0

BEĞENDİM

ABONE OL

News

0

CHP Berlin’in Cumhuriyet’in 100. Yılı nedeniyle Tek Event Center’de düzenlenen Cumhuriyet Paneli ve Balosu  büyük ilgi gördü.

Balo öncesi gerçeklesen Cumhuriyet Paneli’ne gazeteci Barış Terkoğlu ile Dr.  Yaşar Aydın konuk konuşmacı olarak katıldılar.

Cem Güney Torun’un moderasyonunu yaptığı ve İstiklal Marşı ile saygı duruşunun ardından başlayan panelde büyük ilgi gören ve alkış alan gazeteci Barış Terkoğlu konuṣmasında Cumhuriyetin ilk 10 yılında temellerinin sağlam atıldığına işaret ederek, Cumhuriyet’i kimsenin yıkamayacağının altını çizdi.

“Sizlere anlatmak istediğim bir hikâye var öncelikle. Almanya’da bir restoranda oturan Alman’ın, karşısında değişik insanlar birlikte birşeyler içiyorlar. İçeceklerinin içine su karıştırıyorlar, beyazlıyor. Hem içiyorlar hem de sohbet ediyorlar. Garsonu çağırıp ‘bunlar ne içiyorlar?’ diye sormuş? Garson ‘Türklere özgün bir içki var, onu içiyorlar.’ deyince; ‘Aynısından bana da getir.’ demiş Alman. İçki gelince bardağı kafasına dikip içmiş ve hemen ardından, ‘Ne olacak bu Almanya’nın hali?’ demiş. Şimdi biz Türkler, her yerde, her vesilede siyaset konuşmayı severiz. Biliriz ki bizim siyaset hastalığımız var, o hastalık siyasetten kaynaklanıyor.

Biliriz ki, bizim hastalığımızın bir çözümü var, o çözümde siyasetten çıkacak.” şeklinde sözlerine devam eden Terkoğlu, konuşmasına cumhuriyetin kazanımlarından aydınlanma devrine, köy enstitülerinin kuruluşundan, halk evlerinin kuruluşuna kadar geniş kapsamlı bir sunum yaptı.

Panelin ikinci sunumunu Dr.  Yaşar Aydın yaptı. Dr. Aydın Nazi Almanya’sından 1933’de kaçan ve Türkiye’ye yerleşen bilim insanlarının Cumhuriyet’e olan katkısını detaylı şekilde anlattı. 1961 yılında Türkiye’den Almanya’ya işçi göçüne de değinen Aydın, Türk Alman dostluğunun çok daha eskiye dayandığını belirtti.

Panelden sonra yaklaşık 500 davetlinin katıldığı Cumhuriyet balosunu Demet Kılıç sundu.

Balo da açılış konuṣmasını yapan CHP Berlin Başkanı Kenan Kolat konukları, Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun. Daha nice 100 yıllara erişelim. Mustafa Kemal Atatürk’ü ve mücadele arkadaşlarını saygı, minnet ve özlemle anıyorum. Cumhuriyet devrimlerinin temelini oluşturan hukuk ve eğitim düzeninin büyük yara aldığı, karşı devrimin topluma dayatıldığı bir dönemden geçiyoruz. Konuyu klasik söylemlerle değil, gerçek ve ciddi bir muhalefetin örgütlenmesi ile aşılabileceğine inanıyorum. Bunun için tüm demokrasi güçlerinin bir arada durmasını gerekli ve zorunlu görüyorum. Hepimiz şapkasını önüne koyup düşünmelidir.” şeklinde selamladıktan sonra ve konuṣmasını şöyle sürdürdü,

“Demokrasinin güvencesi laikliktir. Ancak aklı özgürleştirmeyi başaran Kant’ın ifadesiyle ‘kendi aklını kullanma cesaretini gösteren’ toplumlar çağdaşlaşabilirler.

Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ederken Türkiye- Osmanlı modernleşmesine rağmen tarım toplumuydu. Şeriat hukukuyla sistem dinsel temelliydi. Türkiye Cumhuriyeti’ni akılla, bilimle şekillendirmek istiyor; her fırsatta akla ve bilime vurgu yapıyordu. Örneğin, 1924’te “Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında mürşit aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır” demişti. 1933’te 10. yıl konuşmasında da halka, “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir” diye seslenmişti. Bu konuda, Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın değerlendirmesine bakmak gerekir: ‘Laiklik, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de önkoşulları içinde yer alır: Demokrasinin önkoşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçim de. Milliyetçiliğin önkoşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, inananların oluşturduğu ümmettir. Devrimciliğin önkoşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın önkoşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel seçkinlerin düşünceleri önemlidir.’

1920’de üzerine padişah/halife gölgesi düşmeyen TBMM’nin açılması, 1921’de ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyen anayasanın kabulü, 1922’de saltanatın kaldırılması, 1923’te Cumhuriyetin ilanı ve 1924’te halifeliğin kaldırılması ile dinsel kaynaklı saray (sultan/halife) egemenliğinin yerini laik temelli ‘millet egemenliği’ aldı. 1924’te dinsel mahkemelerin kaldırılması, Din İşleri Bakanlığı’na son verilmesi, 1925’te Ankara Hukuk Mektebi’nin açılması, 1926’da Türk Ceza Kanunu’nun kabulü, vergi ve toprak reformlarının yapılması, 1926’da Türk Medeni Kanunu’nun kabulü ve kadınlara en temel sosyal haklarının verilmesi ile çağdaş ve evrensel hukuk benimsendi. Böylece hukuk sistemi laikleştirildi.1924’te Tevhidi-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edilmesi, medreselerin kapatılması, okulların Eğitim Bakanlığı’na bağlanması ve karma eğitime geçilmesi, 1928’de yeni Türk harflerinin kabul edilmesi, 1929’da halka yeni harfleri öğretmek için Millet Mektepleri’nin açılması, Arapça, Farsça derslerine son verilmesi, 1933’te üniversite reformunun yapılması, 1940’ta Köy Enstitüleri’nin kurulması ile akılcı, bilimsel, ulusal ve çağdaş eğitime geçildi. Böylece eğitim sistemi laikleştirildi. 1928’de ise ‘Devletin dini İslam’dır” maddesi anayasadan çıkarıldı. Dinsel yemin yerine laik yemin kabul edildi. ‘Meclis dinsel hükümleri yerine getirir’ maddesi de anayasadan çıkarıldı.”

Kolat’ın konuşmasından sonra Türkiye’den sanatçı Pınar Seli, Osman Küçükşerif (klavye),  Ertuğrul Güven (gitar), Ayberk Pedirik (saksafon), Umut İlyas Koçkazı (bas gitar) ve davulda Yankı Bıçakçı’dan kurulu özel orkestrasıyla seslendirdiği hareketli parçalarla tüm salonu coşturdu.

Yaklaşık 500 kişinin katıldığı etkinlikte marşlar hep bir ağızdan söylendi.

ha-ber.com/Haber: Hüseyin İşlek/Fotoğraflar: Mustafa Temel