ADİL VE AHLÂKLI OLABİLDİN Mİ?

ABONE OL
23:45 - 04/03/2023 23:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Toplumsal yaşamın hemen, hemen her alanında daha sık duymakta olduğumuz “etik” sözcüğü ile “ahlâk” sözcüğünün anlam çerçevesini belirlemenin pek kolay olmadığı anlaşılmaktadır.

Her iki kavramın günlük insan davranışları ahlâk bağımlı mı, yoksa ahlâk ve değerden bağımsız eylemler midir?

Buna doyurucu ve anlamlı bir yanıt verilmedikçe siyaset ile ahlâk ilişkilerini veya ahlâkla toplumsal ilişki alanları arasındaki etkileşimi anlamak çok zor olacaktır.

Ahlâk, siyasetin “temel” yapı taşlarından birisidir.

Siyasetin ahlâkı içine almadan işleyebilmesi ya da siyasette siyasî alanın dışına çıkarılması, siyaseti de ahlâksız bir hale büründürmektedir.

Ahlâkî temelden yoksun, ahlâkî değer yargılarının süzgecinden geçmemiş bir siyaset, küresel skandallar dizisinde, rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluk uygulamalarındaki çarpıcı “artış hızıyla” karşılık bulmakta kendisini gösterir.

Devletin her üç erkinde de (yasama, yürütme, yargı) ortaya çıkan çürüme ve bozulma tüm iş ve meslek alanlarına yayılarak, toplumun tüm demokratik temsile olan “”güven” duygusunu ve “siyasete bakışını” zedelemektedir.

Siyasetin günlük dilde kullanımı ise, siyasetin “bulaşılmaması” gereken bir olgu olduğu yönündedir.

Halk arasında yaygın olarak siyaset “kaypak, pis, kaygan”, ve bulaşılmaması gereken “kirli bir uğraş alanı” olarak algılanır.

Yüzyıllardır çekilen sıkıntıların, dertlerin, kitlesel kargaşanın, akıl almaz, sonu gelmez, korku, şiddet, vurgun ve yalan dolanın kaynağı, temel nedeni siyasetteki OYUNLAR, döneklikler ve ihanetlerdir.

AHLÂK, en basit anlatımla, toplumsal alanda insanlar arası ilişkilerde bireylerin “uymaları beklenen” ve talep edilen davranışlardır.

Siyasetteki ilişkilerde, partiler arası görüşmelerde, ortak tutum almalarda ve ortak kararlarda da yine “Ahlâk” çok önemli ve üzerinde çok durulan bir özelliktir.

İçinde bulunduğu ittifakta diğer partilerle uzun, uzun birlikte görüşmeler yapıp, “ortak” metinlere imzalar atıp, birden hiç de umulmayan bir anda tamamen “tersine” açıklamalar ve karalamalar yapabilmek SİYASİ AHLÂKA kesinlikle “uymaz” ve herkes tarafından da yadırganır ve eleştirilir.

Bu durumda o kişi bir tür ya eylediğine (davranışına) karşı, ya kendi öz vicdanına karşı ya da her ikisine birden yabancılaşacaktır.

Toplumsal bütünlüğün ve dengelerin bozulması bakımından en “tehlikeli” durumlardan biri de, aynı toplumda çok “çeşitli ahlâk” anlayışlarının varlığıdır.

Siyasî çalışmalara dair eylem ve ilişkilerde, yıkıcı ve sonu belirsiz maceralara sürüklenmeden, belirli “kural ve değerler” ölçüsünde topluma hizmet anlayışını devam ettirmek, “siyaset-ahlâk” ilişkisi son derece önemli bir sorun gibi görünmektedir.

İkiyüzlü, yalancı, sahtekâr, düzenbaz bir siyasetçi kadar; “KAMU YARARI” kaygısı taşımayan, politik gücünü ve hukukî yetkisini “muhalifleri susturma” amacıyla seferber eden ve resmi konumunun sağladığı avantajı ve saygınlığı kendisini “kamusal eleştiriden” korumak için kullanan, halkı “hak sahibi” yurttaşlar olarak değil, “uysal bir tebaa” olarak gören, “demokratik kamu otoritesini” kabile reisi “imtiyazı” sanan siyasetçiler de hiç kabul gören, hoş karşılanan değildir.

Özellikle aktörel yetenekler taşıyan, ülkesi, ülke çıkarları için ölecek olan ve siyasete ölümsüzlük için atılan “SAHTE” siyasî kültürle, hümanizm “MASKESİ” takarak dolaşan, doğuştan “yetenekli” siyasilerle yönetilmek bir ülke için görülebilecek “yaygın” bir tehlikedir.

Sadece kendini meşrulaştıracak koşullar oluşturarak, haklı haksız ayrımı yapmadan halkın karşısına çıkmak, şizofrenik bir siyaset işleyişi yaratmak, en iyimser yorumla bile “halk iradesi”nin bir aldatma ve tertip düzeneği içerisinde “zorla” devir alınması dışında bir şey değildir.

.  Bu genel duruma baktığımızda üzerinde durmamız ve düşünmemiz gerekenler şunlar olmaktadır:

.  Bu soruları hem kendimize sorabiliriz, hem de ülkenin siyasetçilerine, devlet adamlığını üstlenmiş olanlarına sorabilmeliyiz:

  • Özün ve sözün bir mi?
  • Herkese “hak ettiğini” verebiliyor musun?
  • “Diğerleri için” de hakkı sorgulayabiliyor musun?
  • Hakkı “hak edene” verebiliyor musun?
  • “Şans eşitliğini” gözetebiliyor musun?
  • Zoru seçip, “adil” olabiliyor musun?
  • Adil olman gerektiğinde “nefsine” hakim olabiliyor musun?
  • İşinde “adil” oldun mu?
  • İnsanlar arasındaki ilişkilerde, “kendi çıkarını” gözetmeden, adil olabildin mi?
  • Dilinizi eğip bükmeden, kalbinle ve “vicdanınla” davranabildin mi?
  • Kendine, ve yakınlarınız “aleyhine” bile olsa, ADALETİ ayakta tuttun mu?
  • Bir topluluğa olan “kin”iniz, sizi adaletten alıkoydu mu?
  • Adaleti uyguladın mı?
  • Ölçüyü ve tartıyı “doğru” kullandın mı?
  • Tatlı ve güzel sözlere “kanıp” adaletten kaçındın mı?
  • “Yalnız” kalacak bile olsan adaleti “seçer” miydin?
  • Şaşaa ve debdebeye “karşı” olup haktan yana olabiliyor musun?
  • Bir çocuğun, bir öğrencinin, bir garibanın, yetimin hakkını “koruyabildin” mi?
  • “Yalnızlık” korkusuyla adaletten kaçtın mı?
  • Hakikati arayıp, gerekirse, hayatını “yeniden” düzenleyebildin mi?
  • Adaletin çarpıtılmasına karşı “koruyucu” önlemlerin var mı?
  • Sana “sığınmış” olan güçsüze adil olabildin mi?
  • Yoksulun, güçsüzün hakkını “koruyabildin” mi?
  • Sana “emanet” edilenlere adil davrandın mı?
  • “Yargıladıklarına” karşı adil misin?
  • “Seni duymayanlara” karşı adil olabiliyor musun?
  • Birileri sevsin ya da sevinsin diye, adaletten “uzaklaştın” mı hiç?
  • Hak, hukuk, adalet “vicdanında” ve “var oluşunda” ne kadar “yer sahibi” oldular?
  • Kendi seçmenine, kendi partine ve yurttaşlara ne kadar dürüst davranabildin?

Günümüz Türkiye’si için ortadaki sorunlara verilecek cevapları ve çözüm yollarını Mustafa Kemal Atatürk yıllar önceden söylemiştir.

Milli demokratik Türk devriminin önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Atatürk ”emperyalizme” çok açık karşı durmuştur, savaş vermiştir.

Bu nedenle de bizim her şeyden önce önderimizin gösterdiği yolda ilerlememiz gerekir.

Bu arada tabii ki unutmamamız gereken de şudur:

– Global evrensel güçlerin etki ettiği devletler de Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarısını hiç bir zaman içlerine sindirememişlerdir.

.  Bu nedenle de hem ülkemizde, hem de bölgemizde gelişen olayları bu ”gerçeklerin göz altına alındığı bir bakış açısıyla” görmemiz gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni rahat bırakmayacakları ortadadır.

Bize düşen görev ise devletimizin KURULUŞ İLKELERİNE bağlı kalarak onu korumaktır.

Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan yurttaşlarımızı “Türk” adı altında birleştirebildiğimizde, çağdaş hukuk devletinin, parlamenter sistemin içinde eşit ve özgürlükçü haklarla koruyabildiğimizde ancak, gücümüzü koruyabiliriz.

İşte bu durumda halkın birbirine düşürülmesinden ve kırdırılmasından, denetimsiz davranışlardan, şiddetten, SİYASİ OYUNLARDAN uzak durulmalıdır.

Tehlike olarak görülen bir oyun ise ”iç savaş” kışkırtmalarıdır.

Hiç bir siyasi ayrım yapmadan insanlarımızın sakin ve soğuk kanlı davranmasına katkıda bulunmak da bir siyasetçinin görevidir.

Hele bir de “kamu” görevlisi isen, sana verilmiş “emanetler” var ise sen gerçekten de çok ama çok adil olmalısın.

Devlette görev alanların görevlerine sadık kalarak, tarafsız davranmaları, hukukun üstünlüğünü sağlamaya katkı vermeleri beklenir.

Meydanlarda dalgalanan TÜRK bayrakları bu anlamda birleştirici bir unsur olarak çok sevindiricidir.

Türk halkı aklını kullanarak, sağ duyulu davranarak kendine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkacaktır.

Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek ve tüm kurumlarıyla bir hukuk devletine kavuşmak için demokratik ilkelere ve istemlere bağlı kalacaktır.

Saygılarımla….
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 05.03.2023

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.