TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİ

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Avrupa Birliği’ne üye olmak için Türkiye bugüne kadar şu veya bu şekilde bir çaba sarf etti. Buna kimsenin fazla bir diyeceği olamaz. Türkiye bir siyasal tercih yapmıştır ve AB’ye tam üyelik konusunda iyi kötü yol almaktadır. Tabii, yapılanlar ve yapılmayanlar konusunda her türlü eleştiri yapılabilir. Nitekim Türkiye’de AB üyeliğimize karşı bir kesim olduğu gibi bunun karşısında da ne pahasına olursa olsun AB’ye girmemiz gerektiğini düşünen bir başka kesim var. Bu kesimlerin ileri sürdüğü görüşlere itibar eden var, kesinlikle yanlıştır diyen var. Bu süreçte ortaya çıkan canlı tartışmanın yararlı olduğuna inananlardanım.

Geçenlerde tanıdığım ve çok önemli görevlerde bulunmuş emekli bir büyükelçimiz şöyle diyordu: “Biz AB’ye üye olsak da olmasak da, eğer bu reformları gerçekleştirirsek zaten en azından bir İsviçre veya Norveç oluruz. Varsın ondan sonra AB’ye tam üye olmayalım!” Bu görüşte de haklılık payı fazla. Türkiye, ne yapıp yapıp Atatürk’ün öngördüğü çağdaş uygarlığın üzerine çıkma hedefini yerine getirmelidir. Bu, mutlaka AB ile olacak değil elbette. Biz, ülkemizi kendimiz için daha yaşanılır hale sokacağız, başkası için değil.

Neyse, bugün ele almak istediğim konu AB ile ilgili, ama ben birkaç gündür gündemimizi meşgul eden ve sonunda yine sinirlerimizi bozmaya muvaffak olan bir olaydan söz etmek istiyorum. Türkiye, NATO Genel Sekreteri olmak isteyen, hem Türkiye’ye hem de tüm İslam dünyasına olumlu gözlerle bakmadığı bilinen Danimarka’nın o burnu pek büyük başbakanına bir tavır koymaya kalkıştı. Rasmussen’in bu göreve gelmesini istemediğimiz açıklandı bizzat Başbakan Erdoğan tarafından. Sanıyorum, bir kamuoyu yoklaması yapılsaydı Türk başbakanının bu tutumunun ülkemizde yüzde doksanların üzerinde bir kabul gördüğü anlaşılırdı. O ara AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Rehn, hiç münasebeti yokken NATO genel sekreteri seçimindeki tutumu ile Türkiye’nin AB üyeliğini tehlikeye sokacağı açıklamasını yapmaz mı? Ve de şansölye Merkel de hemen aynı doğrultuda bir açıklama yapmaz mı? Ben Sarkozy’nin bu konuda bir şey dediğini duymadım. Ama bugünkü Türk basını ABD Cumhurbaşkanı Obama’nın Türkiye’nin AB’ye girmesi konusundaki talebine saniye gecikmeden karşı gelmiş hazret. Bayan Merkel de o ünlü ve ne olduğu bir türlü anlaşılamayan “imtiyazlı ortaklık” garabetini yeniden ortaya atıvermiş. Türkiye’nin vetosunu kaldırmasıyla da NATO genel sekreteri olan Rasmussen daha ülkesine döner dönmez verdiği sözden dönerek Roj TV’nin kapatılmasının pek de söz konusu olmadığı doğrultusunda bir açıklama yapıvermiş! Ne demeli, biz bu “ucu açık ” sözleri artık tanıyoruz (mu acaba?).

Türkiye’yi bir türlü içine sindiremeyen, hukukun yıkmaya çalıştığı anlamsız vize duvarlarının ardında kendisini “Türk tehlikesinden”(!) korunmuş kabul eden ve boş gündemini sürekli olarak bir Türk sorunu ile doldurmaya çalışan bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Bu Avrupa’daki yaklaşım. Pekiyi, sırf Türk isimli veya ne bileyim herhalde Müslüman olduğu için bir Alman siyasi partisinin eş başkanını ülkesinin hududundan içeri geçirmemeye çalışan ve 11 Eylül terör saldırılarından sonra dünyadaki tüm Müslümanları terörist olarak gören ABD’deki zihniyete ne demeli? Yeni Başkan ile ABD’nin daha farklı açılımlara girmesi bekleniyordu. Bunu umarken Cem Özdemir olayını öğreniverdik. Adeta olumlu beklentileri yalanlamak istiyorlar.

Bu hafta sonu açıkçası keyifleri kaçırtan olaylarla oturduk kalktık. Ben yine de herkese keyifli bir hafta diliyorum.

Dr. O. Can Ünver

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.