VİZE

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ABAD) Soysal Kararı ile yeni bir sürece girilen vize sorunumuzda galiba ilk sonuçlar alınmaya başlıyor. Federal İçişleri Bakanlığı’nın eyaletlere gönderdiği ve henüz yürürlüğe girmeyen genelgesinin nasıl uygulanacağını bilmiyoruz. Sanatçı, sporcu ve bilim adamlarına vizesiz seyahat olanağı verilecekmiş. Bence yarım yamalak bir uygulama olacak bu. Geçen Cumartesi günü Hürriyet’te Oktay Ekşi’nin yazdığı gibi aslında Soysal Kararı olmadan da bu adımın atılması ve Türk vatandaşları için son derece katı biçimde uygulanan vize mecburiyetinin daha Türkiye’nin aday ülke konumunun tanınmasıyla ortadan kalkması gerekiyordu. Hem de sadece Ankara Anlaşması ve Katma Protokolün imzalandığı yıllardaki üye sayısı ile sınırlı kılınmaksızın tüm eski yeni üyeleri bağlayacak şekilde. Türkiye’nin bu amaçla gereken performansı bugüne kadar tam olarak gösteremediğini kabul etmek gerekiyor. Devletin desteği, o da Çalışma Bakanlığı’nın girişimiyle 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile ilgili olumlu ABAD Kararlarının çıkarılması ile sınırlı kaldı. Vize konusunda Avrupa ülkelerine sözümüzü dinletemedik.

Fakat şimdi iş farklı bir noktadadır. Türkiye, Avrupa hukukunun adil kararlarını arkasına alarak gerekli diplomatik girişimleri ve sivil toplum kuruluşlarımız kamuoyuna yönelik faaliyetleriyle bugüne kadarki adaletsiz durumun ortadan kaldırılması için çaba sarf etmelidir. Hukuk, yanımızdadır ve haksızlıkla mücadele edilmesi gerekiyor. Bu mücadelenin nasıl olacağına acilen karar verilmeli ve gerekiyorsa yeni davalar açılmalıdır. Biliyoruz ki, bu hakların kazanılması kolay olmamaktadır.

Bugüne kadarki durum hiç de hoş değildir. Almanya’ya vize alıp gelenlerin bile sınır polisinin anlık kararı ile aynı uçakla geri gönderildiğine ben şahsen bizzat tanık oldum. Yine bir defasında vize alıp gelen genç bir Türk çiftin cebindeki paraları görmek isteyen Berlin Tegel’deki sınır polisi hali vakti yerinde olduğu anlaşılan ve akıcı bir İngilizce konuşan bu vatandaşlarımızın cüzdanındaki kredi kartlarını – ki hemen hepsi Goldcard’dı – incelemesine, nakit paralarını saymasına ve kalacakları Berlin’deki lüks otelin rezervasyon belgesini de görmesine rağmen yaklaşık yirmi dakika aşağılayıcı sözlerle, o fasih (!) “samsing” İngilizcesiyle genç çifti üzdü. Turist olduğu anlaşılan o Türk vatandaşlarının bir daha aynı eziyete katlanabileceklerini sanmam. Buna benzer pek çok olayla hiç kuşkusuz siz sayın okurlarım da karşılaşmışsınızdır.

Söylemek istediğim, Avrupa’da köklü bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç olduğudur. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar, Türkiye’nin nüfusunun azalma eğilimine girdiğini, önümüzdeki on beş yıl içinde şimdiki genç ve istihdam piyasasına girmekte zorlanan nüfusun yerine gelecek genç kuşağın fazla büyük olmayacağına işaret etmekte. Türkiye, büyük olasılıkla 2020’ye varmadan ülke dışından işgücü alma zorunda kalacak. Yani, birilerinin basmakalıp, “aman Türkler Avrupa’ya doluşacak!” korkusunu bir dehşet öyküsü gibi yaymalarına karşın Türkiye içinde bulunduğumuz dönemde bile göçmen gönderen ülke konumundan uzaklaşmış bulunuyor. Aslında Avrupa ülkeleri istihdam piyasalarında ortaya çıkan işgücü açığı söz konusu olunca hemen bir takım düzenlemelere gidip dışarıdan bu açığı kapatmaya yelteniyorlar. Hiç kuşkunuz olmasın, günün birinde Türkleri de yine davet edebilirler ülkelerine. Günümüzdeki sınırlayıcı, giderek küreselleştiği söylenen dünyadaki özgür dolaşım ilkesine aykırı düşen ve müttefikliğe yakışmayan vize politikasına bir son verilmelidir.

Vaktiyle bir kış günü sabaha karşı dörtte Ankara’daki Almanya Büyükelçiliği önünde battaniyeye sarılmış titreyerek bekleyen bir yaşlı teyzeye rastlamıştım. “Teyzeciğim”, dedim,”kaç yaşındasın?”. Tamı tamına yetmiş dört yaşındaydı. “Ne işin var senin Almanya’da?” diye sorunca, “Oğlum”, dedi. “Torunlarım, çocuklarım orada. Onları çok özledim. Sadece bir aylığına gideceğim. Ama bana orada gidip çalışıp çalışmayacağımı sordular! Dün de buradaydım, yarın gel dediler, girebilmek için geceden geldim”. Bu manzara, sevgili okurlar, beni hep çok üzmüştür. Şimdi artık hukuk yolunu sonuna kadar kullanmak gerekiyor. Bu işi sadece devletten beklemeyin, onlarca sivil toplum örgütlenmesi var Avrupa’nın her tarafında. Haklara ulaşmak için devlete destek olun, Türkiye’ye ve kendinize yardım edin.

İyi haftalar

Dr. O. Can Ünver

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.