ORUÇ VE KEFÂRET 2020

ABONE OL
11:27 - 23/10/2020 11:27
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

-Dinin belirli yasaklarının ihlâli durumunda yapılması istenen malî veya bedenî ibadet, İslâm Ansiklopedisi’nde böyle tarif ediliyor kefâret-

Kefâret; sözlükte “örtmek, gizlemek, inkâr etmek” mânasındaki küfr kökünden gelen kefâret (keffâret) günah ve hataları örtücü, telâfi edici kurban, sadaka, oruç gibi davranışları ifade etmektedir. Kefâret kelimesinin Arapça’ya, “günahları telâfi etme, ortadan kaldırma” anlamına gelen İbrânîce kappârâ ve onun kökü olan kipperden geçtiği ileri sürülmektedir.

Kefâretin kaynağı konusunda dinler arasında farklılıklar vardır. Bazı dinlerde, Tanrı’nın yapılan yanlışı telâfi etmeye yönelik emri ve günaha düşenlerin vicdanı kefâretin kaynağı olarak görülmektedir.

Kefâretin kaynağını sadece toplumsal felâket ve hastalıklardan kurtulma arzusuna dayandıran inançlar da vardır. Bu anlayışın en belirgin örneklerine ilkel kabile inançlarında rastlanır. Aslında birçok dinde toplumun başına gelen felâket ve hastalıklar, insanların Tanrı’nın istemediği bir işi yapmak suretiyle O’nu öfkelendirmesinin sonucu olarak görülür. Bu öfkeyi toplumdan uzaklaştırmak, Tanrı ile yeniden barışmayı sağlamak ve O’nun nimetlerinden mahrum kalmamak maksadıyla çeşitli kefâret eylemleri yapılır. Bu eylemler yalvarma, takdimeler sunma, kurbanlar kesme ve günahları kurban olarak seçilen hayvanlara yükleme ritüelleri şeklinde icra edilmektedir.

Hinduizm, günahı dünyanın nizamına karşı işlenmiş bir suç diye gördüğü ve onu hastalık gibi sirayet edici maddî bir şey olarak algıladığı için kefârete oldukça fazla önem vermiştir.

Hinduizm’de dolunayla başlayarak bir ay süreyle oruç tutmak, bazı kutsal ırmaklarda yıkanmak, hac mekânlarını ziyaret etmek, fakirlere yardımda bulunmak gibi kefâret uygulamaları vardır.

Zerdüştîliğe göre günah işlememek günahın kefâretini ödemekten daha iyidir. Fakat kişi bir defa günah işlediyse yapacağı en iyi şey vakit geçirmeden kefâretini ödemektir. Samimi bir duyguyla yerine getirilen kefâret Ahura Mazda (Baş Tanrı) ile insan arasındaki ilişkiyi yeniden düzeltir. Kefâretin en pratik yollarından biri yatmadan önce kısa bir tövbe duası okumaktır. Diğer bir uygulamaya göre günahkâr kişi Dastur adını alan rahibin önünde günahlarından tövbe eder. Ayrıca çeşitli hayırlarda bulunmak da kefâretin gerekli şartlarındandır.

Japon halk dini Şintoizm’de kötülük, kirlilik olarak algılandığı için kötülüğün çaresinin de tövbede değil arınma ve temizlenme ritüellerinde olduğuna inanılmaktadır. Şintoizm’de kefâret maksadıyla yapılan âyinlerden biri de mâbeddeki sunağa tanrılar için takdimeler bırakmaktır.

Konfüçyüsçülük öğretisinde ise her günahın mutlaka karşılığının görüleceği belirtilmektedir. Bu sebeple günah işleyen kişi günahının karşılığını ödeyerek telâfide bulunmalıdır.

Yahudiliğin ilk dönemlerinde kefâret gününde başrahibin idaresinde çeşitli arınma âyinleri yapılmakta ve kurbanlar takdim edilmekteydi. Başrahip kendisi ve ruhban teşkilâtı için günah itirafında bulunarak kurban sunmakta, ardından toplumun günahlarına kefâret olacak âyinlere başlamakta, bu amaçla getirilen iki tekeden kura ile seçilen birini toplumun günahları için kurban ettikten sonra elini “günah keçisi” denilen diğer keçinin başına koyarak toplumun günahlarını ona yüklemekteydi. Daha sonra günah keçisini mâbedin kapısına çıkarıp görevlilere teslim etmekteydi. Böylece bu görevliler günah keçisini çöle sürüp günahları toplumdan uzaklaştırmış olmaktaydı (Levililer, XVI).

Hıristiyanlık, kefâreti, sadece fert veya toplumun işlediği günahları affettirmeye yönelik bir davranış olarak değil aynı zamanda Hz. Âdem’den gelen “aslî günah”ın Hz. Îsâ tarafından ortadan kaldırılması olarak görmektedir (Matta, XXVI/26-28; Markos, VIII/31; X/33-34, 45).

Hıristiyanlığa göre insanlığın atası Âdem’in işlediği ilk günah ve onun cezası olan ölüm bütün nesillerine sirayet etmiştir (Romalılar’a Mektup, V/12, 19). Doğrudan doğruya Tanrı’ya karşı işlenen böyle ağır bir günahı ancak Tanrı’nın kendisi giderebilirdi. Bu sebeple Tanrı biricik oğlu Îsâ’yı insan şeklinde yeryüzüne göndermiş, Îsâ insanlığın günahlarına kefâret, tek ve gerçek kurban olarak kendisini sunmak suretiyle insanlığı aslî günahın tahakkümünden kurtarmış, Tanrı ile insanlık arasında barışı tesis etmiştir.

Bu kurtuluş ve barış ortamına kavuşmak ancak Îsâ’ya iman ederek vaftiz olmakla mümkündür. Vaftizle kişi, Îsâ’nın kefâretiyle oluşan inâyete iştirak ederek bundan pay almakta, böylece aslî suçtan ve diğer günahlarından arınmaktadır (Telfer, s. 18).

İslâm’da kefâret, dinin belirli yasaklarını ihlâl eden kimsenin hem ceza hem de Allah’tan mağfiret dilemek maksadıyla yükümlü tutulduğu köle âzat etme, oruç tutma, fakiri doyurma ve giydirme gibi malî veya bedenî nitelikli ibadetlerin genel adıdır. Kefâret, işlenen kusurlu davranış, hata ve günah dolayısıyla Allah’tan af ve mağfiret dileme mânasına geldiğinden geniş anlamıyla tövbenin bir türüdür. Kişiyi gönüllü olarak şahsen olgunlaştırmayı ve eğitmeyi, bu vesileyle ayrıca sosyal yapının da güçlendirilmesini hedef alır.

Kur’an’da kefâret kelimesi üç âyette dört defa geçmekte olup bunlardan kısastan söz eden âyette, yapılan bağışlamanın ya da malî fedakârlığın işlenen günah için kefâret olacağı bildirilir (el-Mâide 5/45).

Diğer âyetlerde bilerek yapılan yeminin (el-Mâide 5/89) ve ihramda iken avlanma yasağını ihlâlin cezası açıklanır (el-Mâide 5/95).

Ancak Kur’an’da kefâret kavramına atıf bundan ibaret olmayıp hacda tıraş olmak, hatâen adam öldürmek ve zıhâr yemini gibi belirli kural ve hak ihlâlleri halinde de kefâret kelimesi kullanılmaksızın bu mahiyette bazı yükümlülükler getirilir (el-Bakara 2/196; en-Nisâ 4/92; el-Mücâdile 58/2-4).

Ayrıca Kur’an’da genel bir anlatımla, işlenen günahların ve yapılan kötülüklerin Allah hakkına taalluk eden kısmının tövbe, iyi davranışlar, iman ve sâlih amelle bağışlanıp örtüleceği sıkça tekrarlanır ve müminlerin de böyle dua etmesi öğütlenir (Âl-i İmrân 3/193, 195; en-Nisâ 4/31; el-Mâide 5/12, 65; el-A‘râf 7/153; el-Enfâl 8/29; Hûd 11/114; et-Tegābün 64/9).

Bu âyetlerde kullanılan “tekfîr” kalıbının dinî terminolojideki kefâret kavramıyla hem kök hem anlam birliği vardır.

Oruç Kefâreti

 

Kur’an’da yer almayıp Hz. Peygamber tarafından vazedilen oruç bozma kefâreti, herhangi bir mazereti bulunmaksızın Ramazan orucunu kasten bozan kimseye gereken kefâreti ifade eder. İslâm’ın beş temel şartından biri olan oruç ibadetini yerine getirmekte zorlanan kimselere bir dizi kolaylık ve ruhsat getirilmiş, ayrıca kasten oruç tutmayan veya başladığı orucu meşrû bir mazerete binaen bozan kimseye de tutulmayan orucu kazâ etmesi imkânı tanınmıştır. Bu ruhsat ve imkânlardan sonra başladığı ramazan orucunu hiçbir mâkul ve haklı görülebilir sebep yokken bilerek ve isteyerek bozan kimsenin durumu ağır bir kusur ve suç kabul edilmiş, böyle kimselere, bu hatalı davranışlarından dolayı Allah’tan af dileyebilmeleri için biri yine oruç cinsinden olmak üzere üç tür ibadetten biri kefâret olarak öngörülmüştür. (Geniş bilgi için bkz., TDV. İslâm Ansiklopedisi, Kefâret Maddesi)

İslâm Ansiklopedisi’nin verdiği bu bilgilerden anlaşıldığına göre hem vahye dayalı olmayan dinlerde hem de vahye dayalı olan dinlerde kefâret uygulaması vardır. Tanrı’ya karşı işlenen bir suçun telafi edilmesi için uygulamalar. Suçlu sayılan kişiyi cezalandırma yöntemleri.

Oysa Kur’an, yemin, zıhar, kâtil, hac ve umre ibadetlerindeki kefâretten bahsederken, kişinin hür iradesiyle iftar etmesini/orucunu bozmasını dışarıda bırakır. Fakat geleneksel fıkıh kitaplarımızda orucunu bile isteye bozan Müslümana verilecek cezadan özel başlık altında bahsedilir. Çünkü, bu kişi günah işlemiştir. Bu günahtan kurtulabilmesi için Ramazan ayından sonra kesintisiz olarak 60+1=61 gün oruç tutacaktır. Hüküm Koyucu, her ne sebeple olursa olsun orucunu bozan Müslüman için 1 gün kaza etmesini buyurmuştur. Peygamberimiz de bu yolu takip etmiştir. Sonradan bu yol terkedilmiş ve Hüküm Koyucu’ya kendi dinini öğretme küstahlığına soyunulmuştur.

Burada Allah adına, O’nun kullarına ceza vermek gibi bir zulüm vardır. Böyle bir zulmün, Allah’ın dinine fatura edilmesi manidardır. Hüküm Koyucu’nun hükmü oldukça açıktır: ” İçinizden her kim (Ramazan ayında) hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca daha sonra oruç tutsun.” (2/Bakara Suresi 184; çeviri Mustafa Öztürk)

Allah rızası için oruç tutan Müslümanın, öyle veya böyle, hiçbir mazereti yokken orucunu bozması mümkün değildir. Mazereti vardır ki, orucunu bozmuştur, iftarını yapmıştır.
Oruçlu bir Müslüman, özel durumuna göre, kendini mazeretli görürse, mazeretli sayarsa, orucunu iftarını yapar. Bu ruhsattır ve mazeretli Müslümana Allah tarafından verilmiştir.

Kur’an’ın buyruklarına göre Müslüman, ibâdet yapıp yapmama konusunda hürdür. İbâdet bu hürriyet içerisinde yapılırsa bir anlam kazanır. Allah kimsenin başına bekçi tayin etmemiştir, peygamberi de dahil. Buyruk şöyle, “Biz seni, onlar üzerinde koruma memuru, denetçi ve inzibat olarak görevlendirmedik. Sen onların adına Allah’a karşı savunma yapamazsın; Allah adına onların üzerinde zor da kullanamazsın.”(6/En’am 107; çeviri, Ahmet Tekin)

Katı’ut-tarik (yol kesen, eşkiya) Kur’an’da kendisine delil bulamayınca, Kefârete delil olarak şu hadisi gösterir:

– Bir adam Peygambere gelerek” Mahvoldum!”dedi,
– Peygamberimiz; Seni mahveden şey nedir ?
– Adam; Ramazan da hanımımla ilişkide bulundum.
– Peygamberimiz: Köle azâd edebilir misin ?
– Adam: Hayır.
– Peygamberimiz: Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin ?
– Adam: Hayır.
– Peygamberimiz: Altmış fakiri doyurabilir misin ?
– Adam: Hayır.
– Peygamberimiz: Adama biraz hurma vererek al bu hurmaları dağıt dedi.
– Adam: Bizden fakiri var mı ki ben bu hurmaları dağıtayım?
– Peygamberimiz: Güldü ve adama, git bunları ailene yedir dedi.”(Kütüb-ü Sitte Muhtsarı Prof.Dr.İbrahim Canan c.9 s. 529)

Bu hadis ışığında kefâreti ilim adamları değerlendirmiş ve şu sonuçları elde etmişler:

1- İmam Hanefi, kasten bozulan orucunu bozan kişiye 61 gün ceza verilir, demiş.
2- İmam Şafiî, keffâret sadece, kendi isteğiyle cinsi münasebet yapan erkek için geçerlidir, kadın için geçerli değildir, kadının kaza yapması gerekir, demiş.
3- İmam Malik, hadisteki sıra takip edilir, demiş.
4- İmam Nevevî, keffâret erkeğedir, kadına hiçbir şey gerekmez demiş. Çünkü keffâret mehir gibidir, mehir de erkeğe mahsustur, demiş.
5- İmam Hanbel, kadına da erkeğe de kefâret gerekir, demiş.
6- Bazı âlimler de sadaka vermek yeterlidir, demiş. Avf ibn. Malik el-Eşcai, Abdullah ibn. Rihem bunlardandır.

(Fıkh-us Sünne c.II s.47-48, Seyyid Sâbık; çeviri Tayyar Tekin. İslâm Fıkhı Ansiklopedisi c.III s. 173, Prof.Dr.Vehbe Zuhayli;çeviri Ahmet Efe…, Kütüb-ü Sitte Muhtsarı Prof.Dr.İbrahim Canan c.9 s. 530)

Sonuç:

1- Kefâret, ilim adamlarının çoğunluğunun ortak görüşüne göre orucu bozan diğer hususlarla ilgili değildir. Sadece cinsel ilişki ile ilgilidir ve de erkek için geçerlidir, kadın için geçerli değildir. Her ne sebeple olursa olsun oruç bozulduğu zaman, güne gün, oruç tutmakla farz yerine getirilmiş olur. Fetva bu yöndedir.

2- Kefâretin umûmîleştirilmesi ve farz hükmünde görülmesi Allah adına hüküm koymak olur, yanlıştır. O sahabe ile Peygamberimiz’in konuşmalarının sonunda hurmalar o sahabeye kaldı. Adam cezalandırılma yerine mükâfatlandırıldı. Peygamber’in huzuruna eli boş gelen adam, eli dolu olarak geri döndü ve Peygamberimiz’i de keyiflendirdi.

3- Orucu kendi hür iradesiyle bozan/iftar eden bir Müslüman için verilen kefâret cezası, İslâm’dan önceki dinlerden esinlenerek Müslümanların literatürüne katı-ut tarik tarafından özellikle sokulmuş olmalıdır. Dolayısıyla orucunu hür iradesiyle bilerek ve isteyerek bozan kimse için kefâret cezası yoktur. Kur’an bu konuda tamamen suskun kalmıştır. Hüküm Koyucu, kişi tutamadığı o orucu Ramazan ayından sonra kaza edecektir, demişse; sonrası ‘kraldan çok kralcı olmak’ anlamına gelir…

Rüştü KAM

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.