ENERJİ KRİZİ

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Dünya nüfusu artmakta, yaşam için gereken doğal kaynaklar da aynı hızla azalmakta. Türkiye’de son iki yıldır yaşanan kuraklık su kaynaklarımızı neredeyse eritip yok etti. Ankara, zorunlu olarak Kızılırmak suyuna muhtaç oldu, İzmir’e ise arsenik oranı yüksek su verildi. İstanbul’un su aldığı Melen Çayının da hemen yanı başına çöp tesisi yapılıyormuş. Artık bu büyük kentte kullanılacak suyun niteliğini varın siz düşünün. İçme suyu azalırken hidroelektrik santrallerimizin ve bunları çalıştıran barajlarımızın durumunun da iç açıcı olmadığını belirtmek gerekiyor.

Türkiye, tam olarak bilmiyorum ama sanırım dünyanın en pahalı benzinini kullanıyor. Enerjide dışa bağımlılığımızı birkaç kat arttıran doğalgaz ise geçtiğimiz aylarda sürekli zam gördü. Bir de şimdi Rusya ile Kafkaslar’daki kriz nedeniyle aramız bozulur da bu ülkeden gaz gelmezse önümüzdeki kışı nasıl geçireceğiz, artık Allah bilir!

Dünyada doğal kaynakların azalmakta olduğunu söyleyerek başlamıştım. Bu kuşkusuz doğru. Hele son yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti’nin yaptığı inanılmaz kalkınma atağı ile tükettiği petrolün tüm dünyada müthiş fiyat artışlarına neden olduğunu ve bundan yararlanan petrol kaynaklarının egemenleri genellikle batılı şirketlerin piyasada yaptıkları acımasız spekülasyonları düşünürsek durumun ciddiyeti daha da iyi anlaşılır.

Her zamanki gibi krizden zarar görenlerin başında doğal kaynakları az olan veya hiç olmayan, gelişme mücadelesini sürdürmeye çalışan ve aslında dünya devletlerinin beşte dördünü oluşturan fakir ülkeler geliyor. Bu ülkelerin halkları da günlük geçim savaşımında her geçen gün biraz daha yenik düşmenin ezikliği içindeler. Tabii o ülkelerde de bir eli yağda bir eli balda olanlar var. Benim kastettiğim, emeğiyle geçinmeye çalışan yığınlar.

Şimdi bu enerji darboğazları yaşanırken Türkiye gibi bol güneş alan bir coğrafyada neden güneş enerjisinden yeterince yararlanılmadığını sorgulamak gerekiyor. Almanya ki, malum Türkiye’ye nazaran oldukça kuzeydedir, güneş enerjisi üretiminde bizden fersah fersah önde. Ha bir de rüzgâr enerjisi var. Bunda da daha emekleme çağında bile değiliz. Almanya’da bazı yörelerde kilometrelerce rüzgâr değirmenlerine bakarak yol alırsınız.

Türkiye’de enerji ile ilgili bir tartışma açıldığında hemen en ucuz olduğu gerekçesiyle nükleer enerjiye geçmemiz gerektiği vurgulanıyor. İyi de, birçok ülke bu enerjiden vazgeçerken, yaratacağı çevre sorunu açısından çok baş ağrıtıcı olduğu bilinmesine rağmen bu ısrarın sebebini anlamak hiç mümkün değil. Üstelik de yine dışa bağımlı bir teknoloji alacağız, tehlikeleri de cabası.

Türkiye’de çevre bilinci yavaş da olsa gelişiyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Sinop’ta yapılması öngörülen nükleer santrale karşı sivil toplum örgütleri demokratik biçimde tepkilerini dile getirdiler. Ne yazık ki, polis bu demokratik hakkın kullanılmasına hoşgörü ile bakmadı, sırf çevremiz zarar görmesin diyen temiz yürekli yurttaşlar hırpalandılar. Bunlar medyadan gördüklerimiz. Fakat sanırım tüm -aslında cılız- tepkilere karşın bu santraller yapılacak. İnşallah başımıza kaza bela gelmez. Yani şu Çernobil olayı daha çok yeni de. En çok zarar gören bölgemiz de Karadeniz’di ve yıllardır kanser vakaları çok büyük artış gösteriyor.

Aslında doğa insanlığın kullanımına her türlü kaynağı sunmuş. Henüz gündemde pek olmamasına rağmen Türkiye dünyada boraks yatakları en zengin olan ülkedir. Günün birinde bu enerji kaynağının yaygın kullanımı olur mu, bilemem. Fakat yukarıda yazdığımı yineleyeyim. Güneşimiz ve rüzgârımız ülkemizin önemli doğal kaynaklarıdır. Şimdi artık bunları devreye sokma zamanı geldi geçiyor. Yeter ki siyasi irade ve ondan da önemlisi halkımızda gerekli bilinç olsun.

Dr. O. Can Ünver

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.