süreci, dört kapıyı kırk makamı birer birer geçerek gerçekleşir. Şeriat, tarikat, marifet, hakikat olarak adlandırılan bu dört kapıdan şeriat zahir, diğerleri batın-dır. Kırk makam ise bu dört kapının ara basamaklarını oluşturmaktadır.
Her makamın on esası vardır. İnsan-ı kâmil olma, edep, erkâna uyma, yedi ulu ozanın inançları, kırklar meclisi, tevella ve teberra, miraçlar, düşkünlük, dâr, barış, esenlik, kardeşlik, eşitlik, toplumsal dayanışma hoşgörü, kul hakkını yememe, iyiliği emretme, kötülükten uzak durma, yalan ve riyadan sakınma, zina vb. çirkinliklerden kaçınma, haksız kazanç edinmeme, zulme karşı çıkma gibi, ahlaksal ilkeleri yaşama egemen kılan tüm değerler Alevî İslâm inancında olduğu içindir ki, Alevîlik İslâm’ın özüdür.

Aslında cem törenlerini yürüten her pîrin Alevî şiiriyle ilgili, geniş bir repertuara sahip olması gerekmektedir. Pîr cem törenlerinde, saz eşliğinde özellikle Kerbela zulmünü, On İki İmam’ın ve diğer velilerin kerametlerini konu alan deyiş ve semahlar söylemek zorundadır.

Alevîlikte her yıl Muharrem ayında tutulan on iki günlük oruçta da canlar nefislerini köreltmek, dünyevi olandan elini çekmek, yokluğu daha iyi anlayabilmek ve hakla yakınlaşmak için su içmezler, et gibi içinde can barındıran gıdalar tüketmezler, iftarlarını çok basit yiyeceklerle çok az yiyerek açarlar.

Alevî inancında çok eski anaerkil toplumların bazı izleri de görülmektedir. Mesela kavga sırasında bir kadının başörtüsünü çıkarıp ortaya atmasıyla kavga sona erer. Aralarında büyük husumetler bulunan ailelerden suçlu olan taraf eşini alıp düşmanının evine giderse bağışlanır ve düşmanlık son bulur. Ayrıca evin en yaşlı hanımı evin her şeyinden sorumludur, onun rızası olmadan önemli kararlar alınmaz. Kadına, Fatma Ana’nın yüzü suyu hürmetine büyük bir saygı duyulur.” Arkadaşların sorularına da uzun uzun cevap verilince sohbet uzadıkça uzadı. Yarım saatlik randevu bir buçuk saat sürdü.

Ogün, Cemevi’nde taziye yemeği varmış. Sohbetten sonra, Naki Dede bizi de davet etti yemeğe. Canlarla birlikte taziye yemeği yedik. Cenaze sahipleri bize izzet ikram ettiler. Pilav üstü, et kavurma. Yanında ayran. Tabağını bitirenler bir tabak daha aldı. Müthiş bir lezzet. Yemekten sonra Naki Dede bizi dış kapıya kadar uğurladı.

Tunceli Belediyesi

Cemevi’nden sonra Tunceli Belediyesi’ne gittik. Türkiye Komünist Partisi (TKP)’ne mensup bir belediye başkanı. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde seçilmiş. Öncesinde Ovacık belediye Başkanı imiş. Türkiye onu Komünist Başkan lakabıyla tanıyormuş. Fatih Mehmet Maçoğlu. Türkiye’nin ilk TKP’li İl Belediye Başkanı. Bir ay öncesinden randevu almıştık. Kendisinin Almanya’da olacağından bahisle bizleri, yardımcısı karşılayacaktı. Öyle de oldu. Bizi salona aldılar. Çay ikram ettiler. Biraz sonra başkan yardımcısı da geldi. Biz kendimizi tanıttık. Başkan yardımcısı da kendisini tanıttı. Belediyede yaptıkları hizmetleri anlattı. Mocca dergimizi ve hediyelerimizi kendisine takdim ettik. Çaylarımızı içtikten sonra vedalaştık.

Askıda kitap hizmeti

İçeriye girerken salondaki kitaplar dikkatimizi çekmişti. Sorduk; bu kitaplardan vatandaş nasıl istifade ediyor?
“Kitap okumak isteyen raflardaki kitaplardan istediğini alır evine götürür. Kayıt falan da alınmaz. Vatandaş isterse geriye getirir kitabı. Getirmeyebilir de. İsteyen vatandaş da evindeki kitabı başkaları da okusun diye bu raflara bırakır. Çark böyle işler.” Örnek alınacak çok önemli bir hizmet. Askıda kitap hizmeti…

Munzur Dağları

Munzur Dağları’nın eteğindeyiz. Munzur Dağları senelerce terör korkusundan kimse yaklaşamayınca yalnızlığa terkedilmiş. Şimdi eteğine kadar geldik. Yükseklerde aynı terör tehlikesi hâlâ var mıdır, tam emin değiliz. Ama teröristlerin belinin kırıldığı belli. Dağın eteğinde Munzur Çayı varmış. Belediyeden ayrıldıktan sonra Munzur Çayı’nın kaynağına gittik. Manzara müthiş, şırıl şırıl sular akıyor. Su sesine kuş sesleri eşlik ediyor. Arkadaşlar cıvıl cıvıl. Kimisi çayın kenarına oturmuş ayağını suyun içine daldırmış, kimisi sıvamış pantolonunun paçasını yürüyor suyun içinde. Ellerini yüzlerini yıkayanlar da var. Avuçlarıyla su içenler de. Bir kısım arkadaşımız da deklanşöre basıyor. Sırt üstü yatarak dinlenmeye çalışanlara ne demeli… Arkadaşların sesi de su ve kuş sesine karışınca olağanüstü bir harmoni meydana geliyor. Mevla’m, özene bezene yaratmış sanki bu dağları. Üzerinde envaı çeşit endemik hayvanı ve bitkisiyle, suyuyla, şelalesiyle…

Yemekten sonra Munzur Çayı iyi geldi. Doğrusunu söylemek gerekirse yemeği biraz fazla kaçırmışız. Et kavurma ve pilav o kadar lezzetli olunca yeniyor işte. Biz de yedik zaten. Zaman, ne zaman geçtiyse geçmiş. Birden geçmiş. Hem de çok geçmiş. Herkes mutlu. Ah, şu Emin’in düdüğü de olmasaydı, …

Organik Dondurma

Tunceli Ocak Köyü sapağında bir dondurmacı varmış. Fikret Usta. Tavsiye ettiler. Biz de tavsiyeye uyduk. Onun dondurmasını yemeden geçip gitmek olmazmış. Fikret Usta Yıllarca Ankara’da dondurmacılık yapmış. Emekli olunca köyüne gelmiş. Ocak köyüne yakın bir köyde yaşarmış. Rahat bırakmamışlar Fikret Usta’yı. Yeniden dondurmacılığa başlatmışlar. Amacı para kazanmak değilmiş Ustanın. O güne kadar kazanacağını kazanmış zaten. Dostlar alışverişte görsün anlamında yapıyormuş bu işi. Orada Eğin Belediye Başkanı ve Arapgir Belediye Başkan yardımcısı ile tanıştık. Ayaküstü sohbet ettik. İlçelerine davet ettiler bizleri ama zamanımız bu davete icabet etmeye müsait değildi. Teşekkür ettik kendilerine. Sıcak kanlı insanlar…Dondurmalarımızı yedik. Aroması harika. Fikret Usta dondurma malzemelerini kendisi hazırlarmış. Hepsi organikmiş.

Ocak Köyü

Vedalaştık Fikret Usta ile. Oradan Ocak Köyü’ne çıktık. Tırmanarak çıktı otobüs köye. Alevî Köyü. Cami de var köyde. Rehberimiz caminin ziyarete gelenlerin namaz kılması için yapılmış olduğunu söyledi. Ancak o köyde mukim olan Süleyman amca bu bilgiyi doğrulamadı; “Bina okul olarak yapılmıştır, hâlâ aynı amaçla kullanılır. Minare de öylesine yapılmıştır.” Dedi. Öyle veya böyle minare çok yakışmış o köye.

Hıdır Abdal

Ocak Köyüne köy dememek lazım. Adeta minyatür bir şehir. Hıdır Abdal Türbesi’nin yanı sıra; çeşmeler, hamamlar, köy odası, cemevi, köy fırını, kütüphane, müze, kültür merkezi, okul ve yeni konuk evi gibi sosyal amaca yönelik yapılar ve yapıtlar köyün ortak kültür varlıklarından.
Köyün sokakları tertemiz. Sokakları köy halkı temizliyormuş. Arkadaşlar köye katkı olsun diye orada satılan hediyelik eşyalardan aldılar. Hem de pazarlık yapmadan. Anadolu’da bir köy var, Ovacık Köyü, o köy dağın tepesinde. Tarihin içinden geliyor. Tertemiz sokakları var. Temizleyen de köy halkı.
Burada bir de müze var. Ancak pazartesi günleri kapalıymış. Biz müzeye giremedik. Müze-nin önünde elinde sazıyla, yıllardan beri ziyaretçilerini bekleyen Hızır Abdal’ın Heykeli var. Selamlaştık kendisiyle. Bizlere lisan-ı hal ile “Hoş geldiniz canlar” diye cevap verdi. Sonrasında sohbete daldık. O anlattı biz dinledik; Hıdır Abdal Seyyit imiş. “Yeşil sarık sarma” hakkına sahip bir Seyyit. Ocak Köyü, Hıdır Abdal’ın türbesi etrafında kurulmuş. Hıdır Abdal’ın bize anlattığına göre köy 13’üncü Yüzyılda kurulmuş. Hıdır Abdal’ın ceddi, Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’e dayanırmış. Köy Osmanlı devrinde yoldan gelip geçene yemek veren bir vakıf niteliğindeymiş. Bu nedenle de o devirde her türlü vergiden muaf tutulmuş. Selçuklularla başlayan tekke ve zaviye şeyhlerinin korunması ve kurumlarının tamamen vakıflara bağlanmış olması geleneği, Osmanlılar döneminde de süre gelmiş. Cumhuriyet dönemine gelince de tekke ve zaviyeler kapatılmış. Böylece yüzyıllar boyu devam edip gelen bu güzelim gelenek kaybolmuş gitmiş. Sadece o gelenek değil o geleneğin oluşturduğu kültür de yok olmuş. Hıdır Abdal hoş sohbet birisi. Onu dinleyebilmek için onun dünyasını biraz da olsa tanımak gerek…

Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy, ne de güzel söylemiş anlayanlar için:
“Bir canlı izin varsa şu toprakta silinmez
Ölsen seni sırtında taşır toprağın altı
Ey gölgeden ümmid-i vefa eyleyen insan!…”

Başbağlar Köyü Katliamı

Ocak Köyünün tam karşısındaki dağda Başbağlar köyü varmış. Parmağıyla gösterdi rehbe-rimiz. Karşıdan seçebiliyoruz. 5 Temmuz 1993’te, 33 sivilin katledildiği Başbağlar Köyü. Ezanın okunduğu sırada camiye giren teröristler cemaati zorla dışarı çıkarmış ve kurşuna dizmişler. Burada 29 kişi katledilmiş. Daha sonra köy ateşe verilmiş ve 214 ev, köy okulu, köy camii, halkevi yakılmış. Yakılan evlerde saklanan 1’i kadın 4 kişi de yanarak can vermiş.
2 Temmuz 1993’te de Sivas’ta Madımak otelinde 33 Alevi yakılarak katledilmiş. Başbağlar katliamından 3 gün önce. Başbağlar güya, Madımak’ın rövanşıymış. Kim inanır bu masala.

Türkiye’de öteden beri iç savaş provası yapılır. Bazen Alevilerle Sünniler vuruşsun istenir, bazen Kürtlerle Türkler, Bazen Ermeniler üzerinden toplum gerilir, bazen de tarikatçılar üzerinden, bazen de şeriatçılar üzerinden. Bazen de üniversitelerde başörtülü kızlar için ikna odaları kurularak, bazen de başörtülü anneleri ordu evine almayarak toplum gerilmek istenir. Maraş olayları da Alevî Sünnî gerginliği yaratmak için tezgahlanmıştır. (19 Aralık 1978).
Bu işlerin gizli bir el tarafından yapıldığı söylenir. Ama o gizli el kime veya kimlere aittir bilinmez. Bilinse bile aşikâr edilmez. Yapılan suikastler ve faili meçhul cinayetler de aynı amaçla işlenir. Alevî’siyle Sünnî’siyle, Kürdü ile Türkü ile, Ermeni’siyle Rum’uyla; Türk halkının vatanseverliği ve Müslümanlığı bu tezgâhları boşa çıkarmıştır. Bundan sonra da boşa çıkaracaktır.

Dünyanın ilk cemevi

Dünyada bilinen en eski Cemevi Onar Köyü’nde bulunuyormuş. Onar Köyü Malatya’nın Arapgir ilçesine bağlı. Gittik oraya. Ziyaret ettik Cemevini.
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat döneminde (1221-1237) Sultan Keykubat’tan alınan belge ile kurulmuş. Türkmen şeyhlerinden Hasan Onar tarafından inşa edilmiş. 796 seneden beri ayakta duran Cemevi hakkında Rehberimiz Cem Kaya şu bilgileri verdi:
“Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın bölgeye yaptığı bir ziyaret sonrası Türkmen Şeyhlerinden Hasan Onar’a verdiği ‘Zaviye Yerleşim Birimi Belgesi’ ile Türkmen Şeyhlerinden Hasan Onar tarafından inşa edilen Cemevinin girişinde dört kapı bulunur. İlk kapı şeriat, ikinci kapı tarikat, üçüncü kapı marifet, dördüncü kapı hakikat kapısıdır. Dört Kapı, normal bir insanın başlangıçta ham olan ruhunun ve benliğinin dört aşamadan geçerek, ergin olgun hale gelmesini, ilahi sırra ulaşmasını ifade etmektedir.
Ağaçlardan yapılan Cemevinin çatı sistemi yedi katlı olup yedi kat göğü simgeler. Tepedeki üçgen şeklindeki havalandırma boşluğuna ‘sır lokma’ derler. Yani bu boşluktan lokma atılır, kimsenin ne getirdiği ne götürdüğü bilinmez. Lokma, her canın kendi olanakları ve isteği doğrultusunda ceme sunduğu yiyecek, içecek ve diğer yardımlardan oluşur. Cemevine yapılan bağışlar, bu bağlamda birer lokmadır ve bunların da cemi yürüten kişi tarafından tek tek ya da lokma sahiplerinin adları topluca anılarak dualanması gerekir. Bu katkılar, cemin 12 hizmetlisinden lokmacı ve diğer görevliler tarafından ikram edilir.”
Devam edecek

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
    Tüm Yorumlar (1)
    • Yunus Uslu

      Rustu bey, alevi dedesi nasil olunur sorunuza nasil cevap verdi dede? Aldiginiz cevabi yazmayi unuttunuz galiba! Selamlarimla,

      Yanıtla
      +0
      -0