Türk Eğitim Derneği’nin Balkanlar Turundan 2024
-90’lı yıllarda yaşanan Bosna savaşı ve Boşnak Müslümanlarına uygulanan soykırım sürecinin açtığı derin yaralar, Sırbistan devleti ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerin seyrinde halen etkilidir. Öte yandan dinî eğitim ve siyasî temsil başta olmak üzere, Müslümanlarının birçok sorunu acilen çözüm beklemektedir-
Tarihe kısa bir yolculuk
Macera dolu Balkanlar gezisinin, Bulgaristan etabını tamamladık elhamdülillah. Belgrat yolculuğu başladı. Bakalım bundan sonra hangi sürprizler bekliyor bizi. Otobüsteyiz. Recai grup hakkında tekmilini verdi. Ben dahil üç kişi daha geç kalma cezası ödedik. Cezaya itiraz eden olsa da sonuç değişmedi.
Kaptan bastı gaza. Bulgaristan toprakları ayağımızın altından kayıp gidiyor. Hızla Sırbistan gümrüğüne doğru yol alıyoruz. Atalarımız bu toprakları at sırtında ve de yaya olarak geçip gitmişler. Hem de 100.000 kişilik ordu ile. O, 100.000 kişinin günde iki öğün de yemek yemeleri gerekiyor. O kadar insanın ve bir o kadar da hayvanın su ihtiyaçlarının da karşılanması lazım. Meydana çıkınca da göğüs göğüse çarpışmak ya öldürmek ya da şehit olmak var.
Bizler otobüslerle, değişik araçlarla yol aldığımız halde çekilmez buluyoruz bu yolları.
Bin bir zahmetle yurt edinilen ve 600 sene kalınan bu topraklarda, şimdi küçük küçük devletler kurulmuş ve bu devletler toprakların asıl sahipleri olan bizlerden vize istiyorlar. Sen vatanına sahip çıkmazsan birileri gelir seni yerinden yurdundan eder. Etmişler zaten. 24 milyon km. kare olan vatan topraklarından geriye elimizde sadece 780.000 km. kalmış. Onu da elimizden almak için sabah akşam uğraşıyorlar. Kimisi içeriden kimisi de dışarıdan durmadan çekiştiriyorlar.
Gümrükteyiz
Zaman tünelinde yol almanın zevkine tam olarak varamadan gümrüğe gelmişiz bile. Önümüzde sadece bir otobüs var. Önce Bulgaristan’dan çıkış işlemlerini yaptıracağız, sonra da Sırbistan’a giriş yapacağız. Hızlıca, işlemler yapılır diye bekliyoruz. Neredeyse bir saat bekledik otobüsün içinde. Sıra bir türlü gelmesini bilmedi. Neden sonra sıra gelmesine geldi ama muameleler de oldukça uzun sürdü.
Gülşah hanım yine gümrüğe takıldı. Takılmasına takıldı da Sırp polisinin bıraktığı Gülşah hanıma bu sefer Alman polisi izin vermiyor. “Sana yol verirsem benim işime son verirler” diyormuş Alman polisi.
Almanya’dan çıkışta bir şey söylemiyorlar, Türkiye’de sıkıntı olmuyor, Bulgaristan’da kısa bir soruşturmadan sonra bırakıyorlar, Sırbistan da aynı şekilde yazılı beyan ile giriş izni veriyor; ancak orada gözlemci olarak bulunan Alman polisi geçiş izni vermiyor. Kraldan fazla kralcı olmak buna derler. Olacak şey değil. Ama oldu. Geriye döndürdüler Gülşah hanımı. O da çok üzüldü biz de.
Almanya’ya varır varmaz, ilgili büroya gidip pasaportunun üzerinden kayıp ilanını kaldırtmış ve ilk uçakla Hırvatistan’a gelmiş. Bu arada Recai kendisiyle irtibatı hiç kesmedi. Hırvatistan’dan Mostar’a gelme imkânı da varmış ama o Hırvatistan’da kalmayı tercih etmiş. Ertesi gün Hırvatistan’da buluştuk. Sevindik. O da çok mutluydu. İşleri yolunda gitmiş ve hızlıca tamamlamış. Böylece grup üyeleri tamamlandı. Nadide hanım daha çok mutlu oldu. Oda arkadaşıydı çünkü. Azminden dolayı da Gülşah hanımı kutladık. Pes etmedi, ben bu geziyi tamamlayacağım dedi ve tamamladı. Gülşah ve Dilek hanımlar, tuttuklarını koparan cinsinden. Pes etmiyorlar ve sonunda onlar kazanıyor. Atalarımız “azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz” diye boşuna dememişiler.
Belgrad
Belgrat’a yaklaşınca Bayburtlunun yerinde mola verdik. Belgrat’a giderken sağda. Yaz-kış açıkmış. Yol üzerinde böyle bir mekân açıldığına göre Avrupa’da çalışan Türk işçileri
düşünülerek açılmış gibi görünüyor ama öyle değilmiş. Sırplar da alışmışlar Türk mutfağının tadına. Türkiye’de restorana gittiğimizde neler görüyorsak tezgâhta burada da aynıları var. Eee yumulduk tabi. Allah ne verdiyse…Yemekten sonra yola revan olduk.
Belgrad, 1878 Berlin Antlaşması’yla Sırbistan’ın başşehri olmuş. Sırpça da Beo-grad; beyaz şehir mânasına gelirmiş. Kuzey ve Orta Avrupa’yı Karadeniz ve Ege denizine bağlayan yollar üzerinde bulunduğundan eski dönemlerden beri (MÖ III. Yüzyıl) önemli bir yerleşim merkeziymiş.
Belgrad Osmanlılar tarafından üç defa kuşatılmış. İlk defa II. Murad zamanında kuşatılmış. İkinci kuşatmayı Fâtih Sultan Mehmed yapmış. Üçüncü kuşatma Kanûnî Sultan Süleyman tarafından yapılmış ve de fethedilmiş (1521). Ahalisinin bir kısmı İstanbul’a gönderilerek bugün Belgrad ormanları ve Belgrad Kapısı adıyla bilinen yerlere iskân edilmişler.
Yaklaşık üç asır Osmanlı idaresinde kalan Belgrad’da sayısı yüzleri bulan Türk mimari eserlerinden bugüne maalesef çok az eser ulaşmış.
Evliya Çelebi’ye göre Belgrad, 17. Yüzyılda 98.000 nüfusa sahipmiş Belgrad. O zamanlar Belgrat’ta; 217 cami, on üç mescid, on yedi tekke, dokuz dârülhadis, sekiz medrese ve yedi hamam varmış. Ayrıca, altı kervansaray, yirmibir han ve 3700 dükkândan oluşan Sûk-ı Sultânî adlı çarşı başta olmak üzere, bir dizi çarşı varmış (Evliya Çelebi, V, 377-379).
Nikola Tesla
Belgrat’a giriş yaptık. O kadar da albenisi yok girişin. Yüksek yüksek binalar, üstümüze üstümüze geliyor gibi. Şehir merkezine girince solda Nikola Tesla Müzesi var. Müze solumuzda kalıyor. Nikola Tesla; dünya bilim tarihini kökten değiştiren deneylere ve icatlara imza atmış bir mucit. Uzaktan kumandanın telsizin mucidi.
Biraz ileride yine solda terazije meydanı var. Adını Türkçe ’den alan meydan. Kentin su ihtiyacını karşılamak için 1840’larda Osmanlı oraya bir çeşme yaptırmış. Kulesi de olan bir çeşme. Türkler tarafından dikilen su kulesi 1860 yılında kaldırılmış ırkçılık bu kadar kötü bir şey. Yerine aynı işi yapacak olan Terazije çeşmesi inşa edilmiş. Bu meydanın güzelliği, Parlamento binasına, Belediye Sarayına, müzelere, kafelere hatta Aziz Sava kilisesine yakın olmasından gelirmiş. Bizler zaman sıkıntısından dolayı, şehir merkezini gezemeden, o güzelliklerle tanış olamadan, oraları fotoğraflayamadan doğru Sava Nehrine indik.
Tekne Turu
Sava nehri üzerindeyiz. Sava Nehrinin Tuna Nehriyle buluşup çoğaldıkları yere kadar ilerledik. Sağ tarafımızda Belgrad kalesi bütün heybetiyle karşımızda duruyor. Yüksekte. “Tuna Nehri akmam diyor, kenarımı yıkmam diyor, Şanı büyük Osman Paşa Plevne’den çıkmam diyor.” Marşının doğum yerindeyiz. Heyecanımız dorukta. Yüzlerimiz gülüyor. Deklanşöre basan basana. Plevne kahramanı Osman Paşa’yı ve çerilerini düşünüyoruz. Az askerle, Ruslara kök söktüren Osman Paşa’yı. Savaştan sonra Rus komutanın ayakta karşıladığı, kalkan ve kılıcını kendisine iade ettiği Osman Paşa’yı. Mahmut bey oturmuş teknenin öbür ucuna aynı şeyi düşünüyor olmalı, nehre bakıyor. Zaman tüneline tek başına girmiş tarihe yolculuk yapıyor olmalı. O kadar yoldan sonra tekne turu çok iyi geldi. Teknede çay içenlerimiz de oldu. Plastik bardakla servis ediyorlar. Ben ve Ayhan almadık çaydan. Ayhan Fatma Mıdığı da uyardı; “Plastik bardakla servis edilen o çayı içmesen daha iyi olur, sağlıksızdır.”
Belgrad Kalesi
Anahtar Terslim Anıtı
Tekne turundan sonra fazla oyalanmadan hızlıca otobüse geçtik. Belgrad Kalesine yakın bir yere park ettik. Oradan kaleye yürüyerek gidiyoruz. Knez Mihailova caddesi. Trafiğe kapalı bir cadde. İğne atsanız yere düşmeyecek derler ya, işte o cinsten… Bu caddenin insansız bir anını yakalayana ödül vadedilmiş. Ancak vadedilen ödülü bugüne kadar alan olmamış. Sağlı sollu alışveriş merkezleri var. Restoranlar var. Ara sokaklar da kanlı canlı. Berlin’de trafiğe kapalı böyle bir cadde maalesef yok.
Kaleyi gezdirecek olan Belgradlı rehber meydana girer girmez bizi karşıladı. Hemen başladı anlatmaya. Türkçesi o kadar düzgün değildi ama anlaşılıyordu. Esprili bir kişilik.
“Kale, MÖ 279 yılında Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından inşa edilmiştir.
Belgrad Kalesi’nin bulunduğu alana “Kalemegdan” (Kale Meydanı) denir. Osmanlıdan kalma bir isimdir.
Şu gördüğünüz anıt, Osmanlı’nın, 6 Nisan 1876 tarihinde, Belgrad ile iki kalenin daha, (Smederevo, Šabac ve Kladovo) anahtarlarının Sırplara teslim edildiği yere dikilmiştir. Gördüğünüz gibi yatay bir mermer üzerine yazılmış yazılacak olan. Olayın 100. yılı sebebiyle anahtar değişiminin yapıldığı alana kurulan bu anıt önemli bir olayı gelecek nesillere aktarmak üzere koruma altında tutulmaktadır. Anıt 1967 yılında büyük bir kutlama ile Kalemeydan Parkı içine dahil edilmiştir.”
Yani orada rehberi dinlerken anahtarları teslim törenini sanki biz ediyormuşuz gibi yüreğimiz sızlamadı desem yalan olur.
Fransız anıtı
Hemen ileride solda bir anıt daha var. Fransız anıtı. Fransa’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında Sırbistan’a yaptığı destekler ve dostluk anısına 1930 yılında Fransa’ya Şükran Anıtı (Monument of Gratitude to France) olarak dikilmiş. Anıtın merkezinde elinde kılıç tutan kadın figürü, savaş sırasında Sırplara destek veren Fransa’yı betimlemekteymiş.
Bosna savaşı sırasında Fransız medyası Sırpların yaptığı katliamlarla ilgili, Sırp karşıtı haberleri vermek zorunda kalınca ve NATO da aynı sebepten dolayı bombalama yapınca (1999) Fransa ile olan dostluğu bitirmişler.
Ve Kalemeydan Parkı içinde bulunan heykel siyah bir kumaş ile örtülmüş ve “Artık var olmayan Fransa’nın sonsuz zaferi” yazan bir tabela da heykelin önüne konmuş. Tabii bu durum çok uzun sürmemiş ve 2000 yılında kurulan hükümet ile Sırbistan-Fransa ilişkileri tekrar iyileşmiş ve heykel orijinal görüntüsüne dönmüş.
Kaleye Giriyoruz
Belgrad kalesinin iç ve dış surlarında toplam 23 kapı bulunmaktaymış. Surların bazı bölümleri ve kapıların çoğu yıkılmış. Bugün on kapı yerlerini muhafaza edebilmiş.
Belgrad Kalesi’ne giriş çıkışı sağlayan kapılardan birinin adı Stambol Kapija yani İstanbul Kapısı. Surlarla çevrili alana bu kapıdan giriliyor. Ve işte buram buram Osmanlı kokan Belgrad Kalesi. Kim bilir daha kimler geldi kimler geçti buradan.
Saat kulesini geçince, karşımıza “Mora Fatihi” olarak bilinen Damat Ali Paşa’nın türbesi çıkıyor. Aynı zamanda burada, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın 1578’de yaptırdığı bir de çeşme bulunuyor. Sırp olarak doğan Sokullu Mehmet Paşa Osmanlı döneminde devşirme olarak Edirne Sarayına getirilmiş, Enderun’da yetiştirilmiş ve devletin değişik kademelerinde Osmanlı’ya hizmet etmiş ve vezirliğe kadar yükselmiş. Çeşmenin yanında bir de dut ağacı var. Bu dut ağacına ve çeşmeye Sokullu Mehmet Paşa’nın adı verilmiş. “Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesi.”
Tuna ve Sava nehirlerinin üzerinde biraz önce tekne ile tur attık, iki nehrin birbirleriyle kavuşmalarının sevinçlerine şahit olduk.
Kaleden, on ülkeye hayat veren, Tuna ve Sava nehirlerinin birbirleriyle kavuşmasına, cilveleşmesine, sarmaş dolaş oluşuna ve evliliklerine şahit oluyoruz. Sonra da çoğalarak Karadeniz’e doğru tüm hızlarıyla yol alıyorlar. Elele tutuşup da Karadeniz’e doğru yol alışlarının coşkusuna şahit oluyoruz ve bu coşkuya el sallayarak eşlik ediyoruz. Karadeniz ile tevhid olmak için bu kadar acele ediyor olmalılar. Evet 2800 kilometre uzunluğu olan o zorlu yolu sadece Karadeniz ile tevhid olmak için katediyorlar. Tuna, Osmanlı Türklüğünün bağrından akan bir nehirdir. Nereden dinlerseniz dinleyin, Tuna size, tarihin derinliklerinden o kılıç şakırtılarının çağıltısını getirecektir. Akınlar, zaferler ve bozgunlar! Ve hepsinin peşinden, ileri veya geriye doğru, bitip tükenmeyen göçler!
İstanbul Kapısı
Kaleye İstanbul Kapısından girdik. Kale bizleri askeri törenle karşılıyor gibi. Solda o günden kalma silahlar görünüyor.
Kapısının hemen önüne, Orta Çağ’da cezalandırma amacıyla kafa ve kolların geçirilerek bağlandığı ahşap bir işkence aleti var.
İç surların dışındaki ikinci halkada yer alan İstanbul kapısı, Belgrad kalesinin ana giriş kapısı ve en büyüğüymüş. Simetrik bir yapı olan kapının iki tarafında kale muhafızları için odalar bulunuyor. Bir tanesinde eski haritaların satışı yapılıyor.
Kale kapısının kemerine sultan tuğrası yerleştirilmiş, sonra Sırplar on u sökmüş yerine Sırbistan’a ait çift başlı kartal arması yerleştirmişler. Biz tarihe tanıklık eden ne var ise onları insanların intifadasına sunmak için canhıraş çalışıyoruz, Sırplar ise o belgeleri yok etmekle meşguller. Sırp olmak kolay değil…Mehter marşı ile karşılanıyoruz İstanbul kapısında sanki:
“Ceddin deden, neslin baban
En kahraman Türk milleti
Orduların, pek çok zaman
Vermiştiler dünyaya şan
Türk milleti, Türk milleti
Aşk ile sev milliyeti
Kahret vatan düşmanını
Çeksin o mel’un zilleti”
Rehber önde, bizler ellerimizde tuğlarımızla içeriye girdik. Mora Fatihi olarak bilinen Damat Ali Paşa karşıladı bizi. 1716 yılında, Tuna nehrinin kıyısında, Avusturya ordusu ile yapılan savaşta askere cesaret vermek için ön saflara atılmış ve alnından vurularak şehit düşmüş. Naaşı, Belgrad’a getirilerek Kale içinde yapılan bu türbeye defnedilmiş. Yanında iki paşa daha var. Tepedelenli Selim Paşa ve Çeşmeli Hasan Paşa. Selam verdik onlara, kısa bir sohbetten sonra yolumuza devam ettik. Ne saadet.
Gökyüzü de bu hürmete, saygıya gözyaşlarıyla eşlik etti. O kadar ki, biz oradan ayrılıncaya kadar gözyaşları hiç dinmedi, göz pınarları kuruyacaktı neredeyse, sevinç gözyaşlarıydı bunlar. Meğer kale, 1521 yılından beri bizleri beklermiş.
Biraz daha ilerledik, hafif tepemsi bir yere çıktık. Fikirtepe derlermiş o tepeye. Fikir Tepesinden Tuna kıyılarına bakıyoruz.
Belgrad rehberimizin anlattığına göre; Belgrad, 1521’den itibaren 347 sene Türk kalmış. Asırlar sonra iç karışıklar başlamış. Ali Rıza Paşa da yapılan anlaşmalarla kale anahtarlarını Prens Mihailo’ya teslim etmiş. Bu haber içimizi acıttı (1868). Acı ama gerçek.
Göklerin daha fazla gözyaşı dökmesine ve ıstırap çekmesine gönlümüz razı olmadı, vedalaştık kale ile. Her birimiz ayrı ayrı vedalaştı. Bazı arkadaşlarımızın vedalaşması uzun sürdü. İkişer üçer gruplar halinde terk ettik kaleyi. Zeynep hanım, suna hanım ve ben gözyaşı sağanağının altında ıslanmanın verdiği mutlulukla ilerliyoruz çıkış kapısına doğru. Fahri bey ve eşi şemsiyenin altındalar, aheste aheste ilerleyerek gezinin tadına varıyorlar.
Knez Mihailova caddesine ulaştık. Gökyüzü de gözpınarlarının kurumasından mıdır bilinmez, şöyle bir yüzünü gösterdi ve ayrıldı bizden.
Biraz sonra sağa döndük, hemen 50 metre kadar ilerde sağda baklavacı dükkânı var. Kaleye giderken bellemiştik orayı. Baktık herkes orada. Belgrat’ta baklavacı. Antep’ten gelmişler. “Ekmek parası, rızkımız buradaymış” diye kederlendi garsonluk yapan kız. Kaderin sürükleyip Belgrat’a getirdiği gurbetçiler bunlar. Bizleri de Berlin’e sürüklemedi mi aynı kader? Aşağıda solda, otelin altında bir de restoranları varmış. İşleri iyiymiş. Güler yüzlü şen şakrak insanlar. Çayımızı içtik, baklavamızı yedik, Berlin’de yediğimiz baklavalarla kıyas yaptık… birbirimize ikramlarda bulunduk, “Bunlar benden…Yok olur mu öyle bunlar benden olsun.” Türk Milletinin ikram severliği her yerde devam eder. Onun özelliğidir ikramda bulunmak. Gezilerin en güzel ve anlamlı olan özelliklerinden biri de kaynaşmaktır, paylaşmaktır, yeni yeni dostluklar kurmaktır. Sadece eşleriyle birlikte olmayı yeğleyenler de olur böyle gezilerde. Onlar gruba fazla karışmazlar. O da onların tercihidir. Ama tercih edilmemesi gereken bir tercihtir.
Ve doğru otobüse. Geç kalırsak Recai ve Mıdık ceza kesebilirler. Geç kalan, geç kalma süresine göre en az beş Euro ceza ödüyor. Kural böyle.
Müslümanların Durumu
“Sırbistan topraklarına İslamiyet, ilk olarak Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da sürdürdüğü fetih politikaları ile 14. yüzyılın sonlarında ulaşmıştır. 15. yüzyıl boyunca devam eden fetihler sonrasında yürütülen iskân politikasıyla bölgeye on binlerce Müslüman yerleştirilmiştir. Aynı zamanda Hristiyan halktan da İslamiyet’i tercih edenler olmuştur. Sırbistan’ın özerkliğini kazandığı 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren yüzyıl boyunca yaşanan toprak kayıpları ile bölgede yaşayan Müslüman ahali ve özellikle Türkler, zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Bilhassa 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin ardından bu süreç hız kazanmıştır. Bu süreçte Sırplar, ele geçirdikleri yeni topraklarla birlikte bölgedeki Türk-İslam varlıklarını büyük oranda tahrip etmişlerdir. Ülke toprakları içerisinde Osmanlı döneminden kalan yüzlerce kültür varlığından çok azı günümüze ulaşabilmiştir.
Sırbistan’da yaşayan Müslümanların sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, ülkede en az 200 bin Müslümanın bulunduğu tahmin edilmektedir (2024). Bunların büyük bir çoğunluğu Boşnak olup, bir kısmı da Arnavut’tur. Ülkedeki sayıları tam olarak bilinmeyen Romanlar içerisinde de hatırı sayılır miktarda Müslüman bulunduğu bilinmektedir.
Ancak 90’lı yıllarda yaşanan Bosna savaşı ve Boşnak Müslümanlarına uygulanan soykırım sürecinin açtığı derin yaralar, Sırbistan devleti ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerin seyrinde halen etkilidir. Öte yandan dinî eğitim ve siyasî temsil başta olmak üzere, Müslümanlarının birçok sorunu acil çözüm beklemektedir.”
Devam edecek
ALMANYA
Az önceGÜNCEL
Az önceALMANYA
3 saat önceALMANYA
4 saat önceALMANYA
5 saat önceALMANYA
5 saat önceALMANYA
5 saat önce