HÜKÜMETLER VE GÖÇMENLER

ABONE OL
11:55 - 23/10/2020 11:55
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Dünyanın önde gelen göç akademisyenlerinden Stephen Castles’ın Türkçe de yayınlanmış önemli yapıtlarından birinin adı “Göçler Çağı”. Castles, geçen yüzyılın ikinci yarısından itibaren küresel göç hareketlerinin sürekli artış gösterdiğini, insanların ve grupların bir coğrafyadan başka coğrafyaya gidip yerleşme güdüsünün giderek yaygınlaştığını vurguluyor. Bu nedenle de günümüzü “göçler çağı” olarak nitelendiriyor İngiliz bilim adamı.

Bu saptamaya katılmamak mümkün değil. 1960’lara kadar dış göç nedir bilmeyen biz Türkler bile tası tarağı toplayıp ekmek parası uğruna Almanya’ya, Avrupa’nın birçok ülkesine, uzaklardaki Avustralya’ya, Kanada’ya, Amerika’ya ve eski Osmanlı coğrafyasının üzerinde kurulu ülkelere gitmedik mi? Gerçi bu göç etme güdüsü Türk insanı için günümüzde gücünü yitirmiş görünüyor. Ama özellikle gençlerimize başka bir ülkede yaşamak isteyip istemediklerini sorduğunuzda yanıtları genellikle evet oluyor. Bunların ne kadarı düşlerinde yaşattıkları ülkeye gidip yine düşlerinin ürünü olan koşullara ulaşıyorlar, orası bilinmiyor. Fakat genç nüfusumuzda çeşitli nedenlerle güçlü bir yurtdışına göç etme arzusunun varlığını yadsımak mümkün değil.

Bireylerin bu göç etme güdüsüne karşı hükümetlerin tavırlarına bakıldığında, göçmenin kendi yurdundaki siyasetin “genellikle göç olgusundan nasıl yararlanabiliriz, gelen işçi dövizlerinin kalkınmamız nasıl katkısı olabilir” düşüncesinden yola çıktığı görülüyor. Göçmenin geldiği ülkenin siyasetinde ise, öncelikle yine ekonomik yarar ve kamu güvenliği gibi konular öncelikli. Unutulan veya geri plana atılan husus ise, göçmenlerin insan olduğu ve göçmen hakkı diye bir kavram varsa eğer, bunun insan hakkından başka bir şey olmadığı. Ne yazık ki, küresel göç hareketlerinin ne doğru dürüst hukuku var, ne de etik kuralları konusunda ortak ilkeler sağlanmış değil.

Hükümetler, devletlerine yurttaşlık bağı ile bağlanmamış olan yabancı uyruklulara kendi yurttaşlarına tanınan hakları tanımıyorlar. Bu ulus-devlet olmanın bir gereği ve bir noktaya kadar anlayışla karşılanabilir. Ancak, bu herhalde o insanların insan onuruna aykırı muameleye layık görülmesi anlamına gelmemelidir. Evrensel insan hakları, her ne kadar göçmenlerle ilgili günümüze kadar bence bağlayıcılıktan uzak bazı genel ilkeler içerse ve uluslararası kuruluşların (Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Uluslararası Göç Örgütü) bu yönde ciddi çabaları bulunsa da durum özellikle kaçak konumdaki göçmenler için hiç de iç açıcı değildir. Hükümetler, ülkelerine gelmelerini engelleyemedikleri veya gelmelerine göz yumdukları bu aciz durumdaki insanları tutup yaka paça sınır dışı etmeyi kendileri açısından son derece haklı buluyorlar. Geçerli hukuk kuralları tamamen bu türden uygulamaları destekler nitelikte ve devletler bu “haklarından” vazgeçmeye hiç mi hiç niyetli değiller. Kaçaklar da daha iyi koşullara kavuşmak umuduyla zengin ülkelere gelmeye devam ediyorlar. Kısacası bir kısır döngü ile karşı karşıyayız.

O halde ne yapmalı? Göçmen konumunda olanların öncelikle insan haklarını bazı bencilce uygulamaların önüne nasıl geçirmeli? Devletler ailesinin bu amaca varmak için gidecek çok yolu olduğuna inanıyorum. Yani bugünden yarına çözümlenecek bir sorun değil bu. Fakat günümüzde de benimsenmesi gereken bu konu güncel gelişmeler ışığında tartışılmaya değer. Bir kere, göçmenleri belli bir grup aidiyeti içine sokmadan bireysel durumları göz önüne almak suretiyle onlara yaklaşmak ve bireysel olarak statülerine bakmak gerekiyor. Bunda devletlerin birbirleriyle olan hukuki ve siyasi ilişkilerinden çok insanların gereksinimleri, konumları ve haklarını gözeten yaklaşımlar geliştirmek önemli. Böyle yapmadığınızda ise ülkenize gelmiş ve sizinle emeğini paylaşan bireyleri sırf uyrukları farklı olduğu için hasım veya düşman olarak görmeniz gibi bir tehlike ortaya çıkıyor. Böylesine bir yaklaşımın doğuracağı siyaset ise hiç kuşkusuz ırkçılığa varacaktır. Günümüzde tüm makyajına karşın Avrupa’da da uygulanan, saklı ve üzeri örtülen ırkçılık yabancılarla ilgili mevzuata, siyasete ve her şeyden önemlisi çoğunluk toplumlarının tutum ve kanaatlerine yansımaktadır.

Sorun görüldüğü gibi evrensel nitelik taşıyor. Türkiye’de de bu konuların enine boyuna ve akademik yaklaşımlarla tartışılması ümidini kaybetmemiş olarak herkese iyi bir hafta dilerim.

Dr. O. Can Ünver

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.