-Başörtüsü, İslamî kimliğin sembollerinden biri olarak yüzyıllardır varlığını sürdürmektedir. Ancak son yıllarda, başörtülü kadınların feminizmle özdeşleşmeye başlaması, hem geleneksel İslam anlayışı hem de modern feminist çevreler açısından ciddi tartışmalara neden olmaktadır. Müslüman kadın, adalet ve eşitlik taleplerini seküler ideolojiler üzerinden mi dile getirmelidir? Yoksa İslam, bu taleplere zaten cevabını vermiş midir?-
Kadına dair birçok olumsuz yargı, aslında dinin kendisinden değil; zamanla oluşmuş geleneksel yorumlardan ve kültürel uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Özellikle kadınlarla ilgili uydurma hadisler ve ataerkil anlayışlar, İslam’ın adalet temelini gölgelemekte, kadına yönelik haksızlıkları meşrulaştırmaktadır.
Oysa Kur’ân’da kadın, erkekle aynı nefisten yaratılmış 1; haklar, sorumluluklar ve insanlık onuru açısından eşit düzlemde değerlendirilmiştir. Kadının miras hakkı (Nisâ 4/7), mülkiyet hakkı (Bakara 2/229), eğitim hakkı (Mücâdele 58/11) doğrudan ilahi kaynakta yer almakta; Hz. Peygamber’in hayatı da kadınları aktif ve bilinçli bireyler olarak desteklemektedir 2.
Feminizm, modern çağda kadını özgürleştirme iddiasıyla ortaya çıkmış bir düşünce hareketidir. Ancak bu özgürlük tanımı genellikle ekonomik bağımsızlık, bedensel özerklik ve toplumsal görünürlük gibi maddî kriterler üzerinden şekillenmiştir.
Oysa bu tanım, kadını gerçek anlamda özgürleştirmek yerine, onu kapitalist sistemin üretim-tüketim döngüsüne bağımlı hale getirmektedir. Kadın çalışır, kazanır, tüketir; ama aynı zamanda anneliği, eğiticiliği ve ailevi bağları zayıflar. Neticede, yalnızlaşan bireyler, sevgisiz büyüyen çocuklar ve bağlamını kaybetmiş nesiller ortaya çıkar.
Kadının asli görevi sadece çalışmak ya da üretmek değildir; aynı zamanda insan yetiştirmektir. Kadın annedir, eğiticidir, ruh terbiyecisidir. Modern feminist söylem, kadının ev içi emeğini küçümseyerek onu sadece kamusal alanda var olmaya teşvik etmektedir. Bu yaklaşımın sonuçları göz ardı edilemez düzeydedir.
Bugün çocukların uyuşturucuya yönelmesi, psikolojik sorunların artması, aile içi iletişimsizlik ve gençlerin saldırganlaşması, doğrudan bu yapısal değişimin ürünüdür. Kadının evdeki varlığı sadece fiziksel değil, duygusal ve eğitimsel bir bağlam taşımaktadır. Sevgiyle büyümeyen çocuk, dünyayı düşman ya da oyun alanı olarak algılar; ya içine kapanır ya da anarşist olur.
Başörtülü feminist kadın figürü, bazı çevrelerde bir tür “ikili direniş” olarak görülmektedir: Hem patriarka (toplumsal, kültürel ve hukuksal yapılarda erkeklerin üstün konumda olduğu ve bu üstünlüğün kurumsallaştığı bir sistem) ya hem de seküler (dinî olmayan; dinî kurallardan bağımsız olan her şeyi tanımlar: devlet, eğitim, hukuk, kültür, hatta bireysel düşünce tarzı) hegemonyaya karşı bir duruş. Ancak bu figür çoğu zaman, modern sistemin “çeşitlilik ve görünürlük” politikalarına entegre edilmiş bir makyajlı imaj olmaktan öteye geçememektedir.
Başörtüsü, İslam’da sadece bir kıyafet değil, bir yaşam tarzının ve ahlakî bağlılığın simgesidir. Bu anlam, feminizmin bireyci, seküler ve cinsiyet merkezli diliyle örtüşmez. Feminizmle özdeşleşen başörtülü kadınlar, farkında olmadan emperyalist söylemlerin ‘Doğulu kadını kurtarma’ projesi içinde araçsallaştırılmaktadır.
İslam, kadına haklarını bir lütuf ya da mücadele neticesinde değil, insan olmaktan kaynaklı olarak verir. Kadının özgürlüğü, erkeğe benzemek ya da onunla yarışmakta değil; kendi fıtratına uygun, ahlak temelli bir yaşam kurmakta yatar.
Müslüman kadın, hak arayışını modern ideolojilerden değil, Kur’ân ve Sünnet’in sahih çizgisinden yürütmelidir. Bunun için geleneksel dinî yanlışlarla mücadele etmek kadar, feminist ideolojilerin yanılgılarını da teşhis etmek gereklidir. Çünkü para kazanmak, performans göstermek ya da statü elde etmek; sevgiyle büyüyen, merhametle yaşayan nesiller üretmenin yerini tutamaz.
Başörtülü feminist kimliği, yüzeyde cazip bir melezlik sunuyor gibi görünse de, derinlikte ciddi çelişkiler barındırmaktadır. Müslüman kadın, kimliğini inancından almalı; adalet arayışını İslamî bir bilinçle yürütmelidir. Ne geleneksel ataerkil kültüre teslim olmalı, ne de seküler ideolojilerin yönlendirmesine kapılmalıdır.
Feminizm, her ne kadar hak mücadelesi gibi görünse de, çoğu zaman kadını toplumsal yapının içinden değil, dışından ve ideolojik bağlamla tanımlar. Oysa İslam, kadını hayatın merkezinde tanımlar: Ailenin, toplumun ve ümmetin temelidir o. Kadının asli rolünü kaybetmesi, toplumun özünü kaybetmesidir.
Zira İslam gibi hak, adalet ve merhamet eksenli bir dine mensup olan Müslüman kadının, kendi kimliğini ve hak mücadelesini feminizm gibi dışsal ve ideolojik bir zemine yaslama ihtiyacı yoktur; onun aradığı hakikat, zaten mensubu olduğu dinin özünde mevcuttur.
Rüştü KAM
………………
Dipnotlar:
Hucurât Sûresi, 49/13; ayrıca bkz. Nisâ Sûresi, 4/1.
Hz. Peygamber’in kadınlarla istişare etmesi, kadınların bizzat eğitim alması (Ümmü Seleme, Aişe, Şifâ bt. Abdullah örnekleri), kadınların kamusal görevler üstlenmesi gibi uygulamalar için bkz. İbn Sa’d, Tabakât, I-III.
AVRUPA
3 saat önceABD
3 saat önceAVRUPA
3 saat önceDÜNYA
3 saat önceALMANYA
3 saat önceALMANYA
3 saat önceDÜNYA
4 saat önce