Türkiye, uzun süredir sadece ekonomik, siyasi ya da diplomatik krizlerle değil, aynı zamanda kimlik ve değer kriziyle de boğuşuyor. Son 20 yılda yaşanan büyük kırılmalar, bu ülkenin temel taşlarını oluşturan ahlaki, milli ve toplumsal değerleri yerinden oynattı. “AKP dinden ahlakı çaldı, MHP milliyetçilikten Türk’ü çaldı” cümlesi, bu yıkımın en yalın ama en sarsıcı özetlerinden biri. Bu iki büyük siyasi hareketin kendi ideolojik iddialarını nasıl içi boşaltılmış, yozlaşmış ve çarpıtılmış bir hale getirdiğini görmek, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu karanlığı anlamak açısından elzemdir.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 2002’de iktidara gelirken “muhafazakâr demokrat” kimliğiyle Türkiye’de bir yenilenme, temiz siyaset ve demokratikleşme vaadi taşıyordu. Ancak zamanla bu söylemin içi boşaltıldı. Dindarlık, bir vicdan meselesi, bir ahlak ilkesi değil; bir gösteri aracına dönüştürüldü. Cuma namazı fotoğrafları, dualarla açılan ihaleler, dinî retoriklerle süslenen siyasi konuşmalar bir görüntü verdi ama arka planda ahlaki çöküş derinleşti.
Yolsuzluk, kayırmacılık, nepotizm, rüşvet ve ihaleye fesat gibi tüm büyük suçlar, muhafazakâr bir kılıfla örtülmeye çalışıldı. Oysa dindarlığın temelinde kul hakkı yememek, adaleti gözetmek, yalan söylememek gibi evrensel ahlak ilkeleri yatar. AKP’nin iktidarında bu ilkeler sistematik olarak çiğnendi. Din, artık halkı aldatmanın, muhalefeti şeytanlaştırmanın, hukuku eğip bükmenin bir perdesi haline geldi.
Dinle kurulan bu sahte ilişki, hem İslam’a hem dindarlara büyük bir darbe vurdu. Genç kuşaklar, dinden uzaklaştı. Çünkü gördükleri “dindar” örneklerin çoğu kibirli, kindar, hırsız ya da zalim. AKP, sadece siyaseti kirletmedi; dindarlığı da itibarsızlaştırdı. Böylece, dini bir ahlak kaynağı olmaktan çıkarıp iktidarın aracı haline getirerek toplumun vicdanına ve inancına zarar verdi.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Türk milliyetçiliğinin siyasi alandaki kurumsallaşmış temsiliydi. Alparslan Türkeş’in bıraktığı miras, her şeyden önce bir Türk kimliği bilinci, bir tarihsel sorumluluk ve kültürel hafıza içeriyordu. Ancak günümüz MHP’si, bu mirasın büyük bölümünü AKP’ye iktidar koalisyonu sunmak uğruna feda etti.
MHP, son yıllarda milliyetçiliği “muktedirin bekçiliği” haline getirdi. Türk kimliği savunulmazken, Suriyeli sığınmacılar karşısında sessizlik, Çin’in Uygur Türklerine zulmü karşısında suskunluk ve Kürt meselesinde samimiyetsiz, yüzeysel hamleler MHP’nin milliyetçiliğini içi boş bir slogana dönüştürdü. Artık MHP’nin “milliyetçiliği”, gerçek anlamda bir Türk halkı çıkarı gütmüyor; sadece AKP’nin ihtiyaç duyduğu güvenlikçi politikaların sosyal tabanda meşrulaştırıcısı rolünü üstleniyor.
Partinin resmi söylemi, Türklüğü etnik ya da kültürel bir kimlikten çok, “şekli bağlılık” üzerinden okuyor. Bugün “Türk milleti” kavramı anayasadan fiilen silinirken, çok kültürlülük adı altında kimliksizleştirme politikaları yürütülüyor. Türk kimliğini savunması beklenen MHP, bu kimliğin tasfiye sürecinde pasif ya da işbirlikçi bir rol oynadı.
Geriye Ne Kaldı?
AKP’nin ahlaksız dindarlığı ve MHP’nin Türksüz milliyetçiliği, Türkiye’nin ruhunu iki yerden paramparça etti. İnancın içi boşaltıldı, kimliğin özü kayboldu. Bu süreçte geriye kalan şey ne adalet ne de haysiyet. Bir yanda cemaatlerin devleti kuşattığı, diğer yanda Türk halkının öz yurdunda azınlık muamelesi gördüğü bir ülke kaldı. Çocuklar geleceğe değil YouTube kanallarına, eğitim değil sadakaya bel bağlamış durumda. Toplumda ne güven duygusu kaldı, ne aidiyet, ne de ortak bir gelecek tahayyülü.
Gerçek şu ki; bugün Türkiye’de dindar olmak, çoğunlukla “o cenahtan olmak” demek. Milliyetçi olmak ise devletin resmi söylemine kayıtsız şartsız bağlı kalmakla eş tutuluyor. Oysa inanç da, milliyetçilik de; iktidarların değil, halkın vicdanında şekillenir. Bugün bu vicdan ya susturulmuş ya da büyük bir hayal kırıklığı içinde.
Çözüm Nerede?
Türkiye’nin tekrar ayağa kalkması, yeniden bir ahlak ve kimlik restorasyonuna bağlıdır. Bu da ancak samimi insanlar ve yeni bir siyasal ahlakla mümkün olabilir. Ne din, siyaset için bir araç; ne de Türk kimliği partizan bir slogan olmalıdır. Dini değerler sadece ibadetle değil; adalet, liyakat ve hak duygusuyla yaşanmalıdır. Milliyetçilik ise başka milletlere düşmanlıkla değil; kendi milletini yüceltme, geliştirme ve koruma iradesiyle tanımlanmalıdır.
Siyaset, bu iki değeri kirletti. Ama halk, hala bu değerleri içinde yaşatıyor. Ve belki de umut orada: Kendisini ne “dindar” diye pazarlayan hırsızlarda ne “milliyetçi” diye dolaşan işbirlikçilerde… Gerçek dindarlar, gerçek milliyetçiler, hala bu ülkenin mahzun yüzlerinde, yoksul sofralarında, şehit mezarlarında ve yanan vicdanlarında yaşıyor.
ALMANYA
3 saat önceALMANYA
4 saat önceALMANYA
4 saat önceGÜNCEL
4 saat önceALMANYA
7 saat önceALMANYA
9 saat önceALMANYA
9 saat önce