Başkonsolos Ahmet Başer Şen ile Berlin’i konuştuk

Başkonsolos Ahmet Başer Şen ile Berlin’i konuştuk

ABONE OL
16:34 - 16/06/2019 16:34
Başkonsolos Ahmet Başer Şen ile Berlin’i konuştuk
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best


Başkonsolos Ahmet Başer Şen ile Berlin’i konuştuk

Berlin Başkonsolosu Ahmet Başer Şen konuğumuz oldu

Sayın Başkonsolos, kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Şen: Hoş bulduk. 1967 Ezine doğumluyum. Evliyim, iki kızım var. Ankara Üniversitesi’nde lisans, İstanbul Üniversitesi ve Stuttgart Üniversitesi’nde lisansüstü çalışmalar yaptım. Öğrenci olarak geldiğimde Almanya’da yedi sene kaldım. Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladıktan sonra atandığım Berlin Büyükelçiliğimizde ise üç sene görev yaptım. Berlin’in yanı sıra New York’ta ve Minsk’te uzun süreli görevlerde bulundum. Çok iyi derecede Almanca ve İngilizce, orta seviyede Rusça ve Fransızca biliyorum.

Sayın Şen, Berlin’i önceden tanıyan ve bilen bir Başkonsolos olarak sizi daha önceki mevkidaşlarınızdan temelde ayıran şeyler nelerdir, Berlin’i tanımanın çalışmalarınızda ne gibi avantajları veya dezavantajları olacak? 

Şen: Berlin Başkonsolosluğu görevini daha önce yapan büyüklerimizi fedakâr ve başarılı çalışmalarıyla tanıyoruz. Her biri hem deneyimli hem de başarılı diplomatlar. Hepimiz mensubu olmaktan gurur duyduğumuz Dışişleri Bakanlığımızın talimatlarıyla Berlin Büyükelçiliğimizin yönlendirmeleri ve eşgüdümüyle görevimizi ifa ediyoruz. Berlin’i tanımam şehre ve buradaki insanlarımıza belki onlara göre biraz daha hızlı adapte olmamı sağlamış olabilir. Bunun dışında önemli bir farklılık olduğunu zannetmiyorum.

Malumunuz Berlin Almanya’nın nüfus olarak en çok ve yoğun Türk yaşayan şehri. Bu yüzden sorunları da çok. Çözülmeyi bekleyen başta eğitim olmak üzere birçok konu var masanızın üzerinde. Öncelikli mesainiz ne oldu/olacak efendim?

Şen: Hatırlarsınız, Berlin eski Doğu Almanya’nın tam ortasında kendine has koşulları ve hatta kanunları olan bir Batı Alman şehriydi. Bu şehrin nüfusu ve arazisi iki Almanya’nın birleşmesiyle birdenbire iki katına çıktı. Orta Avrupa’nın ve Doğu Almanya’nın her tarafı açık bir metropolü haline gelince şehirde doğal olarak her şey değişti. İşte bu birleşme ve dönüşüm Berlin’deki en kırılgan toplumsal unsur olan vatandaşlarımızı doğrudan ve temelden etkiledi. Özellikle başta vatandaşlarımızın iş piyasasında ayrımcılığa maruz bırakılmaları nedeniyle kuvvetli ve kalıcı hale gelen işsizlik olmak üzere ekonomik sorunlar artınca, sosyal sorunlarla mücadelede de istenilen ölçüde başarı sağlanamadı. Ayrımcılıktan söz ederken sadece işveren tarafından yapılan ve son zamanlarda üzerinde çok durulan ayrımcılığı değil aynı zamanda yasal iş mevzuatının da Alman vatandaşlarını ilk, AB vatandaşlarını ikinci, bizimkileri ise daha sonraki sıralarda gören mevzuatından bahsediyorum.
Berlin’de vatandaşlarımızın özellikle eğitim ve işsizlik konularında sıkıntıları olduğunu gözlemliyorum. Eğitime verdiğim önemi vurgulamak üzere görevimin henüz ilk günlerinde ilk ziyaretlerimi Türkçe-Almanca iki dilli okullara ve Türkiye’den gelen Türkçe ve Türk Kültürü Öğretmenlerimizin ders verdiği okullara yaptım. Bilahare, bu öğretmenlerimizin görev yaptığı okulların müdürleriyle tanışmak amacıyla bir davet düzenledim. Keza, yükseköğrenim gören gençlerimizle tanışmak için Ocak ayında Türk Evi’nde bir buluşma organize ettik. Çift dilli anaokulu ve ilkokulların sayısının arttırılması ve çocuklarımızın bu okullara teşviki konusunda Alman eyalet makamlarıyla da işbirliği halinde yoğun bir şekilde çalışmaya devam ediyoruz.
Bunların dışında, işsizlik sorununu aşabilmek için gençlerimizi mesleki eğitime teşvik ediyoruz. 10 Nisan’da Alman dostlarımızın da katılımıyla düzenlediğimiz mesleki tanıtım ağırlıklı Polis Günü bunun güzel bir örneği oldu. Önümüzdeki dönemde bu çalışmalarımız Alman dostlarımızla işbirliği halinde arttıracağız.
Öte yandan, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık saikli saldırı veya tacize maruz kalan bütün vatandaşlarımızla yakından ilgileniyoruz. Alman kurum ve kuruluşlarıyla birlikte ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve Türk düşmanlığıyla ortak mücadele yolları da arıyoruz.
Benzer şekilde, koruma altına alınan çocuklarımıza ilişkin olarak aileler, avukatlar ve Gençlik Daireleri ile görüşmeler gerçekleştirerek çocuğun esenliği için en iyi olanın yapılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bizce çocukların kültürel niteliklerinin ve kültür çevreleriyle sıcak bağlarının korunması en az karnının tok sırtının pek olması kadar önemlidir. Bunu Alman dostlarımıza hatırlatıyoruz. Olumlu ve güzel sonuçlara ortaklaşa varabileceğimizi düşünüyorum.
Yaşlılarımızın, engellilerimizin ve bunların ailelerinin sorunları da önemli ve üzerinde durulması gereken konular arasında yer tutmaya devam ediyor.

Almanya’da üç milyona yakın insanımız yaşıyor, bu insanlarımızın kurdukları sivil toplum örgütleri var. Sivil toplum örgütlerinin birbirleriyle koordineli olarak çalıştıkları söylenemez. STK’ların birlikte çalışmalarına yönelik neler yapılabilir, bu konuda sonuç alıcı adımlar neler olabilir?

Şen: Demokrasilerde bir toplumsal grup ne kadar örgütlüyse yönetime katılımı da o kadar kuvvetli ve etkili olabiliyor. Örgütlenen grupların siyasi, ekonomik ve sosyal alandaki pastalardan daha büyük dilimleri alabildiklerine hepimiz şahit oluyoruz. Bu nedenle ben görev bölgemdeki Türk toplumunun hem kendi içinde hem de Alman kökenliler başta olmak üzere tüm diğer topluluklarla birlikte örgütlenmesini destekliyorum. Bunu da her vesileyle dile getiriyorum. Öğrencilik dönemimde de şahsen Stuttgart’taki Türk üniversite öğrencilerini bir araya getiren çalışmalarda bulunmuştum.
Berlin’deki görevime başladıktan kısa bir süre sonra, 14 Aralık 2012’de bölgemizde faaliyet gösteren derneklerin temsilcileriyle bir tanışma toplantısı yaptım. Bunun akabinde çok sayıda münferit dernek ziyaretinde bulundum. Derneklerimizi hiçbir fark gözetmeden ziyaret etmeye de devam edeceğim. Bu toplantılarda da dile getirdiğim gibi, çok sayıda derneğimiz var ancak maalesef aralarında yeterince ortak hareket etme motivasyon ve alışkanlığı yok. Dernek sayısının çokluğu esasen eğer yeterince çatı örgüt kurulabilir, eşgüdüm ve ortak sorunlara karşı ortak tutumlar benimsenebilirse önemli bir dezavantaj oluşturmayabilir. Ama bunun becerilememesi durumunda sadece kısık, cılız seslerle sonuç alınması mümkün olamıyor. Örneğin en azından ırkçılık ve Türk düşmanlığıyla yasal zeminlerde mücadele, çifte vatandaşlık ve seçme-seçilme hakkı gibi konularda derneklerimizin bir araya gelerek ortak bir güç oluşturması gerektiğine inanıyorum. Türk milleti ve Türkiye’nin birçok milli meselesi de var. Bulunulan ülkede çok daha küçük ve hatta marjinal gruplar kamuoyu oluşturabilirken en büyük grubu oluşturan Türklerin sesinin cılız çıkması ve duyulmaması bizleri üzüyor. Bunun için Başkonsolosluk olarak elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.
Sonuç almak için vatandaşlarımızın ve soydaşlarımızın Almanya’daki siyasetle daha çok ilgilenmeleri lazımdır. Sayın Büyükelçimiz Hüseyin Avni Karslıoğlu’nun da birçok defa vurguladığı gibi, gençlerimizin buradaki siyasi partilere üye olmaları ve partilerin içinde siyasete katılmaları yararlı olacaktır.



Konsolosluk öğretmenlerinin yaptıkları çalışmalar, Türkçe’nin öğrenilmesi için yeterli midir? Bu öğretmenlerden sivil toplum örgütlerinin istifade edebilmesi için çalışmalar yapılamaz mı?

Şen: 2012-2013 eğitim-öğretim yılı sonu itibariyle Türkiye’den gelen 55 öğretmenimiz 135 okulda yaklaşık 4 bin öğrencimize ders vermekte idi. Hâlihazırda başvurusunu iletmiş olup öğretmen bekleyen okullar da var ancak öğretmenlerimiz mevcut okul sayısına ancak yetişebiliyor. Sivil toplum örgütlerinin talebini karşılamayı da çok istiyoruz ve geçici de olsa fırsat olduğunda görevlendirme yapıyoruz. Ancak Milli Eğitim Bakanlığımızca Almanya’da görevlendirilen öğretmenlerimizin görev alanları bellidir. Bu bağlamda okullardaki çocuklarımızın öncelik arz ettiği malumlarıdır. Yurtdışındaki çocuklarımızın Türkçe eğitimine takviye amacıyla ülkemizde “Uzaktan Eğitim” başlığı altında bazı projeler gerçekleştiriliyor. Bu projeler hayata geçirildiğinde önemli bir takviye unsuru olacaktır.

NSU, “Dönerci cinayeti” olarak adlandırılan aşırı sağcı cinayetlerin ardından patlak veren, ancak daha sonra giderek büyüyen  Alman devletindeki aşırı sağcı yapılanmanın üstüne yeterince gidilmediği görülüyor. Bu konuda hâlâ tatmin edici bir açıklamanın yapılmamış olması Türk toplumunu üzmekte. Siz, muhataplarınızla bir araya geldiğinizde aşırı sağcı yapılanma konusunda tatmin edici bir cevap alabiliyor musunuz? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Şen: Kendisini Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) şeklinde isimlendiren ırkçı ve Türk düşmanı terör örgütünün yıllar süren cinayetlerinde yakınlarını kaybeden mağdur ailelerinin acıları tarifsizdir. Yeni acıların yaşanmaması en büyük temennimizdir. Bu sistematik terör faaliyetlerinin Döner cinayetleri olarak adlandırılmasını kesinlikle doğru bulmuyorum. 6 Mayıs 2013 tarihinde Münih’te başlayan mahkeme sürecini ülke olarak çok önemsiyor ve yakından takip ediyoruz. Bu sürecin sonunda adaletin yerini bulmasını ümit ediyoruz.
Almanya, Federal Parlamento’da NSU Terör Örgütü’nün faaliyetlerini ve Alman devlet organlarıyla ilişkilerini mercek altına alan bir Araştırma Komisyonu kurmuştur. Bu komisyonun NSU ile ilgili her türlü iddiayı araştırdığını sanıyorum. Kurumsal ya da yapısal ırkçılık gibi suçlamalar da bu komisyonun gündemindedir. Bu komisyonun çalışmalarını Berlin Büyükelçiliğimiz yakından takip etmektedir.

Berlin’de yaşayan Türk toplumunun eğitim seviyesini daha yukarıya çıkarmak için yapılması gerekenler sizce nelerdir?

Şen: Toplam okul başarısının yükseltilmesi için anadil Türkçe’nin öğrenilmesine daha fazla özen ve önem atfedilmesi şarttır. Bilimsel araştırmalar anadilin yabancı dili öğrenimine olumlu etkisini açıklıkla ortaya koyuyor ve bunun layıkıyla uygulanması Almanya’da daha iyi Türkçe ve Almanca bilen daha başarılı çocuklar anlamına geliyor. Çocuklarımızın okul yaşına geldiklerinde her iki dilde de aynı yaştaki Alman çocuklarıyla eşit seviyede dilbilgisine ulaşmış olmaları, okulla ilk tanıştıklarında lisan sorunu yaşamalarını önleyecek, onlara başarı duygusu aşılayarak okulu sevdirecektir. İlkokuldayken Türkçe yazabilme ve okuyabilmeyi öğrenmeleri onlara Türkiye ve Türk kültürüyle ömür boyu yazılı medya, internet v.b. aracılığıyla ilişkilerini sürdürme ve geliştirme yeteneği kazandıracaktır. Böylece ileride Türkiye’de üniversite öğrenimi dahi yapabilirler.
Ayrıca, genç dimağların gelişiminde anne-babalara büyük görevler düşmektedir. Sadece iyi okul bulmak, çocukları iyi öğretmenlere teslim etmek yeterli değildir. Bilimsel araştırmalar velileri tarafından daha yakından takip edilen, eğitim süreçleri aile ve okul arasındaki diyalogla ilerleyen çocukların okul başarısının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla velilerimizin Alman okul idareleriyle ilişkiler bakımından daha aktif olmaları, okullara daha sık gitmeleri büyük önem taşıyor. Almanca dilbilgisi konusunda sorun yaşıyorlarsa arkadaşlarını dostlarını yanlarında tercüman götürsünler. Ama mutlaka yılda birkaç kez çocuklarının okuluna gitmeleri büyük önem taşıyor.
Bunun dışında, mesleki eğitimin imajının düzeltilmesi gerektiğine inanıyorum. Almanya’da dual sistem denen hem teori hem de pratiğin, yani akademi ve atölyenin birlikte yürüdüğü dünyaca ünlü ve örnek bir mesleki eğitim sistemi var. Meslek eğitimine yönelmenin akademik alanda başarısızlığın, yani üniversiteye gidememenin sonucu olarak değil bizzat bir tercih olarak yapılmasını, teknik ve zanaat alanlarında da başarılı insanlarımızın olmasını arzuluyorum. Çünkü Almanya’da bu tür meslekleri öğrenenlerin iyi kazanç sahibi ve istihdam bakımından çok daha az sorun görülen, işsizlikten etkilenmeyen kitle olduğu açıkça görülüyor.
Başkonsolosluk olarak biz de hem Eğitim Bakanlığı hem de diğer eğitim kurum kuruluşlarıyla yakın bir işbirliğine yönelmiş durumdayız. Önümüzdeki dönemde daha iyi sonuçlara ulaşacağımızı umuyorum.

Geldiğiniz günden beri sizin halkın içinde olduğunuzu görüyoruz. Dert dinliyorsunuz mutlaka, vatandaşlarımızın sizden genel olarak istekleri ne yönde? 

Şen: Az önce de bahsettiğim gibi eğitim, işsizlik, yabancı düşmanlığı ve her türlü ayrımcılık, Gençlik Daireleri’yle yaşanan sorunlar, opsiyon modeli gibi konular vatandaşlarımız tarafından yapılan başvuruların ana eksenini oluşturuyor. Bu yıl yapılan şikâyetler arasında konsolosluk işlemlerinden alınan harç miktarlarının yüksek oluşu da önemli bir yer tutmaktaydı ki bunu da ilgili makamlarımıza gerektiği şekilde aktardık. Cezaevlerine düşen vatandaşlarımızla da, suç mağduru insanlarımızla da yakından ilgilenmeye çalışıyoruz.
Bütün bu sorunlu alanlarda vatandaşlarımızla hiçbir ayrım gözetmeden birebir ilgilenmeye ve sorunlarını aşmalarına yardımcı olmaya çalışıyoruz. Hiç kimseyi hiçbir şekilde ayrı tutmuyoruz. Biz Başkonsolosluk olarak tüm vatandaş ve soydaşlarımıza eşit mesafedeyiz ve bu mesafe gerçekten çok yakın. Bundan böyle de, herhangi bir ayrım yapmaksızın bütün vatandaş ve soydaşlarımızın kederlerine de sevinçlerine de ortak olmak istiyoruz. Onların da Başkonsolosluklarına bu şekilde sevgiyle, saygıyla, sıcaklıkla yaklaştıklarını gördükçe bundan büyük mutluluk duyuyoruz.

Son olarak MOCCA aracılığıyla bir mesajınız olacak mı?

Şen: Görev sürem boyunca halkımız için ve halkımızla birlikte güzel işler yapmak üzere buradayım. Başkonsolosluğumuzun kapıları tüm vatandaşlarımız için sonuna kadar açıktır. Lütfen bizimle temas etmekten çekinmesinler. Çünkü biz onlara hizmet vermekten, onlarla birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.
Bütün vatandaşlarımıza ve soydaşlarımıza buradan saygı ve selamlarımı gönderiyorum. Ayrıca, yaklaşmakta olan mübarek Ramazan ayının barış, kardeşlik ve dostluğumuzu pekiştirmesini, tüm Müslümanlar için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Röportaj: RÜŞTÜ KAM
Foto: Önal Oğuz
Tashih: Hüseyin Bozkurt

Bu röportaj Mocca Dergisi’nin 17. sayısında yayınlanmıştır.

ha-ber.com

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.