“Bayram Günleri” geldiğinde bazıları ne denli sevinir, heyecanlanır, mutlu olur.
Bazı insanlar için ise bayram geldiğinde her yeri bir hüzün, sessizlik ve karışık duygular sarar.
Bayram günleri karşılıklı bir bekleyiş, alış, veriş günüdür ayni zamanda…
Kimler beni hatırlayacak, kimler zahmet edip de bir kutlamada bulunacak….
En yakınından, en çok beklenilenden bir ses, bir ileti gelmemesi ne denli bir hayal kırıklığı, bir karamsarlık, bir hüzün ve belki de küçük bir öfke çıkarır.
Günümüzün koşulları içerisinde toplumsal ilişkiler içerisinde kutlama kartı, mektup, mail.. yazmak ortadan kalktı.
Eskiden bayram kartları gelirdi, saygılı, sevgili sözcüklerle…
Hiç görüşmediğiniz insanlardan bile saygı ve sevgileri gereği gönderilen kutlama kartları gelirdi..
bayram kartları ne denli güzel ve değerli idi…
Sonra dijital çağ ile birlikte e. Posta dönemi geldi ve eşe dosta, akrabalara, tanıdıklara, kurumlara, bayram kutlamaları yazılıp gönderildi.
Onlardan da beklenildi, bir kutlama, bir yazı gelsin istenildi.
İnsan ilişkilerinin bir anlamda kendini gösterdiği, ölçülüp, biçildiği bir ortamdır bu bayram günleri…
Tek, tek insanların size gösterdiği sevgi, saygı ve bağlılık bu günlerde kendisini gösterir.
Birisini görmek, izlemek artık oldukça kolay olduğuna göre FB sayfasından durumu izleyebiliyorsunuz.
Birisine bir kutlama yazdığınızda o kişinin de edep ve terbiye gereği, görgü kuralları uyarınca siz bir karşılık vermesini ve size “yazmasını” bekliyorsunuz.
İşte hassas durum burada kendisini gösteriyor:
Üç seçenek var: 1) Hiçbir tepkime yok, geri dönüş yapılmamış. 2) Kutlama yazınıza bir “beğeni” tıklaması yapılmış. 3) Karşılık olarak bir başka yerden kopyalanılan bir yazı ya da resim gönderilmiş. 4) O kişi size özel olarak bir kutlama yazıp, göndermiş.
Toplumda yaşanıldığı ve insan ilişkileri halen daha önemli sayıldığı için hiç kimse bu bayram günlerini önemsemez olamıyor.
Az ya da çok da olsa etkilenmek ve bu tür gidiş-gelişleri, aranmışlıkları doğal olarak “kişisel” algılıyor.
Bunların yanı sıra bir de en önemli olan ziyaretler var.
Aile içinde, komşular arasında, dost, arkadaş arasında yapılan ev ziyaretleri çok büyük önem taşıyor.
En önemli kural büyüklerin aranması, onların bulundukları yerde ziyaret edilmesi.
Çocuklar, torunlar bekleniyor önce…
Ne zaman gelecekler, geç mi kaldılar, yine mi gelmeyecekler?
Bir yüksek duygu ve heyecanlar içerisinde kimlerin ne zaman nasıl gelecekleri düşünülür, beklemeler başlar.
Bazı evler, dolar, taşar, çok geleni olur.
El öpmeler, kucaklaşmalar, sarılmalar, çocuk sevmeler, armağanlar… sıcak konuşmalar, sevgiler, saygılar sarar her tarafı.
Komşular gelir, giderler, yardımlaşırlar, ortalığı, sokağı bir heyecan bir devinim sarar.
Tatlılar, şekerler, pastalar, limonatalar, çaylar, kahveler hazırlanır, gelen olursa ikram edilir.
Bazı evlerde ise tık yoktur.
Ne gelen olur, ne arayan, soran…
Ne arkadaşlar, ne kardeşler, ne de konu komşu, ne de akrabalar… artık hiç kimse yoktur…
Hiç kimsenin olmadığı o yalnız evler kendi yaşanmışlıkları ve yaşamın getirdiği gerçekler içerisinde durumun bir muhakemesini yapar kendince…
Bir nedeni vardır, bir hayırdır, bir şükür edilmesi gereken durumdur, bir razı olmaklık da vardır çoğunda…
Bazı evlerde ise onlar her hazırlıklarını yapmışlardır kendilerince ve zamanı gelince de pencerede beklemektedirler o gelmesi gerekenleri…
Ama yok!
Gelen yok, gelmesi gerektiğini düşündüğü kişi, özlemle beklediği gelmedi, daha önce de böyle gelmemişti…
Bazı insanlarımız ise yaşamlarının bu dönemlerinde yaşlılar evinde sürdürmektedirler.
Orada bulunan arkadaşlar, çok çeşitli olanaklar onların yine de her bir bayram geldiğinde kapıya bakmalarına engel olamamaktadır.
Bayram toplumsal bir oldu ve yaşamsallık ise de tüm ilişkileri ve duyguları ile de tümüyle insana özgüdür.
Sevinen de çok olur, üzülen de…
Bayram geldiğinde çocuğuna, torununa bir şeyler vermek isteyen ama parası olamayan anneyi babayı, dedeyi, anneanneyi, babaanneyi… düşünebiliyor musunuz?
Ne acıdır, ne çaresizliktir bayram geldiğinde yoksulluk ve yoksunluk içinde olmak.
Çaresiz bir duruma düşmüş olmak, ne denli acı bir durumdur.
Bu tür çaresizlikler ise kişisel değil toplumsal bir suçtur.
Devlet yurttaşlarını yoksulluk, yoksunluk, açlık ve işsizlik, hastalık.. içinde bırakamaz, bırakmamalıdır.
Özellikle Türkiye gibi her türlü doğal varsıllığı ve insan gücü, üretimsel olanakları… olan bir ülke adil bir gelir dağılımına ve çağdaş hukuk devletinin getireceği adalet devleti yönetimi ile yurttaşlarına ne bir açlık, ne bir yoksulluk, ne de bir işsizlik çektirir.
Bu bayram günlerinde, Kurban bayramında insanların çok yönlü düşünmeleri, ölçüp biçmelerini ve değerlendirmelerini isterdim…
Bir gelenek gereği kesilen bir kurbanlığın etlerini komşulara, yoksullara dağıtmak ne denli bir çözümdür?
Yoksulluğun ağır bir biçimde yaşanıldığı semtlere, sokaklara, kapısız, bacası, susuz, elektriksiz… evlere kaç kişi gidebiliyor, kaç çaresize yardım edilebiliyor?
Bu bir çözüm müdür?
Yılın bir bayramı geldiğinde yoksullara kurban etinden bir parça verebilmek bizi ne denli rahat ettirir, vicdanlar ne de rahat olur?
İbadet ise kurban (yaklaşmak, Allah rızasına ermek..) gerçekten de zengin durumda olanların yardımlarına gerek duyulmayan, temelden çözüm gerektiren bir yol bulunmalıdır.
Böyle bir adalet devleti olabilmek için, yoksulluğu, çaresizliği ortadan kaldırmak için, kulun kula muhtaçlığını yok etmek için yapılabilecek her türlü düşünce, girişim, hareket ve siyaset de aslında tam da bir kurban ibadetidir.
Bunu tüm yurttaşlarımızın anlamasını ve buna inanmasını ne denli isterdim…
Sağlık, huzur, mutluluk ve adalet dolu bir dünya diliyorum sevenlere ve isteyenlere…