“Her sabah olduğu gibi o sabah da evinden eşiyle vedalaşıp çıktı. Akşamüstü bir sergi açılışına davetliydiler. Eşine biraz erken geleceğini, ona göre hazırlanmasını söyledi. Sonra büyükelçilik konutunun kapısında bekleyen makam aracına yöneldi. Genç şoförü babası gibi sevdiği Türk Büyükelçisini gülümseyerek selamladı. Büyükelçi arabaya oturdu. Birlikte sonu olmayan yolculuğa çıktılar. Yaklaşık on dakika sonra Sen Nehrinin üzerindeki köprülerden birinin üzerine pusu kuran ölüm onları bekliyordu. O gün büyükelçi ile makam şoförü birlikte ebediyete uçtular. Halkları birbirine kırdırmaktan çıkar uman birilerinin masa başında tezgâhladığı, giderek mistik ve tarihi bir kan davasına dönüşen kanlı ASALA çılgınlığının kurbanları olarak…”
Yukarıda anlattığım olay Paris Büyükelçimiz İsmail Erez’in şehit edilmesine ilişkindir. 1973’den 1994’e kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin yurtdışında görev yapan memurlarına ve Ankara Esenboğa ve Paris Orly hava limanlarında yapılan kanlı saldırılarda onlarca masum insan kimseye yararı olmayan ve olmayacak bir tarihi kan davasına kurban verildi. Bu cinayetler daha sonra ASALA’dan sonra farklı yöntemleri ve örgütlerini ülkemizin bölünmesi için kullanmak isteyenlerce durduruldu. Fakat uluslararası suçlama kampanyası şiddetini arttırarak, şekil değiştirerek sürdü gitti. Suçlamayı sürdürenler bu kanlı cinayetlerden veya Azerbaycan’ın Hocalı kentinde yaptıkları katliamlardan hiç söz etmediler.
Türkiye’yi suçlamaya kalkışanların arasında kendi kanlı geçmişlerine ortak arayanlar, bilmedikleri ve öğrenmek de istemedikleri bir tarih hakkında kolektif bilinçlerine yerleşmiş olan Türk düşmanlığına vicdanlarını teslim eden cahiller, Türkiye’yi sıkıştırarak bilmem beyinlerinin neresinde sakladıkları stratejik hesaplarla hareket edenler ve günün birinde tüm bunların desteğiyle Türkiye’den tazminat ve toprak koparmaya çalışanlar var. Yani cephe geniş. Ve bu geniş cepheye şimdi Türkiye içinden de örgütlü destek buldular, iş onlar için tadından yenmez hale geldi.
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi mirasçısıdır. Ancak yeni devletimiz Osmanlı’nın işlemediği bir suç için sorumlu ilan edilemez. Geçmişte olan biten acı olayları soğukkanlılık ve bilimsel gözle bugüne kadar sadece Türk tarihçileri irdelediler, arşivler tarandı, gerçekler ortaya çıkarıldı. Birleşmiş Milletler tarafından ilk kez 1948’de tanımı yapılan “soykırım” 1915 yılında Doğu Anadolu’dan güney bölgelerine göç ettirilen Türkiye Ermenileri açısından söz konusu değildir. Ne hukuken, ne de tarihi açıdan.
Şimdi tüm bunları bilmeden veya bilmezlikten gelerek birileri tarafından kimin adına ve kimden olduğu anlaşılamayan bir “özür dileme” kampanyası açılmasının mantığını anlamak çok güçtür. Aslında yapılan iş, feodal-gerici ve farklı bir şoven anlayışın eseridir. Kimden kimin adına ve ne için özür dilenmeye kalkışılmıştır? Bu kişiler böyle bir kolektif yetkiyi kimden almışlardır? Bu mantıkla, örneğin Nazi Almanyası’ndan sonra kurulan Almanya Federal Cumhuriyeti’nde doğan herkes Yahudi soykırımından sorumludur ve İsrail’den herkesin özür dilemesi mi gerekmektedir? Kaldı ki çağdaş Türkler ne kendilerinin ne de atalarının yapmadığı bir soykırım için neden özür dileyeceklerdir? Şimdi merak ediyorum, kendileri için bu mantığı saçma bulanlar acaba Türkiye’deki bu özür saçmalığı için ne diyecekler?
Asıl özrü, onlarca vatan evladını anlamsız bir iddia uğruna yitiren Türkiye Cumhuriyeti’nden ve şehitlerimizin ailelerinden ASALA kanlı terör örgütünü kurduran, besleyen ve bu örgüt içinde cinayetler işleyenlerin dilemesi gerekmektedir. Mevcut Ermenistan yöneticileri Hocalı’da, Dağlık Karabağ’da herkesin gözü önünde katlettikleri günahsız insanlardan, onların acılı yakınlarından özür dilemelidirler. Her ne kadar böyle özürler onları geri getirmeyecek olsa da…
Hepinize iyi bir hafta dilerim.
Dr. O. Can Ünver
ALMANYA
2 saat önceALMANYA
4 saat önceALMANYA
4 saat önceGÜNCEL
4 saat önceGÜNCEL
4 saat önceGÜNCEL
10 saat önceALMANYA
11 saat önce