Birini sevmek, onunla bir ömür geçirme hayali kurmaktır çoğu zaman. Her anı paylaşmak, birlikte gülmek, birlikte susmak, aynı gökyüzüne bakıp aynı dilekleri dilemek… Ama hayat, her zaman bu hayale sadık kalmaz. Bazen ölüm araya girer, bazen uzaklık, bazen de zaman. Fakat her şeyden daha ağır olanı, bir sevgiliyi dünya gözüyle son kez bile görememektir.
Bu eksiklik, yürekten eksilen bir parça gibidir. Vedalaşamamak, bir kapının ardında kalan ses gibi çınlar kulakta. O son sarılma, son bakış, son kelime… Bunların hiçbirine sahip olamamak, insanı yıllarca süren bir iç hesaplaşmanın içine iter. “Bir kez daha görebilseydim…” diye başlayan cümleler olur artık hayatın özeti.
Çünkü insan, vedaya hazır olmak ister. Her ne kadar hiçbir veda tam anlamıyla tamamlanmış olmasa da, yüz yüze edilen bir veda, kalpte kapanmamış defterleri az da olsa aralar. Bir “hoşça kal” duyabilmek, geride kalan için bir tutunma noktasıdır. Ama o şans elinden alındığında, sevdiğin kişi gözlerinin önünden gitmeden önce, sen onun gözlerine bakamamışsan… işte o zaman ölüm bile adil gelmez.
O son görüşmenin olmayışı, geride sadece yas bırakmaz. Aynı zamanda pişmanlıkları da taşır yanında. Belki bir özür kalmıştır dilinde, belki bir “seni seviyorum” itirafı. Belki de sadece elini tutmak istemişsindir, sessizce. Ama artık ne ses ulaşır ona, ne de dokunuş. Geride kalanlar ise sessiz bir çığlıkla yaşar her günü.
Bu duyguyu en derin yaşayanlardan biri de Mustafa Kemal Atatürk’tür. Doğduğu, büyüdüğü, ilk gençliğini geçirdiği şehir olan Selanik’i, hayatı boyunca bir daha görememiştir. Selanik, onun için sadece bir şehir değil; bir geçmişin, bir çocukluğun, bir annenin kokusuydu. Ama Lozan Antlaşması sonrası sınırların değişmesiyle Selanik, Türkiye sınırlarının dışında kaldı. Ve Atatürk, bir gün bile geri dönüp o doğduğu evi, o sokağı, o anıları dünya gözüyle göremedi. Bu, belki de en büyük burukluklarından biri olarak kalmıştır. Çünkü kimse, çocukluğuna dünya gözüyle veda etmeyi istemez.
İnsanın geçmişine veda edememesiyle bir sevgiliye veda edememesi arasında ince bir bağ vardır. Her ikisinde de eksik kalan şey “son bir kez bakabilmek”tir. Çünkü o son bakışta, bütün bir hayatın özeti gizlidir. Ama eğer o bakış yaşanamamışsa, kalpte kalan boşluk ne zaman dolacağı belli olmayan bir oyuk gibi büyür.
Fotoğraflara bakarsın, ses kayıtlarına… Belki de birlikte gittiğiniz yerleri tekrar dolaşırsın. Her köşe başında bir anı saklıdır. Ama hiçbirisi o son bakışın yerini tutmaz. Çünkü insan zihni, kapanmamış bir hikâyeyi sürekli başa sarar. O “son” gerçekleşmediği sürece, hikâye yarım kalır. Ve ne yaparsan yap, tamamlanmaz.
Sevgiliyle yaşananlar artık sadece senin hafızandadır. Onu anlatan tek tanık sensindir. Ve anlatamadığın her anı, içinde büyür, büyür, zamanla suskunluğa dönüşür. Başkalarına anlatsan da yetmez. Çünkü o anlar sadece ikinize aittir, ama artık anlatacak ikinci kişi yoktur.
En çok da rüyalar acı verir böyle zamanlarda. Rüyanda görürsün onu, sanki her şey normalmiş gibi. Sanki hiçbir yere gitmemiş, hiçbir şey bitmemiş gibi. Sonra uyanırsın. Geriye sadece sızısı kalır.
Hayat devam eder elbet. Etmek zorundadır. Ama eksik bir yanla. İçinde hep o görmediğin son anın boşluğu olur. Her güzel anın ortasında, “keşke görseydi” diye geçirirsin içinden. Onun gözleriyle paylaşamadığın güzellikler çoğalır zamanla, ama bu da acının başka bir türüdür.
Bir sevgiliyi dünya gözüyle son kez görememek; belki de en çok, sevdayı içinden söküp alamamaktır. Çünkü bir son bakış, sevgiyi uğurlamaktır. O olmayınca, sevda hep içeride kalır. Ne dışa vurulur, ne de yok sayılır. Sessiz bir misafir olur kalpte. Gitmeyen, ama konuşmayan bir misafir…
Ve zamanla öğrenirsin: bazı vedalar yaşanmadığı için değil, yaşanamadığı için daha çok acıtır.
Ve şimdi, bu kelimelerin sonuna geldiğimde, bir şey daha eklemem gerekiyor. Belki de en zor olanı:
Ben de seni göremedim… Son kez gidiyorum.
ALMANYA
9 saat önceALMANYA
10 saat önceALMANYA
10 saat önceGÜNCEL
10 saat önceALMANYA
13 saat önceALMANYA
15 saat önceALMANYA
15 saat önce