BİZ İSTEMEDİK Kİ HAPİS YATMAYI!

ABONE OL
11:52 - 23/10/2020 11:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

BİZ İSTEMEDİK Kİ HAPİS YATMAYI!

Biz istemedik ki hapis yatmayı!
Bir gece vakti sorgusuz sualsiz alıp götürdüler bizi. 
Öğrendik ki; günlerden 12 Eylül’müş. 
Yaşımız 14 !..
Radyo da ve Televizyondan verilen ültimatomla Türkiye başka bir gerçeğe uyanıyor. 
Günlerden 12 Eylül.



“Şehrin üzerine karanlık çöküyor karanlıkla birlikte şehre korku yayılıyor sokakta insanlar sessizce konuşuyorlar bu korkunun sessizliği karanlık şehre çöküyor korku ise insanların içine.
Günlerden Cuma ev ahalisi yatmış. Ankara’dan apar topar gelen abim oda derin uykuda ders çalışıyorum,. Amacım liseyi sorunsuz bitirmek malum; ülke artık o eski ülke değil okuyup tez elden okulu bitirmek lazım sonra üniversite. Cumadan dersleri bitirip cumartesi pazarı kendime ayırmayı düşünüyorum. 14 yaşındayım bıyıklarım henüz terlemiş lise 1 öğrencisiyim.
Saat gece 12 suları perdeyi açıp bakıyorum; İzmir Narlıdere’de denizi gören 3 katlı bir binada oturuyoruz. İzmir’i bilenler bilir mükemmel bir manzarası vardır, denize yakamozlar vuruyor sessiz şehri aydınlatıyor. Şehir hiç nefes almıyor gibi sessiz. İzmir’de evlerin tüm perdeleri çekili belirsiz akıbetlerini bekliyorlar. Denizi ilk ben İzmir’de gördüm. O mükemmel mavilik başka bir pencere açmıştı dünyama. Denizin iyot kokusuna ve maviliğine şaşarak bakmıştım şimdi baktığım pencereden sessiz, durgun şehre yayılan korkuyu sanki oda içinde yaşıyor.
Pazartesinin derslerini tez elden bitirip yatmayı düşünüyorum nihayet derslerimi bitirip yatmaya gidiyorum.
Genç insan uykuya yeniktir ve rüyaları karmaşıktır. Malum 12 Eylül olmuş ‘’netekim’’ rüyalarımıza en fazla asker postalları giriyor. Rüyalar bazen gerçeğine yakındır bende rüyamda asker ve polislerin dipçiklerini görüyorum. Canım acıyor gerçeğime uyanıyorum bir asker bağırıyor.
-Kalk
Afallıyorum yastığa başımı tekrar gömüyorum soğuk namlunun ucunu vücuduma aldığım darbeyle hissediyorum.
-Kalk
Gözümü açıyorum kendi gerçeğime uyanıyorum evin içi ana baba günü başımda iki asker ve sivil polisler bir yandan abim giyiniyor abimi alacaklarını düşündüğüm için üzülerek bakıyorum. 
Sivil polislerden biri soruyor
-Hanginiz Haluk Özkan
-Kekeleyerek Benim diyorum.
-Giyin bizimle geliyorsun, diyor.
İçime tarifsiz bir korku giriyor ve giyinmeye başlıyorum. İçerden babamın polisle atıştığını duyuyorum. Babam
-Duvar da ki Atatürk resminden ne istiyorsunuz diye soruyor. 
Polis
-Bey amca yaptığımız baskınlarda görüyoruz Atatürk resminin arkasına MARKIS’IN resmini asıyorlar
Babamda polise tekrar çıkışıyor
-O resmin arkası da önü de Atatürk. Diyor.
Abimle göz göze geliyoruz Polisin MARKS’a MARKIS demesine çaktırmadan gülüyoruz. Abim bana çift kazak giyinmemi söylüyor hiç itiraz etmiyorum. Daha önce hapis yattığı için önerisini hemen dikkate alıyorum, malum tecrübe.
Evden iki sivil Polisin kollarında karanlık sokağa iniyoruz. Komşular korkudan perdeyi bile açamıyorlar, lambayı bile yakamıyorlar. İki cemsenin arasında duran Polis otosuna biniyoruz.  Askerler cemselere biniyor. 
Polis bir cebinden çıkarttığı siyah bir bezi;
-Gel bakalım Haluk Efendi Diyerek gözüme bağlıyor.  
14 yaşım dayım ve korku iliklerime kadar işliyor ansızın. Sokak,  İzmir, Ülke karanlığa gömülüyor korku nefesime nüfuz ediyor, çaresizlik başköşeye gelip oturuyor.  Ellerim!.. Ellerimi korkudan hissedemiyorum. Gözlerim bağlı karanlıkta belirsizliğe yürüyorum.

Sokaktan ana caddeye iniyoruz. İçimden dua ediyorum Sağ tarafa dönmeyelim diye. Çünkü yolun sağı birinci şubeye solu ise İstihkâma gidiyor.

Sokağın fısıltı gazetesi 1. Şube hikâyelerini anlatırken bile korkuyor insan şimdi asker eşliğin de korkularımızla yüzleşmeye götürülüyoruz.  İzmir’i bilen bilir İstihkâmını da bilir ve İstikamın 1. Şuben farkının olmadığını da bilir. 
Hareket halindeki askeri araç ansızın duruyor başıma bir asker dikiyorlar ve araçtan büyük bir gürültüyle askerler inmeye başlıyor. Komutanın yüksek ve volümlü sesi yankılanıyor ve askerleri araçtan inerken araçtan uzaklaşıyorlar. 

45 dakika sonra büyük bir gürültüyle tekrar aracın içine doluşuyorlar. Biri gözümü açıyor el fenerini yüzüme tutuyor, yeni getirdikleri gözleri bağlı kişinin suratına feneri tutarak bana soruyorlar

-Bunu tanıyor musun?
Ben
-Hayır, tanımıyorum, Diyorum
Bu kez feneri benim suratıma tutup ona soruyorlar
-Sen bunu tanıyor musun?
Ağzının içinde geveleyerek
-Bir yerden hatırlıyor gibiyim ama çıkaramadım. Diyor
Gözlerimizi tekrar bağlıyorlar. Polis, ikimizin de kafasına vuruyor 
-Bunlar zaten hep böyle, birbirlerini hiç hiç tanımazlar! Diyor.
Sonra bize dönerek bağırarak 
-Ben sizi tanıştıracağım. Diyor.
Getirdikleri kişi Mehmet Ali Esirgenç.  Mehmet Ali’yi sizde yakından tanırsınız. Yıllarca Reha Muhtar’ın haber kameramanlığını yaptı. Şimdi a haberde gazetecilik yapıyor ve belgeseller çekiyor. Mehmet Ali MALİ diye bilinir, o ismi ben takmıştım hapishane de.
Cemseler duruyor bizi apar topar ite kaka bir binaya sokuyorlar. Büyük bir demir kapının sesini duyuyoruz. Kapı açılıyor bizi içeri atıyorlar, kapı kapanıyor bizler öylece ayakta bir 15 dakika hiç konuşmadan ve kıpırdamadan korkuyla bekleşiyoruz.  Ben gözümdeki siyah bağcığı aralayıp etrafa bakıyorum. 2 metre boyu 1 metre eni bir hücre.  Hücre de Mehmet Ali ve ben sarılıp kucaklaşıyoruz.
Macera başlıyor.

Mehmet Aliyle sohbet ediyoruz, korkudan o kadar kısık sesle konuşuyoruz ki, birbirimizi bile zor duyuyoruz derken; uzaktan gelen insan feryatları içimize derin bir korku salıyor ve sohbeti kesip birbirimize korkulu gözlerle bakıyoruz.
Hücrede ve işkence de de olsanız, uyku her koşul da teslim alıyor sizi. Uyku ağır basıyor bacaklarımız bizi taşımıyor, yere çömeliyoruz dizlerimiz birbirine değiyor ve uyuklamaya başlıyoruz.

Dışarıdan gelen insan çığlıklarını uykunun ağırlığı silikleştiriyor. Uzun bir süre sessizlikten sonra derin uykudan uyandırılıyoruz. Dışardaki ses seri bir şekil de talimatlar yağdırıyor.  -

-Gözlerinizi sıkı sıkı bağlayın bunu bir kez daha söylemeyeceğim çabuk çabuk olun !.. Diye bağırıyor

Gözlerimizi sıkı sıkı bağlıyoruz ‘’ her çocuk körebe oynamıştır ama bağcığı bu kadar sıkı bağlamamıştır’’ korkuyla o kadar sıkı bağlıyoruz ki gözümüzü; değil etrafı görmek, ışık bile girmiyor içeri.
-Gelin bakim iki kafadarlar. Diyerek kollarımıza girerek bizi yürütmeye başlıyorlar. Gittiğimiz yerin belli olmaması için bazen sağa dönüyorlar bazen sola döndürüyorlar aşağı eğilerek yürüyün diyorlar. Anlaşılıyor ki yön kavramını yitirtmeye çalışıyorlar ve başarılı oluyorlar. 
Sesin yankılandığından anlıyoruz k,; Geniş bir odaya sokuyorlar bizi. Ve  malum 12 eylül işkenceleri başlıyor.

12 Eylül işkenceleri çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek siyasi bakış ayırt etmeksizin yakaladıkları herkese uygulanıyor. Sorgu başlıyor görevli beni ve Mehmet Ali’yi ve getirdikleri diğer 11 kişiyi isim isim söylüyor. Tanıyıp tanımadığımı soruyor onların aleyhinde ifade vermemi söylüyor. Önüme koyup beni suçladıkları dosyayı okuyarak paşa paşa imzalamamı istiyorlar.

Bana yönelttikleri asılsız suçlamalar akıl alır gibi değil bu adamların hesaplamaları da yok. Çünkü; yaptığımı söyledikleri eylemlerde ben 8 yaşımda oluyorum. Yani daha oyun çocuğuyum.
 İçimden geçiriyorum bu suçlamalarla askeri savcı beni değil bu suçları bize yıkmaya çalışanları tutuklar diye geçiriyorum.   
Görevli mütemadiyen bağırıyor, odada sadece onun sesi yankılanıyor.
-İfadeyi imzala, sıkıntı çekme burada, artık sen ve biz varız, bu ifadeyi de imzalayana kadar buradan çıkış yok.  Ne sen kendini yor, ne de biz yorulalım.  Bak sen akıllı bir çocuğa benziyorsun hadi imzala.

Ben imzalamıyorum malum 12 Eylül işkencesi başlıyor. Bir, bir buçuk saat sonra kısmi baygınlık geçiriyorum görevlilerden biri bunu biraz dinlendirelim diyor beni hücreye götürüyorlar. Yorgunluktan bitap düşüyorum, uykuya dalıyorum. Bitap haliniz zaman kavramını öldürüyor kapı açılıyor içeriye inleyerek Mehmet Ali giriyor. Hücre dar olduğu için toparlanıyorum. 
Mehmet Aliyle birbirimize bakıp gülüşüyoruz, birbirimize neler yapıldığını anlatıyoruz, derken kapı açılıyor. Çeyrek ekmeğin arasında peynir, kapı tekrar kapanıyor. Ekmeği yemekte zorlanıyoruz. Yemek yemeye insanın mecali kalmıyor, uyuyup kalıyoruz. Bu seanslar üç beş gün sürüyor. 
En çok zorlandığımız şey tuvalet ihtiyacı için saatlerce bekletilmemiz oluyor Saatlerce bilerek bekletiyorlar.
 Bir hafta sonra bizi apar topar gözlerimiz bağlı bir şekilde arabalara bindiriyorlar, bilmediğimiz bir yöne doğru gidiyoruz. Gözlerimizi açıyorlar ve bir asker bizi teslimim ediyorlar. Toprak bir yoldan yürüyerek 90 kişinin kaldığı bir koğuşa bizi bırakıyorlar. Bu koğuş aslında 30 kişilik. Koğuştakilerin bizden geri kalır yanı yok.  Bizi koğuştakiler yataklara yatırıyorlar, uzun zamandan beri ilk defa bir yatakta yatıyoruz.  Sabaha karşı uyanıyorum yattığım tek kişilik ranzada 4 kişinin daha yattığını fark ediyorum. Bizi getirdikleri yer istikam askeri tutuk evi. İzmir ve tüm Türkiye de ki cezaevlerinin tıka basa insanlarla doldurulduğunu duyuyoruz. Dış dünyayla tüm bağlantımız kesik.

10 gün sonra isimlerimizi bir asker okuyor, 13 kişi bizi bir görevliye teslim ediyorlar gözlerimiz tekrar bağlanıyor belirsiz bir yere gidiyoruz. 
Aynı sesi tanıyorum bana işkence yapan kişi
-Sizi dinlendirdik çocuklar umarım iyi dinlenmişsinizdir hiç sıkıntı çekmeden şu ifadelerinizi imzalayın bizde işimize gücümüze bakalım yoksa yaşadıklarınızın iki katını yaşayacaksınız. Diyor. 
Bir başkası daha yumuşak bir ses tonuyla
-Yok, amirim bunlar akıllı çocuklar bizi üzmeyecekler bu kez imzalayacaklar. Diyor
SONUÇ: İmzalamıyoruz ve işkence tekrar başlıyor. O gün kum torbasıyla küçük darbeler vurarak hem soru soruyorlar, hem sadece sağ ve sol böbreklerime vuruyorlar, çok canım yanmamakla birlikte içten içe ağrı… İşkencede bu mudur diye düşünüyorum, 
Görevli
-Hiç canın acımadı mı? Diye soruyor
-Yarın konuşacağından eminim diyor. 
Beni hücreye götürüyorlar hücre de ki arkadaşlarım soruyor
-Ne yaptılar Haluk?

Bende yapılan işkence biçimini anlatıyorum. Eskisi gibi dövmüyorlar artık diyorum. 
Üç beş saat sonra inanılmaz bir acıyla kıvranmaya başlıyorum. Kapıya vuruyorum tuvalet ihtiyacı için, ağrıdan terliyorum.  Görevli beni tuvalete götürüyor. Göz bağımı çözüyorlar ve işiyorum ama kan işiyorum ve tarifsiz bir acı.  Yürümekte zorlanıyorum.  Görevli beni hücreye götürüyor arkadaşlarım da aynı durumda sabaha kadar herkes tuvalete taşınıyor, büyük acılarla. Ertesi gün toplu bir şekilde alıyorlar bizi, hepimizin gözleri bağlı görevlilerden bir soruyor
-Akşam rahat ettiniz mi çocuklar?

Hiç birimizden ses çıkmıyor. İlk defa sesini duyduğum biri
-Söyleyin bakalım istiklal marşımızı. İstiklal marşımızı okuyun bakalım?  Diyor. 
Arkadaşlardan biri okumaya başlıyor bilmediğinden değil! Kekeliyor ve korkudan hata yapıyor. Hatasını affetmiyorlar ve onu yarım saat dövüyorlar. Sıra bana geliyor ben okumaya başlıyorum istiklal marşının ilk iki kıtasını bitirdikten sonra diğer kıtalarını da okumaya devam ediyorum.

‘’ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
Bendimiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii’’

Bize istiklal marşını okumamızı isteyen görevli elindeki cop ile benim suratıma vuruyor kendimi yerde buluyorum, görevli
-Ulan o….. çocuğu istiklal marşı oku dedik enternasyonali değil?

Ben yerde şaşkınlıkla ve aldığım darbeyle yanıt vermeye çalışıyorum.
-Efendim enternasyonal değil istiklal marşımız 10 kıtadır o yüzden devamını okudum diye açıklama yaparken görevli peş peşe cop vurmaya başlıyor bir yandan da bağırıyor
-Ulan o….. çocuğu Mehmet Akif iki kıta yazmış geri kalan 8’ini de mezar damı yazdı?
Sözün bitiği yere ulaşıyoruz, gülsek mi ağlasak mı?
Anlatacak çok şey var aslında; Ama 12 Eylül darbecileri, işkencecileri ve hapishaneleri, kendi alanında son derece saygın ve başarılı, yurtsever yazar, gazeteci, oyuncu, şair ve müzisyen yaratmıştır…

Kendisini vatansever, milliyetçi ve ülkesini kurtardığını sana bu işkenceciler ki bizler gerçek vatansever ve milliyetçiydik;  12 Eylül darbesini yapanlar; aslında bu toplumun okuyan insanlarına yaptıklarıyla kim olduklarının bir özetini veriyorlardı tarih karşısında. “




12 Eylül;  okuyan, araştıran, tartışan, irdeleyerek yaşayan bir neslin her bir hücresine derin acılar, onarılmaz yaralar bırakmıştır… Yaşlı, genç, kadın, çocuk hiç kimseyi ayırt etmemiştir.
 Akıl almaz işkence metotlarının uygulandığı, insan bedeni ve insanlık onurunun alenen çiğnendiği, koca bir gençliğin yok edildiği bir darbedir 12 Eylül. Ve 12 Eylül her kapının arkasında acılar bıraktı. Ve o acılardan doğan şiirler, romanlar, türküler var artık.

Haluk Özkan

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.