”GEÇTİ BOR’UN PAZARI…”

ABONE OL
11:55 - 23/10/2020 11:55
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Bilirsiniz değerli okurlar, böyle bir değim vardır Türkçemizde, vakti geçip, olanlar olduktan sonra tedbir almaya kalkanlar için… „Geçti Bor’un Pazarı, Sür Eşşeği Niğde’ye” diye… Bu duruma düşen yönetim kadrolarının nerede, ne yanlış yaptıklarını fazla araştırmaya gerek yok, çünkü bugünkü hükümetin, bu değimin kullanılmasına gerek gösterecek uygulamalarına kısaca göz atmak yeter…

Özellikle dış politika alanında yapılanlara bakınca hep „Günü Kurtarma” operasyonları olduklarını göruyoruz… Yani, hep bir, kaba taslak A planı… Hedefler tutturulamazsa uygulamaya sokulacak B planı… O da olmazsa, alternatif olarak C planı..! Var mı böyle bir şey..? Yok..! Neden yok..? Dedik ya, hep kısa vadeli ve günü kurtarmaya yönelik girişimler… Dolayısı ile hep yukarıdaki değimi kullanmak zorunda kalan bir Türkiye…
Yazık…
Bugünkü Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu dönem… 2002-2003… ABD’nin Irak çıkartması için Türkiye’yi kullanacağı ve TSK ile birlikte Kuzey Irak’a gireceği kesin sadece pazarlıklar sürüyor… Bakanlar Kurulu kararı ile ABD kullanacağı limanları ve havaalanlarını onarmış… Asker ve savaş malzemesi  yüklü ABD gemileri, bu limanlara ulaşmak üzere yola çıkmış… CHP Grup Kararı almış HAYIR diyecek… Ama AKP EVET denilmesi yönünde bir Grup Kararını, Başbakan olarak yeni göreve başlayan karızmatik lideri Recep Tayyip Erdoğan’a rağmen, alamamış… Neden..? Annan Planı’na EVET dedirtebilmek için koca çınar Rauf Denktaş, hükümet marifeti ile  yıkılmış yerine EVET’ci Mehmet Ali Talat getirtilmiş, AB evet dedirtebilmek için türlü vaadlerde bulunmuş, yapılan referandumda Kuzey Kıbrıs Türkü EVET demiş ama Kıbrıs Rum Kesimi hayır demiş ve buna rağmen ödüllendirilerek AB ye tam üye yapılmış ama KKTC için verdikleri sözlerin hiçbirini yerine getirmemiş… O dönem Dışişleri Bakanı olan bugünün sayın Cumhurbaşkanı hiç birşey yapamamış… Neden acaba..? Aynı yıl Aralık zirvesinde, ortaklık görüşmelerine başlama tarihi alabilmek için, 1999 zirvesinde Türkiye-AB protokollerinin tümünden çıkartılan ve o zirveye kadar, bir daha da geri dönmesi söz konusu dahi olamamış, Kıbrıs şartı yeniden dayatılmış ve Türkiye direnemeden buna evet demiş… Neden acaba..?
Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet, bu hükümetin yaptığı kadar kısa zamanda bu kadar çok ve üst üste dış politika hatası yapmamıştır… Şimdi de, prernsipte doğru olan ama içeriğini kimsenin tam olarak bilmediği protokollerle başlatılan bir Ermeni Açılımı ile Türkiye, kendi dizine kurşun sıkar bir duruma düştü.. İç politikadaki yanlışlıklara, diyalogsuzluklara, uzlaşmaz tavırlara ve „Ben Yaptım Oldu” tavırlarına değinmek için yerimiz yok… Ama bırakın en azından, geçen hafta yazdığım konuya, şu „Demokratik Açılım” konusuna ve Cumhurbaşkanımızın yapması gerektiği halde yapmadığı veya yapamadığı uzlaşma toplantılarına bir hatırlatma yaparak günümüze dönelim… Evet… Düne kadar yazık demekle yetinebilirdik ama bugün durum VAHİM…
Sayın Cumhurbaşkanım… On yılı aşkın süredir TBMM çatısı altında görev yapıyorsunuz… Sayın Süleyman Demirel’in de sayın Ahmet Necdet Sezer’in de Cumhurbaşkanlığı’nı yaşadınız… Hangi dönemde devlet kurumlarının bu kadar uyumsuz çalıştığı, bölündüğü ve bir birine karşı komplolar düzenlediği bir dönem yaşadınız..? Hangi dönemde, bir ilimizin Cumhuriyet Başsavcısı, başka bir ilimizin Cumhuriyet Başsavcısı hakkında dava açtı..? Hangi dönemde adalet makanizması ve polis teşkilatı bu kadar bölündü..? Hangi dönemde, BAŞ KOMUTANI olmakla öğündüğünüz, gurur duyduğunuz veya gurur duymanız gereken, TSK bu kadar hakarete uğradı, aşagılandı ve yıpratıldı da, sizden önceki hangi Cumhurbaşkanı bunları sineye çekti ki, siz hala suskunsunuz..?
Sayın Cumhurbaşkanım…Türkiye’deki siyaseti, yumuşatıcı, uzlaştırıcı, bir arayol bulucu girişimlerde bulunmayabilir  veya bulunamayabilirsiniz, ki zaten, uzlaşmacı ve yumuşak uslubunuza, bilgi,  yetenek ve tecrübelerinize rağmen, Türkiye’nin yarısı Cumhurbaşkanlığınıza, partili yapınızdan arınıp, tarafsız bir Cumhurbaşkanı olamıyacağınıza inandığı için, karşı çıkmıştı… Ama… Anayasamızda yazılı görev tanımlamasına göre, aslı göreviniz devletin kurumları arasında uyumu ve eşgüdümü sağlamak… Lütfen gereğini yerine getiriniz, yani görevinizi yapınız… Ve sonu felaket olabilecek bu gidişi, hertürlü  parti görüs ve çıkarından bağımsız olarak, DURDURUNUZ… Durdurunuz ki, tüm toplum olarak  ”Geçti Bor’un Pazarı Sür Eşşeğini Niğde’ye” değimine muhatap olmak zorunda kalmayalım…
Yukarıda sorduğum bir soruyu, müsaadelerinizle, yine ben cevaplayayım…
Devlet kurumlarının  bu kadar bölündüğü, bir birine karşı komplolar hazırladığı bir dönemi Türkiye yakın geçmişinde bir defa daha yaşamıştı… 12 EYLÜL 1980 ÖNCESI…
Kalın sağlıcakla efendim…
M.Deniz Olcayto

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.