COVİD 19 İLE, ÖLÜM DANSINA DOĞRU

ABONE OL
15:34 - 14/02/2021 15:34
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

-Kunta Hora-

-Kemiklerimizden ve kafataslarımızdan mabetler inşa edilmesini istemiyorsak, yetkililere kulak verelim, efelenmeyelim, magandalaşmayalım ki; ölüm dansı yapmak zorunda kalmayalım…-

On dördüncü yüzyılda Avrupa’da büyük bir Veba salgını olmuştur. ‘Kara Ölüm’ de derler adına. Kara Ölüm yaklaşık 10 yıl içinde Avrupa’da nice köyleri ve nice şehirleri haritadan silmiştir. Kitleler halinde ölümlere sebep olmuştur. Yaklaşık 16 milyon insan Kara Ölüme kurban gitmiştir.  75 milyon insan da bu Kara Ölüm ‘den etkilenmiştir. İnsanlar çaresiz kalınca sığınacak bir kucak, bir yer aramaya başlamışlardır. Ölüme bakışları da değişmiştir insanların.

Ölüme ve ölüm sonrasına inanmayanlar bile, çaresiz kalmıştır. İnsanlar kilise ve din adamlarına sığınmaya başlamışlardır. Son olarak çareyi onlara sığınmakta aramışlardır. Kilisenin ve din adamlarının da yaralarına merhem olamayacağını anlayınca; bizler ne yaptık da bu hale geldik diye kendilerini sorgulayacaklarına; kiliseyi ve din adamlarını sorgulamaya başlamışlardır. Sonunda anlamışlar ki, bu dünyada ölümden başka hakikat yok. Kara ölüm geliyor ve sorgu sual etmeden acımasızca insanları alıp götürüyor.

Psikolojileri bozulan insanlar bir süre korku içinde yaşamışlar ve sonra da ölüm danslarıyla psikolojilerini düzeltmeye çalışmışlardır. Ölüm dansı. Herkesin mutlaka öleceğini, bildikleri, gördükleri ve anladıkları için ölüm danslarında mutluluk aramışlardır. Bulmuşlardır o mutluluğu. Ölüm dansında sınıf farkı yoktur. Bir gün önce ölmekle bir gün sonra ölmenin arasında da fark yoktur. Biraz sonra kendisiyle ölüm dansı yaptığı, elinden tuttuğu o kişi ölecektir. Ölüm hakikattir, gerçektir. Bu gerçek herkes tarafından anlaşılmıştır. Tek çare onu kabullenmek ve onunla dans etmektir. Çeşitli sınıftan insanlarla (kral, şövalye, tüccar, doktor, hırsız, köylü, din adamı) çalgılar eşliğinde dans etmek insanları rahatlatmaya başlamıştır. Kara ölüm, bu dünyada ölümden başka hakikatin olmadığını herkese göstermektir. Denize düşülmüştür, yılandan başka sarılacak bir şey yoktur.

Sedlec’te Kara Ölüm ’ün hikayesi şöyle başlar: Prag yakınlarında bir kasabadır Sedlec. Kunta Horada. Sedlec Manastırının baş rahibi Heinrich, Bohemya kralı II. Otakar tarafından 1278 yılında Kudüs’e elçi olarak gönderilir. Heinrich kutsal topraklardan dönerken Golgotha’dan bir avuç toprak alır ve bu toprağı manastırın mezarlığına serper. Böylece bu mezarlığın da kutsal toprakların bir parçası olduğuna inanılır.  Bunu duyan halk, kutsallaşan bu mezarlığa gömülmek ister. Etraftan duyan gelir, herkes oraya ölmek için gelmektedir. Mezarlık insanları almaz olur. Veba salgını da başlayınca iş, içinden çıkılmaz hale gelir.

Çareyi mezarlığı genişletmekte bulurlar. 3.5 hektara kadar genişletirler. Daha fazla genişletme imkânı kalmayınca eski mezarlardaki kemikler çıkarılır ve odun istif eder gibi bir köşeye piramitler şeklinde istif edilir. Orta Çağ’da hem salgın hastalıklardan ve hem de savaşlardan dolayı yığınla ölümler olduğundan dolayı kemikler, aynı, odunluğa odun dizer gibi kümelenerek saklanırmış. Avrupalılar böyle yaparlarmış.  Böylece kutsal mekânda defnedilmek için gelen yeni insanlar, boşalan mezarlara defnedilmeye devam edilmiş.

1511 yılına gelindiğinde, bu kutsal mezarlığa bir de kilise inşa edilir. Kilisenin mahzenine de mezardaki ölülerin kemikleri, görme engelli bir Sistersiyen keşişi tarafından odun istifi gibi istif edilir. Böylece altı tane piramit oluşur. Sistersiyen tarikatı;  Hristiyanlığın Katolik koluna bağlı kendilerini dünya işlerinden uzaklaştırmış keşiş ve rahibelerden oluşan bir tarikattır.

1703-1710 yılları arasında İtalyan asıllı Çek mimar Jan Blazej Santini kiliseyi yeniden inşa eder. Kilisenin iç dekorasyonunda mahzendeki bu kemikleri kullanır. Kilisenin ortasındaki o büyük avizeyi insan vücudunda bulunan tüm kemikleri kullanarak dizayn eder. Mahzendeki kemikleri kilisenin içine taşır ve orada piramitler oluşturur. Piramitlerdeki kemikleri birbirine bağlamadan üst üste yığar. Piramitlerin en üstüne de taçlar yerleştirir.

Bu insan kemikleri, Tanrı’nın huzurunda mahkemeye çıkmış olan insanları sembolize edermiş. Kurtuluşa eren insanların kemikleriymiş bunlar. Mahkemeleri görüldükten sonra, Tanrı onları ödüllendirmiş, kemikleri onun için kilisenin içinde sergilenmekteymiş. Ölümün, insanlar arasında hiçbir fark gözetmediğini sembolize edermiş bu piramitler. Ancak, yaşamlarını dürüst bir şekilde, adil ve hakça sürdürenler sonsuz mutluluğa ve cennete ulaşabilirlermiş.

Piramitlerin üzerindeki taçlar Cennet’i temsil edermiş. Yani bu kilisede piramide malzeme olan herkes Cennetlikmiş.

Kilise 1800’lü yıllarda, İmparator II. Josef (1780-1790) tarafından kapatılır, ayinler yasaklanır. Kapatılır ama yıkılmaz. Kilisenin mülkleri Orlikli ünlü Schwarzenberg ailesi tarafından satın alınır.

Kilise’nin Swarzenberglerin mülkiyetine geçmesinden sonra, günümüzdeki kemikli dekorasyon Çek ahşap oymacısı Frantişek Rint tarafından yeniden dizayn edilir. Rint, orijinaldeki altı kemik piramidinin ikisini bozarak bugünkü dekorasyonu oluşturur.

Ayrıca, istek üzerine Schwarzenberg ailesinin armasını da dekorasyona yerleştirir. Orada bir karga figürü vardır. Söylenenlere göre bu armadaki karga figürü, “Türk’ün gözünü oyan karga’’ olarak sembolize edilmiş.

Yaklaşık 40.000 insan iskeletinden oluşan bu kilise dekorasyonu, insanoğluna” ebediyetin değerini ve gerçekliğini” hatırlatmaktaymış.

Kapıdan girer girmez irkiliyorsunuz. Her yanı ayrı bir ürpertici olan kilisenin tam ortasında bir avize yer alıyor. Kafatası kemiklerinden oluşan bu avize ve kalkan yürekleri ağızlara getiriyor. Ürperti veriyor, dehşete düşürüyor. Eşimle birlikte gitmiştim ben bu kiliseye, izin için Türkiye’ye giderken. Eşim hemen çıkalım buradan ben dayanamayacağım diyerek kendisini dışarıya atmıştı. Evet burası Sedlec kemik kilisesi…Cennetliklerin kilisesi.

Bu kiliseyi merak edenler, bir hafta sonu gidip görebilirler. Prag’tan 70 km. ilerde. İzin için Türkiye’ye gidenler de Prag’tan sonra 70 km. İçeriye girerek bu kiliseyi görebilirler. İbret almak için gezip görmek lazımdır.

Ben derim ki; Orta Çağ Avrupası’nda toplamda 16 milyon insanın ölümüne sebep olan Veba salgını, insanların umutlarını yerle bir etmiştir. Kiliseye ve din adamlarına sarılan insanlar orada da aradıklarını bulamayınca, ölüm dansına başlamışlardır. Burada bir yaşanmışlık var. İbretlik bir sahne var, eser var burada.

  1. Asırdayız. Covid-19 Pandemisi dünyayı kasıp kavuruyor. İnsanlar sorumsuz, söylenene kulak asmıyorlar. Yetkililer perişan. Bir salgın hastalık var. Dizginlenmesi oldukça zor olan bir salgın bu. İlaç yok, aşı yok, virüs yok edilemiyor. İnsanların rahat bir nefes alması zaman alacak. Aşı geliştiriliyor ama, herkese aynı anda çare olmuyor, geliştirilenler de hemen yetiştirilemiyor insanlara.

Aşıya güvenmeyen insan çok fazla. İnsanlar provoke ediliyor. Eline sazı alan vuruyor teline, bir ses çıksın da ister ölçülü olsun isterse ölçüsüz fark etmiyor onlar için. Yeter ki bir algı oluşsun, onu istiyorlar. Sorumsuz sorumlu insanlar bunlar. Kimisi siyasetçi, kimisi sanatçı, kimisi akademisyen… Ağzı olan konuşuyor. Hastalık üzerinden siyaset yapıyorlar. 8 milyar insanın yaşadığı dünyada bir günde 8 milyar aşının yapılmasının imkânsız olduğunu bildikleri halde bunu yapıyorlar.

Salgınlar hafife alınıyor. Maske takılmıyor, sosyal mesafe korunmuyor. Temizliğe dikkat edilmiyor. ‘Maskeni takar mısın’ diye birisine ikaz da bulunsanız, hakarete uğruyorsunuz.

Toplu ölümler salgınlarla birlikte gelir. Yukarıda Orta Çağ örneğini sundum. Salgın, sınır tanımaz. Acımasızdır. Sanki birisi insanlardan intikam alıyor gibidir. Soykırım gibi bir şeydir salgın hastalıklar. Önünde durulmaz, duramazsınız. Öyleyse nedir bu aymazlık. Kendisine saygısı olmayanın başkalarına saygısı mı olurmuş.  Olmuyor zaten. Sokaklar maganda dolu. Böyle giderse yakında ölüm dansları başlayacaktır. Buna hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Tarihte birçok salgın hastalık olmuştur. Genel adıyla Veba salgını da denir bu salgınlara. 21. Asrın Covid-19 salgınının geçmiş zamanlarda olan salgınlardan farkı yoktur.

Eğer bizler de, 21. yüzyılda yaşayan bizlerden söz ediyorum, Covid-19 salgınını hafife alırsak, yetkililerin uyarılarına kulak vermezsek, Sedleclilerin başına gelenler bizim de başımıza gelecektir. O zaman toplu ölümler başlayacak, umutlarımız kaybolacak, sığınılacak başka kucak kalmayacaktır. İşte o zaman bizler de ölüm dansı yapmaya başlayacağız.

Kemiklerimizden ve kafataslarımızdan mabetler inşa edilmesini istemiyorsak, yetkililere kulak verelim, efelenmeyelim, magandalaşmayalım ki; ölüm dansı yapmak zorunda kalmayalım…

Rüştü KAM

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.