HADİ BAKALIM KOLAY GELSİN

ABONE OL
11:53 - 23/10/2020 11:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 İçinde bulunduğumuz hafta, Federal Almanya için büyük bir imtihanın başladığı ama ne yazık ki, sonucunun tatmin edici olmayacağını tahmin ettiğimiz bir hafta..

Bilindiği gibi on yılı aşkın bir süreç içerisinde, sekizi Türk kökenli, biri Yunan kökenli ve biri de Alman vatandaşı olan bir polis bayan olmak üzere toplam on kişi katledildi ve bu cinayetlerin fail veya failleri bulunamadı. Ne hikmetse..? Bu seri cinayetler nerede işleniyor..?
Federal Almanya’da.. Yani, Avrupa’nın en gelişmiş kriminal teknolojisine, en yaygın istihbarat teşkilatlarına ve çok güçlü bir polis teşkilatına sahip olan bir ülkede..! Derken iki kişinin cesetleri, aynı zamanda içinde yaşanabilen ve ” Wohn-Mobil” denilen bir arabanın içinde bulundu.. Bu kişilerin aslında intihar ettikleri ” Anında ” tespit edildi.. Bu kişilerin kimliklerinin açıklanmasının hemen ardından, aynı bölgeye yakın bir yerdeki bir apartman dairesinde patlama meydana geldi.. Ve böylece de, çetenin aslında üç kişiden oluştuğu, intihar edenlerin, aslında bu üçüncü kişi olan bayanın kiraladığı bu dairede hep birlikte kaldıkları belirlendi ve açıklandı.. Bu arada, on yılı aşkın süredir hiç anılmayan bir ihtimalden bahsedilir olmaya başladı.. Bu üç kişilik çetenin ” Aşırı sağcı National Sosyalist ” çevrelerden olabileceği basına yansıdı.. Ne hikmetse..? Çünkü, patlamanın etkisi ile evde işe yarayacak bir belge kalmamıştı ve bulunamadı..
Ortalıklardan kaybolan bayanın arandığı açıklandı ama bulunamadı.. Bir hafta kadar sonra bu bayan kendiliğinden polise teslim oldu.. Derken, kendiliğinden teslim olan bayanın ilk açıklamalarından sonra bu ihtimal kesinleşti.. Ancak, bu bayan fazlaca bir açıklama yapmadı ve ” Susma Hakkını ” kullandığı açıklandı.. Derken, parça, parça gün ışığına çıkan gerçekler, başta Türkiye ve Avrupa kamuoyunda tepkilere neden olunca, konunun üzerine Alman basını da ciddi bir biçimde gitmeye başladı.. Bu durum karşısında Federal Parlamento’da bir araştırma grubu kurulmasına karar verildi ve kuruldu da… Kuruldu da, bu rezaletler dizisi içinde kimin, hangi kuruluşun kabahatli veya ihmali olduğu tam olarak belirlenemedi.. Ne hikmetse..? Oysa ki; bu komisyona akla gelebilecek bütün sorumlular ve yöneticiler çağrılarak dinlendi..
Derken, teslim olan üçüncü kişi, ” Susma Hakkı ” nı kullanıp kullanmayacağını açıklamadığı halde, hakkında açılan davada yargılanmasına karar verildi.. Ve mahkemenin, Bavyera Eyaleti’nin Başkenti olan Münih’te yapılmasına karar verildi.. Oysa ki; bu dava artık bölgesel olmaktan çıkmış, tüm Federal Almanya’yı, Türkiye’yi, Yunanistan’ı ve Avrupa’nın tüm ülkelerini yakından ilgilendirir hale gelmişti, yani istenseydi, Parlamento araştırma komisyonu gibi, mahkeme de Berlin’e alınabilir, çok daha bağımsız bir hava verilebilirdi.. Bu durumda ortaya çıkan soru şudur..” Neden Parlamento araştırma komisyonu Bavyera Eyalet Parlamento’sunda yapılmadı..? ” Eğer araştırma komisyonu Federal Parlamento’da kurulduysa, neden mahkeme de Berlin’e alınmadı..? Çünkü; hikâyesini başka bir yazıda aktarmak istediğim bir atasözü vardır bu ülkede ” Berlin’de hâkimler var..! ” Derken, mahkemenin yapılacağı salonun küçük olduğu basına yansıdı.. Buna bir çare düşünüleceği yerde inat edilerek bu salonda kalınmasına karar verildi… Derken, mahkemeye katılacak, izleyecek basın mensupları açıklanınca, başka bir skandal ortaya çıktı.. Türk basınına yer verilmemişti ve gerekçe olarak Türk basınının müracaatlarını zamanında yapmadığı gösterildi..
Bu arada, T.C Berlin Büyükelçisi’ne de yer verilemeyeceği açıklandı.. Bazı Alman basın kuruluşları, kendi kontenjanlarını Türk meslektaşları ile paylaşmak istediklerini açıklandı.. Mahkeme ” Olmaz ” dedi.. Derken, bir Türk basın kuruluşu konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürdü.. Tabii; bu belli bir süreci gerektirdiğinden, mahkemenin ertelenme ihtimali ortaya çıktı.. Ancak Anayasa Mahkemesi’nden gelen ters bir kararın ardından, mahkeme, yerlerin çekilişle dağıtılmasına karar verdi ve Türk basını gibi, ilgili diğer ülkelerin basınına da kontenjan tanıdı.. Yapılan çekilişte Türk basınına ayrılan dört yerden ikisi, büyük basın kuruluşuna çıkarken, diğer ikisi küçük kuruluşlar arasında dağıldı.. Ama bu kez de, ilk dağılımda kendisine yer ayırılan bir gazeteci, çekilişten eli boş çıktı ve Anayasa Mahkemesi’ne gideceğini açıkladı.. Derken, yerlerden birisinin, çekilişten ayrılan bir basın organına çıktığı anlaşıldı.. Şimdi elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim..
Sekiz Alman vatandaşı, sırf Alman oldukları için Türkiye’de öldürülseler ve failler on yıl bulunamasa, ardından yapılacak mahkemenin başına da benzer durumlar gelse, başta Alman basını olmak üzere tüm Avrupa ve dünya Türkiye’yi linç etmeye kalkmazlar mıydı..? Politik tehditlerin yanı sıra, boykot konuları bile gündeme gelmez miydi..? Yıllar önceki Marco olayını hatırlayın ve daha şimdiden duruşmaların iki yıl sürebileceğinin konuşulduğunu da unutmayın.. Kim ne derse desin, bu ülkede, basında, poliste, istihbarat teşkilatlarında ve hatta mahkemelerde bile kafatasçılık, ırkçılık var ve son gelişmeler artık bu gerçeği inkâr edilemez bir biçimde ortaya çıkartmıştır.. Her şeyi en açık şekli ile soruşturan Parlamento komisyonu bile bir sonuca ulaşamamışken, bu kadar rezilliğe neden olan bir mahkemenin, gerçekleri tam olarak ortaya çıkarabileceğin mi düşünüyorsunuz yoksa..?
O zaman size 90’lı yılların Sezen Aksu damgalı bir şarkısını hatırlatayım…” Hadi bakalım kolay gelsin, bir acayip zor yarış..! “
Kalın sağlıcakla efendim
 
M. Deniz Olcayto   
 
Ps: Yukarıdaki şarkının sözlerini, yıllarca Berlin’deki TD1 televizyonunda müzik, eğlence redaktörlüğü yapmış olan arkadaşım Zühre Şenevrelsel’den aldım.. Kendisine teşekkür ederim..

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.