SANATIN İNSANIN DEĞİŞİMİNDEKİ ÖNEMİ…

ABONE OL
11:54 - 23/10/2020 11:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Sanatın insanı yaşamın içinde farklı kültürlerin değişimselliğine bırakmasının yanında asıl görevi, insanın insanı yaratmasında aldığı görevdir. Türkiye’de ne yazık ki bu değişimi görmek mümkün değil. Sanatı sanat olmanın dışında bırakan bir zihniyetin oluşumundaki düzende, insanın insanı yaratmasının mümkün olmayacağını biliyorum. Sanatın getirdiği değişim içinde, eğitim, kültür ve bilimselliğinde önemi yatar, biz bu değişimin ötesinde bir dünyanın yerleşmesinin senaryolarını hazırlarken, farklı bir değişimden söz etmek mümkün değil.
Sanat hangi alanda olursa olsun, ‘Yeni Dünya’ nın yapısını biçimlendirmeye yardım ediyor. Sanatın yapısında bu ayrıcalığı gördüğümüzde, sanata can veren, şekil veren, biçimlendiren sanatçı hâlâ bu ülkede saygı görmüyor. İnsanın insanı aşma savaşının yaşandığı bir dünyada sönmeyen ateşin tam ortasındayız. Peki, şimdi sisteme hâkim olanların bu önemi kavradıklarını biliyor muyuz acaba? Ya da yaklaşan tehlikenin ne kadar farkındalar dersiniz?

SCHWEİTZER 1952 NOBEL barış ödülü sahibi, ödül sonrasında yaptığı konuşmada ” …Sisteme hakim olanların kendi gelecekleri adına yaşadıkları hırs, kin, ihtiras, bencillik ve açgözlülük ve sahip oldukları gücü bir gün kaybetme korkusuyla yaptıkları yanlışlar, yeni dünya düzeninde kendi toplumunun geleceğini de yok edecektir.” Ben şimdi bu güzel sözlerin kendi ülkemde yaşandığını görüyorum.
Türkiye’de inançların getirisiyle yaşatılan senaryonun içinde sanat unutuldu, bilim unutuldu, çağdaşlık ve aydın düşünce yok edildi, bilim karşısında her zaman din getirildi, din bilimden her zaman rahatsızlık duyar, ama benim eğitim seviyesi düşük kırsal kültür etkileşiminde kalan halkım bunun hala farkında değil, nereye sürersen sür konuşamayan bir toplum, çıkıp da ”beni nereye sürüyorsun” diyebilir mi? Bana göre Türkiye’nin şu anda yaşadığı tıkanmada da bu anlayışın verdiği kararın bir göstergesi değil mi? Sisteme hâkim olanların yarattıkları bu toplum, işte Türkiye’nin nasıl bir sona sürüklendiğinin bir resmini gösteriyor aslında. Şimdi sanatı anlatırken duyduğum acının tarifini asla burada paylaşacak gücüm de yok açıkçası.
Benim ülkemde bu anlayış, sanatı ve sanatçıyı, bilim ve aydınlığı, Atatürk devrimlerini, O’nun eserlerini ve düşünce anlayışını, yok etmek için ne gerekiyorsa yapıyor. Gelecekte aydınlık çağdaş bir Türkiye görmeyi asla düşünmüyorum, işte duyduğum asıl acı budur. Türkiye nereye sürükleniyor demekten kendimi alamıyorum, bu ülkede insan olmanın ve insan olarak insanı yaratmanın artık heyecanını yitirdim ben.
MİSTİK TV DİZİLERİ…
Televizyonlarda yayınlanan programlara bakıyorum, onlarca anlamsız senaryoların yazıldığı ve uzadıkça uzatılan, içi boş TV dizilerinin, topluma verdiği hiç bir şey yok, düzeysiz ve sadece zamanın akışında kalmasının ayarlandığı senaryolar, Türk halkının yüzde 75’i saatlerce bu dizilerle zaman öldürüyor, biri bitmeden diğeri başlıyor ve hayal dünyasında yaşayan Türk halkını başka bir hayalin yaşandığı diğer dünyanın ortasında bırakıyor.
Toplumu eğitici ve kültürel anlamda kalıcı projelerin içinde olacak bir çalışma da görmek mümkün değil, Türk halkı bir uykuda ve bu uykudan uyandığı zaman yine dizilerin yarattığı uyuşukluğun ortasında buluyor kendini, burada izlediği dizi kahramanlarının yansıttıkları senaryonun asıl kahramanları kendileri olduklarını sanıyorlar ve uyumaya böyle devam ediyorlar, asıl önemlisi de burada siyasal sisteme hâkim olanların bu gidişattan mutlu olmaları, zira halk uyumaya devam ettiği sürece neyin nasıl yaşandığını, ülke gerçeğinin nasıl biçimlendiğini, kendisini yönetenlerin ülkeyi nereye sürüklediklerini, bu tehlikenin ne olduğunu göremiyor yazık ki.
Bir dizide oynadığı an, kendini kahraman sananların, sanatı nasıl yozlaştırdığını da yazmadan geçemeyeceğim. Sanatın adını bile anlatamayanların bu ülkede kendisine sanat kahramanı adını koyarsa, ben sanatın bu ülkede artık yok olmaya başladığını söylemek isterim. Burada adlarını sıralamak istemiyorum, ancak topluma hiç bir getirisi olmayan dizilerin yarattığı toplumsal sendromun gelecekte kendini göstereceğini biliyorum. (RTÜK) hala ne yapar bunu anlamış değilim, topluma hiç bir katkısı olmayan TV dizilerinin hala nasıl olurda seyredilmesine izin verir anlamıyorum ve asıl felaket de kadın ve (evlendirme) programları, işte asıl yıkılmış Türkiye gerçeğini burada görmek mümkün bana göre.
Türkiye’de artık sanat yok edildi, sanatın adına Başbakan (UCUBE) adını koydu, dünya böyle yazıyor, ”Türkiye’de sanatın adı UCUBE.” Bir büyük ülkenin Başbakanına bu sözlerin yakışmadığını söylemek isterim, yazara ”kaleminden lağım akıyor” sözü Türkiye Başbakanına ait bir söz değil mi? Bunlar hiç de hoş olmayan sözler, keşke Başbakan sanatı sevseydi, sanatçıyı sevseydi, neden sanat ve sanatçıdan bu kadar nefret eder bunu burada anlatmak istemedim.
Çağdaş bir ülkenin Başbakanı sanatı tiyatroyu sanatçıyı sevmiyor, toplumsal değerlerini unutan bir Türkiye gerçeğinde halkın hala okumak ve çağdaş değerlerde kalmasının bir kurtuluş olabileceğini unutmadan karşı durması bazılarını ürkütüyor, rahatsız ediyor. Medyanın yarattığı içe kapanmaksa demokrasinin yalnız bırakılmasının adıdır.
Bir ülkede kendisini yönetenleri sorgulayamayan bir toplum yaratılmışsa, burada demokrasi yok demektir. Çağdaş değerleri savunan kaç medya kuruluşu kaldı? Düşünceye biat edeceksin korkusunu verirseniz asla özde bir demokrasiyi hayal edemezsiniz.
ALMANYA’DA DURUM NASIL…
Bugün Almanya da yaşayan Türk toplumu, ne yazık ki tüm bu değerlerden uzakta kalmış durumda, okumayan ve saatlerce TV başında anlamsız içi boş TV dizilerini seyrediyor, dedikodu yapmak ve onu bunu çekiştirmek asıl yetenek burada becerdiğimiz en iyi iş bu bana göre. Eğitimde son kuşağın başarılı olduğu inkâr edilemez, ama kendilerini burada Türk toplumunu temsil yetkisinde görenlerin daha duyarlı çalışmalar içinde olmaları.
Özellikle Alman Türk Toplumu adıyla faaliyet gösteren bir kurum var adı (TGD) peki ne iş yapar bu kurum? Sadece basında zaman zaman resim vermek ve içi boş anlamsız kalıcılığı olmayan çalışmalara isim bulmaya çalışan bir dernek konumunda. Bunca yıl Türk toplumu adına ne yapmış? Ne zaman elini taşın altına koymuş? Sadece kendi imtiyazlarını kaybetmemek adına hala bu kuruma başkanlık yapma ısrarı neden? Kurum adı kullanılarak yapılan anlamsızlıkların sorgulanmasında neden geride kalınıyor, bana göre her dönem temsil ettiği toplum tarafından sorgulanmayı istemelidir, bunun da ötesinde bu güne kadar hiç bir şey yapmayanların gelecek kuşakların önünü açmak adına duyarlı olmalarıdır. Mesele sadece yıllardır yaşanan bir kimlik imtiyazlık mevki kazanımları olmamalı, gösteri çalışmalarının dışında sorumluluk alanların elini taşın altından kaldırmamalarıdır. Senelerdir bu derneklere başkanlık edenlerin, her dönem çıkıp temsil ettiği halka kendilerini sorgulama şansını vermeleri gerekir. Özellikle (TGD) ve ona bağlı kurumlar (TGH) gibi, Zaman zaman eleştirilmekten korkmamaları gerekir, eleştirilmekten dolayı yapılanların bir önemi varsa bunu içtenlikle kendi halkına anlatmalıdır. Hala Hamburg (TGH) de nedense yeni bir yapılanmaya gidilmediği ortada, kaldı ki düne kadar yaşananların sıcaklığı soğumadı, âmâ bakıyorum da hala kimsenin umurunda değil aldıkları sorumluluğun ciddiyeti. Peki, bu kurum kurulduğu günden beri ne yaptı ve ne yapar? Bugüne kadar bu derneğe başkanlık edenlerin bunca yıl yaptıklarını, kendi halkına sorgulama şansını sunabildiler mi?
Türk toplumu adına bugüne kadar ortaya konulan, etkin olmayan korkunun getirdiği, sadece kendi çıkarlarının içinde olmak adına bir yapılanma gösterenlerin daha etkin olarak sorgulanmayı istemeleri gerekirdi. Sanat, eğitim, bilim ve kültürel çalışma programları nerede? Türk toplumunun yıllardır düştüğü çarkın ortasında kalmasının gelecekteki sıkıntılarını ne zaman görecekler acaba? (TGD) buna bağlı olarak (TGH) hala kendi kimliğini arayışı içinde. Etkin kalıcılığı olmayan toplantılar, proje adıyla dosyalanan içi boş çalışmalar, bu güne kadar Türk toplumu adına yapılanların sadece tıkanmasını sağlayan senaryolar bana göre? Artık bu kurumlara hükmedenlerin başını iki elinin arasına alarak geçmişi ve bundan sonrasını düşünmelerinin zamanının geldiğidir, burada yazdıklarıma sakın ola ki kızmasınlar, eleştirilmek ve bundan akıl almak, feyz almak bana göre daha rasyonel çalışmalara yönelmektir. Eğer eleştirilmeden rahatsızlık duyuyorsak işte burada yaptığımız işte kendi çıkarlarımızın bir getirisini aramakta inkârcı olmamalıyız. Kâğıt üzerinde göstermelik çalışmalar değil, daha duyarlı ve sorumluluk anlayışı içinde projeler üretmek gerek.
Ben (TGD) ve onun çalışma grubu olan (TGH) nin, artık içine düştüğü tıkanmadan kurtulup temsil ettiği Türk toplumu adına bundan sonra daha duyarlı çalışmalar içinde olmasını bekliyorum. Zira Almanya’da şartların her geçen gün daha da zorlaştığının bilinmesidir. Bu gerçekleri kendi halkıyla paylaşmak bana göre en önemli alınması gereken sorumluluktur. (TGD) ve (TGH) nin bunu becerebilecek potansiyeli var bunu biliyorum, ama yeter ki doğrularda buluşmayı başarabilelim, âmâ bunun buraya kadar gerçekleşmediğini görmek bundan sonrası içinde umutlu olduğum anlamına gelmiyor. Dilerim yanılan ben olurum.
ALMANYA (ADD) LERİ…
Almanya’da faaliyet gösteren (ADD) leri bana göre keşke kapatılsa derim. Hiç biri bana göre bu güne kadar çağdaş düşüncenin ürünü olamadılar, Atatürk ve cumhuriyeti anlatamayan kişilerin kuruma hâkim olmalarını kabul etmek mümkün değil. Atatürk ve devrimleri onun çağdaş cumhuriyet anlayışının yok edilmeye başlandığı bir dönemde, hala bu kurumlar sessiz, salonları dolduramayan, toplumla paylaşacakları bir programları olmayanların Atatürk’ü temsil etmeleri üzüyor beni. Kendilerine imtiyaz aramak adına kuruma zarar vermektir.
Yurt dışında yaşayan Türk toplumu, özellikle Almanya’da yaşayan Türk halkının çağdaş değişim anlayışını yakalayabilmesi adına en etkin çalışmayı yapacak olan kurum bana göre (ADD) leri olmalıydı. Bugün din kültürüne ayrılan zamanı keşke çağdaş değerlerde de gösterebilseydik. Ama baktığımda ne yazık ki burada yaşayan toplum içine düştüğü tıkanmayı aşamıyor ve bu gidişle aşamayacak bunu da burada söylemek isterim. Artık bu zihniyetin değişmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Eğitim kültür sanat ve bilim bu ülkede yaşıyorsak bize gelecek için yol gösterecek en önemli değerlerdir, yeter ki dedikodu ve sen-ben kavgasının iki ayrı düşmanlık yarattığı anlayışın dışında kalabilelim. THE GUARDİAN gazetesi ”Türkiye yurtdışında yaşayan kendi toplumuyla çağdaş değerlerde buluşamıyor” diye yazıyor, haksızda değil gazete, ama şimdi geçte olsa bunu bizim başarma zamanımızın geldiğidir, elbette son yıllarda Avrupa’daki Türk kültürü adına çok önemli çalışmalar yapılıyor, edebiyat adına yapıla çalışmalar göz ardı edilemez. Keşke kadınlarımızın eğitim adına yaşamaları gereken gerçeği daha etkin görebilseler, sevgi bağını oluşturmak, onu bunu çekiştirmemek, ardından konuşmamak namertlik duygularının yok edilip yerine bir arada yaşamanın saygın kültürüne bir isim koymanın erdemini coşkusunu yaşayabilseler.
Burada yaşamanın dışında başka kaçış şansımız var mı? Tüm dünyaya insan olmanın insan olarak kalmanın, yani insanın insanı yaratmanın Türk toplumu adına tarihe kazınmasının adını koyabilelim. Sanatın insan olmada önemini unutmadan.

Prof. Dr. Levent Seçer

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.