ÇAĞDAŞ TOPLUM VE HUKUK

25.02.2023 22:49

Toplumlar ancak "kendi içinde" var olan gerçek "kültür" ve gerçek "değerleri" ne ise onun ile karşılaşır.

Toplumdaki insanlar da çok çeşitlidir; genetik farklılıkları, bireysel özellikleri, aldıkları kültür ve değer yargıları, yaşadıkları bölgeler, mahalleler… çok farklılıklar gösterir.

İnsanın yüz binlerce yıldır gelen doğasının getirdiği "hayvansal" yönlerin ise “toplumsal terbiye, eğitim ve ahlak” ile iyiye yönlendirilmesi, ne kendine, ne de bir başka varlığa zarar vermeyecek bir duruma getirilmesi gerekir.

Toplumun düzenine ve diğer insanlara-varlıklara zarar vermeye başlayan bir insan için toplumlar-devletler kendilerince kurallar ve sınırlamalar, yasalar getirmişlerdir.

Her çağ ve her yöre, her toplum farklılıklar gösterse bile günümüzün “EVRENSEL DEĞERLERİ” içerisinde “ÇAĞDAŞ HUKUK” devleti en iyi ve en geçerli yöntemleri, yasaları bulmak, kabul etmek ve uygulamak zorundadır.

Tek, tek de olsa kötü ve zararlı örneklerin de yine ayni çerçevede ele alınıp, değerlendirilip, yargılanması gerekir.

“Benim” olan hoş görülsün" diye bir şey olamaz.

Ya da “istisnalar” diyerek ortaya çıkmış olan çirkin tablolar yumuşatmaya çalışılamaz.

Suç ve suçlu varsa, bunu belirleyen, tanımlayan, yargılayan ve karara bağlayan mahkemeler her şeyin üzerinde olmalıdır.

Günümüzde varılması gereken hedef gerçekten de çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmektir.

Çağdaş uygarlık düzeyinin ölçütleri ve olması gereken özellikleri, değerleri ise çok açıktır ve bellidir.

Devleti, yönetim modelini, devletin erklerini, gücünü, demokratik kurallarını belirleyen ve biçimlendiren ise HUKUK'tur.

Hukuk evrenseldir ve "partiler üstü"dür.

Herkes yasalar önünde eşittir ve eşit muamele görmelidir, adil yargılanmalıdır.

ÇAĞDAŞ bir hukuk devleti ve toplum olmak için her şeyden önce “bu” düşünce ve uygulama biçimi gerekir.

Yaşamak için her zaman ekmek ve su bulunabilir belki de…

Ama “adil” bir toplum ve vicdanı “hür” bir yargılama sistemi olmadan hiç bir birey “ben çok rahat yaşıyorum, başkasından bana ne” dememelidir.

Hiç bir çağdaş devlet biçiminde hiç bir grup, kitle, parti ya da meslek, mezhep… bir diğerinden üstün tutulamaz ve farklı bir davranışla kendilerine ayrıcalıklar yapılamaz.

Bizim asıl bakmamız gereken pencere “bu” olmalıdır:

İnsanlığın bugün ulaştığı “evrensel değerler” ve “demokratik, çoğulcul, "güçler ayrımı" ilkesine bağlı bir "özgürlükçü parlamenter" devlet yapısı” olmalıdır.

Bu ilkelerin herkes için, her bir birey ve anayasal güvence ile kurulmuş dernek, kuruluş ve siyasi partiler için "de" kabul görülmesi gerekir.

Bu da yetmez tabii ki tüm bu özelliklerin "yaşatılması" ve "garanti altına" alınması için çaba gösterilmesi gerekir.

Yaşamanın, insan olmanın "asıl anlamı" da bu değil midir?

İNSAN ONURU her şeyin üzerinde tutulmalı ve korunmalıdır.

Şu son 5 bin yıllık insanlık tarihi ile görüyoruz ki “tek tanrılı dinler” de temelde hep “insan” denilen varlığın iyiye ve huzura gitmesi için birer “yol gösterici” olmuştur.

Bu dinlerin ilk verdikleri “temel mesajlar” ve “öğretiler” zamanla çok yönlü olarak farklı alanlarda ele alınmış ve çok dağınık yapılanmalara bürünmüş olsalar bile, yine de bu örnekle görüyoruz ki insanın diğer insanları “sömürmek” istemesi, “kendilerine ayrıcalıklar tanıyacak rejimler” kurmak istemeleri hiç durmaksızın artmıştır.

Son din ve son gönderilmiş kitap Kur’an yine yerinde durmaktadır.

İsteyen bundan, bu yol göstericilikten "doğrudan doğruya" yararlanır, dersler çıkarır.

Ne yazık ki bugün gelinen noktada dünyanın her yerinde çok ama çok sayıda gruplar yeni, yeni yapılanmalar (mezhepler, tarikatlar) ortalıktadırlar ve birçok alanda egemendirler.

Ve de bunlar “kendilerince” geliştirdikleri bir dünya ve toplum sistemini uygulamak, diğer insanlara da uygulatmak istemektedirler.

Bu istek ise yer, yer zamanla şiddete ve teröre kadar artmaktadır.

Çok kısaca şunu söyleyebiliriz:

Toplumun içinde kendi aralarında ve de bir toplumun çeşitli “kesimlerinde” çok, çok “farklı kültür grupları” oluşmuştur.

Kültürlerin kendileri arasında devam eden çekişmeleri ve üretimden, siyasal erkten "daha çok" pay almak istemeleri, iktidarda daha çok söz sahibi olmak istemeleri her zaman görülmüştür.

Bu "çıkar çekişmeleri" ve egemen olma çabaları dünyanın her yöresinde var olmuştur.

Bu gerekli ya da gereksiz çatışmaların bazen da savaşların, olmamasının ise aslında tek formülü "evrensel-çağdaş" yöntem ve kurallara sahip çıkabilmektir; "hukukun üstünlüğünü" uygulamaktır.

Güç odakları, global güçler ise yine “kendilerince haklı” gördükleri talepleri doğrultusunda birçok ülkenin çağdaş değerlerle yönetilen devletler olabilmesine izin vermemektedirler.

Bu da global güçlerin kendi çıkarları için olan düşüncesi ve yöntemidir.

Tüm bunlara rağmen, yine de bizim gibi insanlara, sıradan bireylere düşen tek çözüm yolu “evrensel-çağdaş” bir yolu istemek hukukun üstünlüğüne dayanan, demokratik bir hukuk devleti için ve o yolda yürümektir.

Yoksa, boş ve gereksiz, tabansız tartışmalar ile enerjisini ve sağ duyusunu yitiren toplumların oluşmasına katkıda bulunuruz ve de toplumun büyük bir çoğunluğu hep adaletsizliklerle karşılaşır.

Bizler her zaman tüm bunlara rağmen yine de "doğru yolu" seçmeliyiz.

Günümüzde, çağdaş bir devlet olabilmenin başlıca koşulu, demokrasi ilkesini o devlette tam olarak uygulayabilmekten geçer.

Demokratik bir devletin temel unsuru HUKUK DEVLETİ olmak ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ sadece teorik değil, pratikte de özümseyerek uygulamaktır.

YARGININ bağımsızlığı ve tarafsızlığı HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ yasamanın ve YÜRÜTMENİN de bağımsızlığı anlamına gelir.

Hukukun üstünlüğüne, herkes eşit olarak uymak zorundadır; demokrasinin olmazsa olmazı olan bu üstünlük, bireysel özgürlüklerin ve yurttaş olabilme yeterliliğinin temel koşuludur

Hukukun üstün olduğu çağdaş ülkelerde, tutukluluk ve hükümlülük ayrımları nettir ve birey "hüküm olmadan" aylarca içeride tutulamaz.

Hiç kimseye ya da aileye, para, mevkî ya da güç ayrımı olamaz ve ayrıca bir çıkar elde etmesine izin veremez.

Kişilere görüşlerine, ırklarına, inançlarına, yaşam biçimlerine ve kimliklerine göre ayrım yapmaz.

Devlet, yurttaşlar karşısında tamamen tarafsız davranmak zorundadır.

Temel hak ve özgürlüklerin korunmasında sadece, iç hukuk normları değil, uluslararası sözleşmelerle oluşan hukuk da önemlidir ve uyulması zorunludur.

Ulusal düzeyde ANAYASAYA, uluslararası boyutta kimi sözleşmelere uyulması ve bunlara uygunluğun yargı yoluyla sağlanması, temel hak ve özgürlüklerin ve azınlığın çoğunluk karşısında korunması, günümüz HUKUK DEVLETİNİN ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ilkesinin belirleyici özelliğidir.

"Hukuk Devleti"nin en önemli unsurlarından biri de, toplumda, devlet yönetiminin "hukuk"a bağlı olduğu "inancının yerleşmiş" olmasıdır; halk "devlete ve adaletine" güvenebilmelidir.

Çağımızın dünyasında ne yazık ki ülkelerin, devletlerin, toplumların gelişmişlik düzeyleri hiç de istenilen durumda değildir.

Gelir dağılımları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, iktidarın durumu, üretim modelleri, eğitimde eşitlik, insan hakları… gibi temel konularda çok gerilerde kalan ülkeler vardır.

Türkiye ise tüm bu bakış açılarına göre ne yazık ki tarihinin en sorunlu olduğu çok zor bir döneme girmiştir.

Bunun en temel ve ana sorunu ise demokratik bir hukuk devleti olamamasından kaynaklanmaktadır.

Umut ve bilgi dolu, emek dolu, akıl ve bilinç ile yönlendirilmiş günlerimiz ancak gelişmiş bir çağdaş toplum olmamızı sağlayacaktır.

Saygılarımla...

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorum Yap

Yazarın Diğer Yazıları