DEİZM KUR’AN İLE SAVUNULABİLİR Mİ? (III)

ABONE OL
17:10 - 04/03/2023 17:10
1

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

-Deizm gibi, dağarcığımıza yeni yeni düşen kavramlar hakkında negatif açıklamalar yapmadan evvel, Müslümanlar kendi eteklerindeki taşları dökmelidir. Deiste deist demeden evvel, ateist demeden evvel, kafir demeden evvel, dinsiz demeden evvel; Deizm ile ilişki kurulabilecek Kur’an buyruklarının, hadislerin kendi zamanlarındaki anlamlarının; şartlar, bölge, örf ve adetler göz önünde bulundurularak çok iyi yorumlanması gerekir-

İman amelden bir cüz müdür, değil midir? 

Tartışmalı bir konu. Tarihte de çok tartışılmış. Sonunda bu tartışmalar âlimleri gruplara ayırmış. Birbirlerini tekfir derecesine bir gruplaşmadan bahsediyorum. Tekfir eden de tekfir edilen de Allah adına, Müslüman olarak birbirlerini tekfir etmişler. Her bir grubun İslâm anlayışında diğeri İslâm’ın dışında kalmış.

Önce, amel ve iman ilişkisine Kur’an ne diyor ona bakalım: “Ey iman edenler! Cuma günü salat için seslenildiği zaman, alışverişi bırakıp, hemen Allah’ın öğüdüne koşun. Eğer bilirseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma 62/9. Erhan Aktaş Meali)

-“Ey iman edenler ! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a itaatsizlikten sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran 3/130. Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Meali)

-“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.” (Hac 22/50. Yaşar Nuri Öztürk Kur’an Meali)

-“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar müstesnadır. Onlar için kesintisiz bir ödül vardır.” (İnşikak 84/25. Yaşar Nuri Öztürk Kur’an Meali)

-“İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Büyük başarı işte budur.” (Bürûc 85/11. Yaşar Nuri Öztürk Kur’an Meali)

Bu âyetlerden anladığımıza göre iman başkadır, amel başkadır. İman ile amel aynı şey değildir.

İkinci sırada rivayetler var, bir de o rivayetlere bakalım: Ebû Hureyre’den rivayet edilen bir hadise göre Peygamberimiz;

 

*“ Ey Ebû Hureyre! Bu duvarın arkasında, gönülden inanarak “Lâ ilâhe illallah” diyen kime rastlarsan, onu Cennetle müjdele!” (Müslim, Îmân 52)

*“Dünyadan son sözü ‘lâ ilâhe illallah’ olan Cennet’e girer!” (Ebû Dâvûd, Cenâiz 15, 16; Hâkim, Müstedrek 1/503, 678)

*“Sadece O’nun rıza ve hoşnutluğunu düşünerek kim ‘lâ ilâhe illallah’ derse Allah (c.c) ona Cehennem’i haram kılar.” (Buhârî, Salât 46, Teheccüd 36, Et’ıme 15; Müslim, Mesâcid 47; Tayâlisî, Müsned 2/357)

*“Kim ‘lâ ilâhe illallah’ derse, bu sözünden dolayı Allah ona Cennet’i vacib kılar ve yine bu sözü sebebiyle onu Cehennem’den kurtarır!” (Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 25/164)

*“Ölmek üzere olanlarınıza ‘lâ ilâhe illallah’ı telkin edin; zira dünyadan ayrılırken son sözü bu olan Müslüman bir kimseye Allah (c.c), Cehennemi haram kılar.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef 2/447)

Bu rivayetlere göre de iman ile amelin ayrı ayrı olduğu anlaşılıyor.  Amel yoksa iman yok olmuyor, devam ediyor.

Üçüncü sırada mezhepler var. Önce İtikadî Mezhepler:

Hâricîler; “iman’a” öznesi cihetinden baktıkları için yaklaşım tarzları hep olumsuz olmuş. Yani onlar sorgulamaya “kâfir kimdir?” sorusu ile başlamışlar.

Bundan dolayı Hâricîler İslâm toplumunu oluşturan bireyleri tespit etmek ve mümini tanımlamak yerine, Müslüman toplumdan kovulacak olanları belirlemeye çalışıp İslâm toplumunu sürekli olarak kâfirlerden temizlemekle meşgul olmuşlardır.

Mürcie; “mümin kimdir” sorusuna cevap vermeye çalışmış. Ahlâki davranışın önemini inkâr etmiş, bunun yerine imanı veya toplumun üyeliğini önermiş, bunu ifade etmenin en güzel yolunun da “imanla birlikte günahın zarar vermeyeceğini” söylemek olduğunu ileri sürmüş.

Mu’tezîle; Hicri III. asrın başında bir itikat mezhebi olarak zuhur etmiş. Kebîre (büyük günah) işleyen kimselerin ne Hâriciler’in iddia ettiği gibi kâfir, ne de Mürcie’nin iddia ettiği gibi mümin olduğunu iddia etmiş. Böyle birinin iman ile küfür arasında “fısk” denilen üçüncü bir mertebede olacağını savunarak farklı bir izah getirmiş. Her iki görüş arasında orta bir yerde duran Mu’tezîle, “Kebîre işleyen kimse imandan çıkar ama küfre de girmez. Küfür ile iman arasında bir yerde bulunur.” şeklinde bir izah getirmiş.

 

’a; kebîre işleyeni kâfir değil, günahkâr mümin kabul etmişler. (Eş’ârî, İlk Dönem İslâm Mezhepleri, s. 238‐239)

İmam Mâturîdî ise; yalnız kalp ile tasdik etmeyi, iman etmek için yeterli görmüş. (Şerhu’t-Tahaviye, 2/275-Şamile)

Cebriye; bu fırka, bize imanı veren de ibadet ettiren de Allah’tır. Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir diyerek şu mealdeki âyetleri delil olarak gösteri:” Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini dalalette bırakır.” (İbrahim 14/4)

“Sizi de yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.” (Saffat 37/96. Diyanet İşleri Meali(yeni)

Cebriye’nin dışındaki mezhepler iman eden kimse büyük günah işlese bile dinden çıkmaz. Yani iman ile amel aynı şey değildir. Günah işleyen Mü’minin imanı devam eder demişler.

Cebriye’de ise sıkıntı yok. Günahı da sevabı da Allah işletmiştir. Dolayısıyla Allah kendi kendine sevap veya ceza verecek değildir. Yani kişi zaten günahsızdır. Kişi Deist olmuşsa Allah istediği için olmuştur.

Konu ile ilgili bazı yorumlar da şöyledir: Amel, insanın, dînin emrettiklerini yerine getirmesi, yasakladığı şeylerden de kaçınması demektir. Amelin îman ile alâkası vardır. İnsan önce bir şeyi benimser, doğruluğuna inanır, sonra da o inandığı şey`i yaparak yaşar. Bununla beraber amel, îmanın bir parçası değildir. Yani, insan dînin emirlerini yerine getirmese ve ibâdetini yapmasa dahi, îmandan çıkmış olmaz, inancını inkâr etmiş sayılmaz; sadece günahkâr olmuş olur.  Amel imandan bir cüz değil, imanın kemâlinden bir cüz’dür. (Taftezani, Saduddin, Şerhu’l- Akaid, Salah Bilici Kit. İst. 1973, V, 197; Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I, 183)

 

Eğer iman amelden bir parça (cüz) olsaydı, amelin düştüğü hallerde, imanın da düşmesi gerekirdi. Halbuki durum böyle değildir.” (Aliyyü’l Kari, Fıkh-ı Ekber, İst:1981, sh. 216. Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 206)

 

Amelî Mezhepler:

Hanefi mezhebine göre Kelime-i Tevhidi söyleyen herkes cennete girecektir. Amel imandan bir cüz değildir.

Malikî, Şafii ve Hanbelîlere göre, amel imandan bir cüz değildir ama amel etmeyen de kâfir olmaz. Çünkü, amel imanın asıl parçası değil, onu kuvvetlendiren tamamlayıcı bir unsurudur. Amelin imanı güçlendiren, onu tamamlayan bir unsur olduğunda şüphe yoktur. Çünkü, aynı kişinin Allah’a ibadet etmekle meşgul olduğu zaman dilimindeki durumu, Allah’a karşı hissettiği sevgi ve saygı ile gaflet içerisinde olduğu zamandaki durumundan çok farklı olduğu tecrübe ile sabittir. (Gazalî, el-İktisad fi’l-İtikad-Şamile-1/73).

İslâm alimlerinin büyük çoğunluğuna göre, iman; dil ile ikrar, kalp ile tasdikten ibarettir. Böyle bir iman kişiyi Allah katında mümin yapar. Nitekim Peygamberimiz (s) bazı münafıklara hitaben “Ey kalplerine iman girmeyen, yalnız dilleriyle iman eden topluluk!” diye hitap etmiştir. (Bakıllanî, el-İnsaf, 1/18-Şamile).

Bu kadar açıklamadan sonra şunu diyebiliriz: Sadece Allah’a iman etmek kurtuluş için tek başına yeterlidir. Yukarıda zikrettiğimiz ayetlerden, rivayetlerden ve İslâm alimlerinin açıklamalarından anladığımız budur. Deistin dediği de budur. “Bana Allah yeter. Bir başkası gerekmez. Ben de zaten O’na inanıyorum.” Deist böyle diyor.

Sonuç

Deizm gibi, dağarcığımıza yeni yeni düşen kavramlar hakkında açıklama yapmadan evvel, Müslümanlar eteklerindeki taşları dökmek zorundadır. Deiste; ateist demeden evvel, kafir demeden evvel, dinsiz demeden evvel dini literatürümüzdeki Deizm ile ilişkisi kurulabilecek bazı yerleşik kavramların izahının yapılması veya anlaşılır biçimde içinin doldurması gerekir.

Yukarıda yaptığımız açıklamalardan anlaşılan budur. Sâbiîlerin kimliği konusunda dini literatürdeki bilgilerimiz net değildir. Literatürümüzde; Yıldıza tapanlar, Mecusiler, Harranlılar, Iraklılar v.s gibi kimliği net olarak belli olmayan gruplar Sabiî olarak açıklanmıştır. Oysa Sabiî Kur’an’ın kurtuluş müjdesine muhatap olan kişidir. Kur’an’ın ifadesi böyledir. Yukarıdaki tanımlara baktığımızda bizim onlara Müşrik dememiz gerekir. Çünkü Mekke Müşrikleri de onlar gibi Allah’a inanıyorlardı. Hatta bir olduğuna da inanıyorlardı.  Şirkle mücadeleyi esas alan Allah, Sâbiîleri Ehl-i Kitap’ın içinde zikrediyorsa Ehl-i Kitab’ın yelpazesi oldukça geniş demektir. Bu durumda deizme yeşil ışık yakılmaması için bir sebep yoktur.

Zorlama yorumlarla, bizim gibi inanmayanları, sadece kıskançlığımızdan dolayı, Allah’a ve ahiret gününe inanan ve iyi işler yapanları İslâm’ın dışında bırakmanın kimseye faydası olmaz. Bütün bunlar, Allah’ın gözüne girmek için yapılıyorsa, yapılmakta olandan vazgeçilmesi gerekir. Çünkü Allah herkesin niçin inandığını, neye inandığını gayet iyi bilir.  Bize düşen, insanları İslâm dairesinin içinde tutmaya çalışmaktır. Mümkün olduğunca toleranslı olmaya çalışmaktır. Bırakalım sonrasını Allah düşünsün. Din de O’nun kul da O’nun.

 

O zaman şöyle diyelim:

 

1-Allah inancının yanında, Ahiret inancı ve amel-i sâlih olursa kurtuluş için kapı aralanmıştır. Sadece Allah’a inanmak ve amel-i sâlih işlemek kurtuluş için yeterli olabilecektir. Çünkü ahiret inancı oradaki cezadan korkarak, kişinin salih amel işlemesi için olmalıdır. Çünkü, vurgu ahiret inancına değil, salih ameledir.

 

3-Sadece Allah’a inanıp da bu benim için yeterlidir, amal-i salih işlemeye gerek yoktur demek kurtuluş için yeterli olmayabilir. En iyisini Allah bilir.

 

4-Deizm, Allah’a inanıp da Allah’tan gelenleri inkâr üzerine bina edilirse orada deist için bir kurtuluş olmasa gerektir.

 

5-Toplumdaki yanlış olarak yaşanan, ekranlarda sarık ve cübbe içine sığdırılan din anlayışına, Kur’an’a rağmen yaşanan o din anlayışına, din hizmetlilerinin yaptıkları haksızlıklara, kutsal kitaplarda, rivayetlerde, rivayet külliyatında peygamberleri aşağılayan rivayetlere karşı, tavır koyarak, baş kaldırarak, isyan ederek Tek Allah inancı bana yeter deniliyorsa, Allah’tan gelenler inkâr edilmiyorsa; o zaman deistler için bir kurtuluş yolu vardır denilebilir. Bu şekildeki inaç sahibine, Kur’an yol verecektir. Allah’ın işine karışmamak lazımdır.

Rüştü KAM

Geniş bilgi için bakılacak kaynaklar:

 

-19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Sayı: 39 Samsun – 2015

-Kur’an mealleri ve tefsirleri

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/188828

[email protected],

-Doç.Dr. Muammer Esen, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:1(2010), ss. 93-110,

-Sâbiilik-TDV İslâm Ansiklopedisi,

-Gündüz Şinasi İslâm ve Sabiilik. İstanbul hikav yayınları 2018,

-Dr. İsmail Cerrahoğlu https://dspace.ankara.edu.tr/

BİTTİ

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
    Tüm Yorumlar (1)
    • Yunus Uslu

      Sukru bey Deism yeni bir kavram degildir. Kur’an’i anlamayan bir insan Islam’i baskalarina anlatamaz. Siz bu konuda gazetede yazmadan once Islam alimleri ile bu konuyu gorusunuz ve Deism fikrinin dogus sebeblerini ve tarihcesini ogrenin. Bir cok konuda siz kendi sahsi gorusunuzu Kur’an’nin ifadesi gibi yaziyorsunuz. Sizin boyle bir bilginiz veya yetkiniz yok. Insanlari yanlis bilglendiriyorsunuz ve yanlis yonlendiriyorsunuz. Sizin, Kur’an’i anlamadan kendi hukumlerinizle, bazi konularda, Kur’an’nin yeterli olamadigini ifade ettiginiz yazilariniz var. Lutfen bu yazdigimi Din gorevlileriyle oturup sakince konusunuz bana cevap yazmadan once. Selamlarimla,

      Yanıtla
      +0
      -0